Hıfzı Topuz’un ardından
Haşa min huzur, “arkasından” yazılmaz böyle durumlarda, “ardından” yazılır.
Haşa min huzur, “öldü” yazılmaz, er kişiye yahut hatun kişiye, “rahmete vardı, öteye geçti, vefat etti, rahmetli oldu, uçmağa vardı” denir…
Haşa min huzur, “Hıfzı Topuz öldü” denmez, “Hıfzı Topuz da gitti..” denir..
Ustamız gidince, arkasından ne yazarız ki?
Yanaklarımızdan öpmüş, öyle, kaba ifade ile, yanak yanağa dokunmak değil, bildiğiniz, dudaklarıyla, bildiğiniz samimiyetle, Cumhuriyet’in resmi ilanından aylar önce, yine de Cumhuriyet’in ilk çocuklarından biri olarak doğmuştur…
Türk Basın Camiasındaki çoğu kıymet gibi, Galatasaray Lisesi’nden mezun olup, Uğur Mumcu gibi, ama Mumcu’dan daha evvel, Hukuk Fakültesi mezunu ve yine Mumcu gibi, hukukçu ama gazeteciliği tercih etmiş, beş kıtada, mesleki olarak gezmiş, tarih ve siyaset, kültür ve sosyal bilimler alanı dahil, iletişim bilimi alanında mesleki yoğunluğu olan, gazeteci ve yazardır, Hıfzı Topuz..
Bir Ara Güler, vefat ettiğinde bir de şimdi Hıfzı Topuz da, asırlık çınarların, öteye gidişi hissiyatı, zihin coğrafyamda, aralıksız en yüksek depremleri peş peşe tetikliyor…
Google’dan bulunacak bilgilerle değil, yaşayarak, dinleyerek, severek, bilerek, anlayarak tanıdık Hıfzı Topuz’u…
Kocaeli Üniversitesi ve İstanbul Aydın Üniversitesi İletişim Dekanı olarak da bildiğimiz, Kıymetli Hocamız Hülya Yenğin’in davetleriyle, doyamazsak da, kendi adıma, defalarca gördüğüm, görüştüğüm, konuşabilme bahtiyarlığına, soru sorma bahtiyarlığına, aynı masada bulunma onuruna eriştiğim, övmekle haddimi aşacağım, kıymetini tanıyan ve kendisinden okumalar yapan herkesin bildiği bu kıymetli insanın, ölümü, canımı yakıyor..
Eleştirilerim de olacak birilerine, ama bugünlerde değil..
Kızdıklarım da var, Hıfzı Topuz’un şahsında, bizzat şahsına yapılan ilgisizlik, saygısızlık, özensizlik beni hep rahatsız etmiştir…
Ama vakti şimdi değil…
Sevgili Ağabeyim, Hocam, Kıymetlim Recep Yaşar’dan almıştım son haberlerini… Recep Hocam ve Hıfzı Bey, Türk Basın Tarihi’ni, yeniden, güncelleyerek, eklemelerle, yeniden basmışlar, yeni bir eser ortaya koymuşlardı. İmzaya gidecektik sözümona… Önce Korona Pandemisi, sonra rahatsızlıklar geçirdiği dönemler derken, bugün de, vefatını öğrenmiş olmak, 26 Eylül’ü, kalbime de, zihnime de, acı bir hançer sızısı gibi, işledi..
Ölecekti, biliyoruz…
Hepimiz bir gün öleceğiz, biliyorum…
Ama, bazılarını öyle severiz ki, geçim sıkıntısı yaşamayız, ekonomik veya siyasal, eksilmeyiz. Sosyal veya kültürel güçlüyüzdür, yine de; bazılarını öyle severiz ki, onlar gittiğinde, bulmacanın son karesi eksiktir ve hep eksik kalacağı hissiyatı ile yaşamamız gerektiği gerçeği canımızı yakar..
Hıfzı Topuz, benim düşünce dünyamdaki eksik kavramların tamamlayıcısı, ışık adamlardan birisiydi, hep de öyle kalacaktır..
Yedi bin yılık Türk Kültürü’nün, ismi anılacak kıymetleri, ışık adamları varsa, “Karanlıklar çıksın diye aydınlığa,” yurtsever, insansever, cumhuriyetini ve milletini seven, evrensel insanların isimleri, hep yaşamalı…
Türkiye’de, bazı isimler vardır ki, o isimleri bilmeyen üniversiteli eksik kalmıştır, o isimleri bilmeyen meslek mensupları, yetiştirilememiştir. Bazı söz ve kelam ustaları vardır ki, bu isimleri bilmediklerinde, ustalıkları şaibelidir..
Hıfzı Topuz, öğrenmeyenin, bilmeyenin, okumayanın eksik kaldığı, Şah’eser İsimlerimizden, Ustalarımızdandır…
Ben, seni hep özleyeceğim ve yaşadıkça, tıpkı senin gibi diğerlerinin isimlerini yaşattığımız gibi, seni de, eserlerini okutarak, bakış açını ve çalışkanlığını, mütevazılığını, beyefendiğiliğini, zirveleri görmüş ama yamaçlara gelip bizi gibi tıfıllara, sunduklarıyla, karanlıklarımızı aydınlatmış olduğunuz için, hep minnettarım, Sevgili Büyüğüm, Hocam, Ustam, Ağabeyim…
Sen hep iyiydin, ve biz seni, Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin “İncinsen de, incitme” dediği gibi, Pirlerimiz arasında bildik…
Işıklar içinde, Cenabı Allah, ruhunu şad, mekanını cennet eylesin Güzel İnsan…