Vahşi kapitalizmin yarattığı açgözlülüğün bizi götürdüğü yer!
Günlük siyasi çekişmeler içinde asıl büyük problemleri unuttuk. Bugün bir yazı ile bu gidişata dikkat çekmek istedim. Dünyamız nereye gidiyor? Biz ne yapıyoruz? Hepimiz aynı gemideyiz. Ancak el birliği ile gemiyi deldik. Gemideki delik giderek büyüyor. Gemi batarsak hep birlikte batarız.
Nereye gidiyoruz?
Değerli dostlar biz bir yandan günlük ve konjonktürel hunharlıklarla uğraşırken diğer yandan dünya elimizden kayıp gidiyor. İnsanoğlunun güç arayışındaki gaddarlığı sadece güçsüzleri ezmekle kalmıyor doğayı da tahrip ediyor.. Çünkü doğaya karşı da aynı açgözlü saldırganlık sürüyor. Savaşlar, saldırganlıklar, onların yaptığı tahribatlar da cabası.. Hem insana, hem doğaya.. Bugüne saplanıp kalırsak geleceği göremeyiz. Böyle giderse insanoğlu bir süre sonra yapay yapraklar ya medikal haplarla yaşamak zorunda kalabilir.
Kapitalizmin biriktirme hırsı, mal mülk arayışı, para pul uğruna giriştiği vahşi katliamlar sadece insanoğlunu tüketmiyor doğa anayı da yok ediyor. Öyle ki yalanlarına sadece kendileri değil bizi de inandırıyorlar. Hem de ele geçirdikleri mevki makamla bilimi de kendilerine yalancı şahit tutarak...
İktisaden söylenen yalan
Bakın iktisat biliminden bir örnek vereyim. Okuyanlarınız bilir; bu bilim dalına şu yalanı söyletiyorlar, çıkarları için, efendim neymiş, “İnsanın sonsuz ihtiyaçları varmış, doğada ise bu sonsuz ihtiyaçları karşılayacak sınırlı olanaklalar varmış, ekonomi bilimi bu sonsuz ihtiyaçlarla sınırlı imkanları giderme bilimiymiş.” Yalan. Külliyen yalan. Sırayla bakalım.
Yalan 1: İnsanın neden sonsuz ihtiyacı olsun ki? Sonuçta yediği, içtiği, giydiği şey belli değil mi? Varsayalım dört mevsime göre dört ayrı giysisi olsun. Yok hayır onları zengin etmek için her birinden dört yerine kırk dört giysimiz olacak. Hatta bunu teşvik etmek için günler icat etmişler. Sözgelimi, “sevgililer günü”, “analar günü”, “babalar, günü” vb, domates toplama günü, salça kurutma günü, daha aklınıza gelecek türlü rezillikler. Mallarını satsınlar, zengin olsunlar diye bizi bu oyunlarına alet ediyorlar, kandırıyorlar. Yoksa bir insan senede bir gün mü anasını, babasını düşünecek, sevecek, böyle bir şeyi kimin aklı alır, kimin gönlü razı olur..?
Yalan 2: Sizin için güzel alışveriş merkezleri yapıyoruz, diyorlar. Bizim içinmiş.. Şimdi bu dev tapınma mabetlerindeki lüks AVM’ler bizi düşündükleri için mi yapılmış, yoksa satmayı hem kolaylaştırmak hem de çılgın bir tüketim toplumu yaratmak için mi? Elbette güzel mekanların olması herkesin beklentisi, ama maksat bu değil, maksat bu işi organize etmek.. Bir sakız almaya giren biri oradan bin bir şey alsın diyedir bütün bu yapılanlar. Kapitalizm insanın ruhunu zenginleştirecek şeylerle ilgilenmez, kendi cebini dolduracak şeylerle ilgilinler daima. Tek derdi çabası budur; yaptığı uğraşların nihai hedefi de…
Sanayinin ilk dönemlerinde üretim kutsaldı, artık bu post fordist dönemde tüketim asıl şimendifer. Daha önceleri var olan kitleler için kütle üretimini şimdi esnek üretime dönüştürüp kitle tüketimine çevirdiler. İnsanların kitleler şeklinde mağazalara hücum etmesi, moda adı altında her gün ihtiyacı olmadığı halde yeni bir şey alması amaca giden yolda başardığı araçlardan biridir.
