Siyasetin çirkin yüzü
Siyasette, yıllardır anlamakta zorlandığım ve hep garipsediğim konuların başında koca koca adamların nasıl olup da gömlek değiştirir gibi saf değiştirmeleri gelmektedir. Hem de taban tabana zıt dünya görüşlerine sahip partiler arasındaki geçişlerin altında mutlaka kişisel menfaatler olabileceği düşüncesi kafamı bozar, sinir katsayımı ve onlara olan tepkimi hep artırır. Günün sonunda da “siyasetin kişisel çıkarlar için yapıldığı” kanaati biraz daha pekişir kafamda. Diğer yandan Kurucu Meclis’i düşündüğümde de onlara olan saygım kat be kat artıyor.
Sık sık kulvar değiştiren politikacıların hangi yüzle tekrar toplumun karşısına çıkabildikleri de ayrı bir tartışma konusu. Dün kara dediğine bugün ak demeleri, dün ak dediklerine bugün kara demeleri halkın nazarında da karşılık buluyorsa, o daha derinliğine tartışılması gereken bir durum.
Bunu söylerken herhangi bir siyasal görüşe sahip olanları kastetmiyorum. Çünkü ülkemizde var olduğunu bildiğimiz düşünce yapılarının çoğunda var bu durum.
Yerel ve genel seçimler yaklaştığında aday yapılmayınca hemen istifa dilekçesi yazıp ertesi günü bir başka partiye üyelik formu dolduranları yazılı ve görsel medyadan izliyoruz. Kendileri olmazsa partilerinin başarısız olacağını düşünüp kendilerini dev aynasında gören böylesi politikacılardan kimseye hayır gelmez. Onların yaptıklarına, düşün siyaseti değil çıkar siyaseti denir. Oysa bizim kuşak hep düşüncelerinin, hayallerinin ardından gidenlerle doluydu. Toplum bu denli nasıl yozlaştı, bilemiyorum. Biz “Halka hizmet Hakka hizmettir.” anlayışını şiar edinmiştik. Kırmızı çizgilerimiz vardı. Atatürk ve laik cumhuriyet, bunların en tepesindeydi; halen de böyle. Oysa son yıllarda gördüklerimiz ve yaşadıklarımız karşısında bir şaşkınlık içindeyim. Koca salonda, cumhurbaşkanının gözlerine bakarak onu eleştiren ve tartışan bir kişinin büyükelçi olmak uğruna yüz seksen derece fikir değiştirmesinin benim nazarımda bir açıklaması olamaz. Dün Atatürk’ün askeriyim, diye mahkeme salonunu inletenlerin bugün nerde olduğunu görünce midem bulanıyor. Özellikle Atatürk konusunda hassasiyetini bildiğimiz bir partinin, Atatürk’e ve laik cumhuriyete çok uzak olan birileriyle aynı safta birleşebiliyor olmalarının izahı olmamalı. Bütün bu eleştirilerimin yanında ne şartta olursa olsun fikirlerinden taviz vermeyen büyük bir kitlenin olduğunu da biliyorum. Bu kitlenin en büyük hatası siyaset mecrasını böylesi kişilere bırakmaları. Belki de oralarda kirlenmekten korkuyorlardır…
Her siyasi partinin tek hedefi vardır; iktidar olmak ve ülkenin her yönden kalkınması için fikirlerini hayata geçirmek. Oysa öylesi partiler var ki ortalıkta, kendilerine payandalık rolü biçmişler. Demek ki ülkeyi yönetebilecek cesaretleri kalmamış ya da sorumluluk almaktan korkuyorlar.
Daha dün, seçim otobüsünün üstünde el ele kol kola olanların yarın meydanlarda birbirlerini nasıl eleştireceklerini bilemiyorum. Onlara tavsiyem birbirinizi eleştirmeden yapacaklarınızı anlatın yeter. Yoksa seçmen nazarında komik duruma düşersiniz. Amacınız iktidara kazandırmaksa hiç durmayın, en acımasızca birbirinizi eleştirin!..
Anlamadığım diğer bir konu da bir şehri yirmi beş sene kendilerinin yönettiğini unutanların vaatleri. Onların yerinde olsam seçmenlerin karşısına çıkar şöyle derdim: “Bu şehri yirmi beş senede ne hale getirdiğimizin farkına yeni vardık. İmar aflarıyla depremi aklımızdan çıkardık. Yüksek binalarla şehrin siluetini bozduk, Kanal İstanbul diye bir rüya gördük. Yani yirmi beş sene biz bu şehre ihanet etmişiz. Bir şans verin de düzeltelim.” İnanın ki daha samimi görünürsünüz.
Toplumsal bir yanlışımız da yirmi beş senenim biriktirdiği sorunların beş senede çözülmesini beklememiz. Buna da insaf artık derim…
İşte siyasetin bu çirkin yüzünü hiç sevmiyorum.
Ülkemize ve ulusumuza karşılıksız hizmet etmek yerine şahsi ya da yandaşlarının çıkarlarını düşünen siyasetçilerin, siyaseti daha fazla çirkinleştirmelerine izin vermeden, onları evlerine göndermenin zamanı gelmedi mi?..