Bölüşüm, katılım ve tanınma adaletine dair (2)
Siyasetin üç işlevi
Bunları sağlamak bir lütuf değil siyasetin asli görevidir. Bir siyasi iktidarın bu bağlamda üç temel görevinden söz edilebilir:
Üretimi artırmak, (Levra yoksulluk paylaşılmaz zenginlik paylaşılır). Ne yazık ki sadece betona yatırım yapan bir iktidarla karşı karşıyayız. Tarım alanları, doğal, tarihi turistik alanlar rant uğruna tahrip edildi. Dereler kurutuldu, ormanlar kesilerek lüks AVM’lere fiyakalı binalara yer açıldı. Deprem toplanma alanlarının başına da bunlar geldi.
Üretilenin adil bölüşümünü sağlamak, kalkınmayı tabana yaymak. Birilerinin "hep bana hep bana" aç gözlülüğü gelir dağılımındaki uçurumu artırıp sosyal patlamalara yol açar. Günlük harcaması 1,3 milyon TL olan Sarayın bu harcaması 9 bin asgari ücretlinin toplam gelirinden fazla. Sarayın şatafatının aylık bedeli ise 600 milyon TL. Birden fazla maaş alan bürokratlar, kamunun kaynakları ile haksız biçimde büyümüş türedi zenginler bir yanda öte yanda akşam evine ekmek götüremeyen milyonlar var. Bu nasıl bir adalettir?
Üretimi artırmak ve bölüşümü sağlam da yetmez. Önemli olan siyaset kurumunun bütün bunları huzur ve barış ortamında gerçekleştirmesidir. Üretimi artırıp bölüşümü sağlasanız bile eğer her gün cenazeler gelmeye devam etse, bütün bunların bir anlamı kalmaz. O yüzden huzur ve güven önemlidir. Hepsinden önemlisi toplumsal barışın sağlanmasıdır.
Başarı için atılması gereken üç adım
Bütün bunları gerçekleştirmek ve bu noktada özellikle de yerel yönetimlerde başarılı olmak içinse üç adım atmak gerekir;
Birinci adam ulaşılacak hedefleri netleştirmektir: Bu görev liderliğe aittir. Lider cesur ve kararlı olmalı, topluma güven ve heyecan vermelidir. Toplumun arzuladığı değişimi gerçekleştirmek için kitleleri seferber etme gücüne sahip olmalıdır. Çünkü değişimin gücü ancak onu isteyenlerin gücü kadardır.
İkinci adım, belirlenen hedeflere ulaştıracak projelerin ortaya konulmasıdır. Bunlar toplumla ulaştırılarak onlara umut olunmalı, iktidara gelindiğinde ise bu umut boşa çıkarılmamalıdır.
Üçüncü adım ise, projeleri hayata geçirerek hedeflere ulaştıracak kadroların ortaya çıkarılmasıdır. Çünkü hedefleri gerçekleştirecek olan nitelikli ve liyakatli kadrolardır. Bir kurumdan liyakat ve ehliyeti çıkardığınızda geriye kaos ve dedikodu kalır.
Unutulmamalı, başarılı cumhurbaşkanı, başarılı genel başkan, başarılı başbakan ya da başarılı belediye başkanı kendisi tek başına 24 saat çalışan değil, kadrosu nitelikli, çalışkan ve başarılı olandır. Bu nevi kadroları bulup ortaya çıkarmak ve onları ilgili görevlerle buluşturarak seferberlik ruhu ile çalıştırmak o işe liderlik etmek iddiasıyla ortaya çıkanın görevidir.
Lider her şeyi bilen ve yapan değil, doğru işi doğru kişi ile buluşturabilen kişidir. O toplumun enerjisini doğru yönde kanalize etmeyi başarabilendir. Lider doğru iş yapan, kadrolar ise işi doğru yapanlardır.
Nasıl olacak?
Bütün bunları yapmak için elbette yerelde ve genelde iktidar olmak gerekir. İktidar olmak için de bütün bunları yapmak lazım. Bir fonksiyonel etkileşim söz konusu. Yeni iktidarın ilk işi her şeyden önce geldiği iktidarı demokratikleştirmek olmalıdır. Eskinin sağ popülist neo liberal politikalarına son vererek demokratik kalkınmayı sağlamalıdır.
Ekonomik krize çare bulmalıdır. Yeni iktidar militarist ve güvenlikçi yaklaşımlara son vererek sosyal güvenlik devletine geçmeyi vadetmelidir.
Anayasanın 2'nci maddesinde yazılı olan "İnsan haklarına saygılı, laik, demokratik, sosyal hukuk devletini" ihya etmeli, bu kavramaların altını doldurmalı, cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmalıdır. Bunlar iktidara gelecek olan muhalefetin ana yol haritası olmalıdır.
Yerelde de kent sorunlarını çözen, depreme hazırlıklı, çarpık kentleşmenin önüne geçen, çevreci, sosyal ve çağdaş belediyecilik aynalayışı gereklidir. Toplumun beklentisi bu yöndedir halk bütün bunların gerçekleşmesini sabırsızlıkla beklemektedir.
Baskıcı yönetimler sonuç vermiyor
Sonuç olarak;
Milliyetçi ve İslamcı iktidarın sağ popülist, baskıcı ve yolsuzluklarla beslenen yönetimi yönetemiyor artık. Yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin de yönetilemediği yerde değişim vaktidir artık. İktidar yerelde bir başarı elde edilirse gidecek diye korku içinde; korktuğu için de korkutmaya çabalıyor. Bu da sorunları çözmek yerine, mevcut sorunları daha da ağırlaştırıyor.
O yüzden değişim için beklentilerin yükseldiği yakıcı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu statüko behemehâl değişmelidir. Nitekim bazı ülkelerde muhalif aktörler, sağ popülist iktidarları yenilgiye uğratmaya başladı ama hala bazı yerlerde zaman zaman bu tür figürler boy gösteriyor, bizde olduğu gibi.
Fakat artık işin sonuna geliyoruz. Onları sandıkta yüksek bir farkla göndermenin zamanıdır. Bunun için bu seçim hayatıdır. Çünkü bu seçim 2028’in kapısını açacak olan seçimdir aynı zamanda. Herkesin hesabı kitabı buna göre yapması ve buna göre davranması lazım.
Gücü tek adamda toplayan bu kati, bürokratik, merkeziyetçi anlayışın karşısına yetki ve sorumluluğun paylaşıldığı, demokratikleşmeye kaldıraç etkisi yaratacak ademi merkeziyetçi bir anlayış gerekiyor.
Yaşadığımız süreçte Türkiye de böyle bir deneyime ihtiyaç duyuyor. Bunu yaparken etkin ve hak temelli bir yerel demokrasiyi savunmak, daha da önemlisi bunu nasıl inşa edeceğimizi anlatmak gerekir.
Bu noktada bölüşüm, katılım ve tanınma adaleti büyük önem kazanıyor.