Yalan 3: Herkesi düşünüyorlar gibi yapıyorlar. Yalan. Bu dev tüketim mabetleriyle sadece küçük esnafın köküne kibrit suyu dökmediler, insanları bu mabetlere adeta tapınmaya çağırırcasına birer tüketim makinesine, gösteriş budalasına, marka ve sözüm ona moda sevdalılarına çevirdiler. İnsanlar var olmak yerine, bunlarla kendilerini var edeceklerine inanıyorlar/inandırıyorlar. Bu giderek bir toplumsal kültürel histeriye dönüşüyor. Kişi kendini ancak böyle gösteriyor, arkadaş seçiyor, çevre ediniyor. Bu da her türlü dışsal maddi tüketimi, kendini gerçekleştirmenin önüne koyuyor. Böyle bir toplum yaratıcı olamadığı için ileri de gidemiyor. Boş bir böbürlenme, özentili bir taklitçilik sonunda kuruyup gidiyor. Anlayacağınız bu devirde artık, var olmadan varlıklı olmak, kendini satmak/göstermek önemli.. Kafasında ne var, toplum için ne yapmış ne değer üretmiş, bunlar önemsizleşiyor. Bunların yerine oturduğu ev, bindiği araba, giydiği elbise veya kullandığı telefonun markası önemli olmaya başlıyor. Kimi ekonomik gelgitlerde bunlar elden gidince çevre de gidiyor. O zaman da içine düştüğü yabancılaşma girdabı onu travmatik psiko- patolojik durumlara sevk ediyor. Kriminoloji azıyor, toplumsal çürüme ve yozlaşma artıyor, toplumsal doku yırtılıyor/yarılıyor/yaralanıyor. Telafisi zor sosyal bunalımlar bu nevi sosyal oluşmalar daha da boyutlanıyor.
Yalan 4: Doğa dostu yalanlarıyla sadece doğayı değil, zihinleri de kirletiyorlar. Bunca şeyi karşılamak için doğayı hızla tüketiyorlar. Oysa insanın ihtiyaçları belli ve sınırlı... Günde üç öğün yemek yer ve üstü başına uyacak temiz giysiler giyer.. Hayır bu yetmez, lüks villalar, arabalar, AVM’ler olmazsa adam değilsin demek isteniyor. Çıldırmış ultra kapitalizm, bizi oyuna getirip tuzağına düşürüyor. Bu nevi zevatın zevklerini karşılayacak sözüm ona açıkgözlü müteahhitler kent rantlarına aç kurtlar gibi saldırıyor. Farkında olmadan hem günümüzü hem de çocuklarımızın yaşayacakları bir geleceği çalıyor tahrip ediyorlar. Onlar bunu yaparken dünyanın da bizi besleyecek, barındıracak ve taşıyacak hali kalmıyor. Tek umursadıkları satmak, kazanmak ve biriktirmek. Marx’ın “biriktirin biriktirin, dininiz de imanınız de biriktirmektir” dediği gibi.
Yalan 5: Bütün bunları yaparken bölüşüm, hak hukuk, çevre, adalet, güzellik, estetik kavramlarını kullanmaktan bu kavramları kirletmekten aşındırmaktan geri durmuyorlar. Oysa onlar bu kavramlardan nefret eder. Sadece onları tuzak olarak kullanırlar. Sözgelimi bölüşmeyi ele alalım. Bölüşmek mi? Sakın ha ondan hiç bahsetmeyin.. Kapitalizm büyümeyi sever, bölüşmeyi asla... Nefret eder bölüşmekten. O nedenle vahşi kapitalimin olduğu yerde gelir dağılımındaki uçurum had safhadadır. Fakir taraf her gün o uçurumdan düşerken zenginler zenginliklerine zenginlik katarlar. Birileri haksız “kazançlarla” boğazına kadar dolmuş, öbürü açlıktan ölüyor, kimin umurunda.. Eşitliği, bölüşümü ve adalet duygusunu oluşturan vicdan da hak getire... adalet onlar söz konusu olduğunda adalettir ötesi zindandır, zülümdür. O nedenle hukuku da eşitliği hakkı hukuku ihya etmek için değil üstünlerin hukukunu korumak için bir araç olarak kullanırlar. Yoksul insanlar adalet ağına takılıp acı çekerken zenginler bu ağı yırtar geçip giderler.
Bunlar vahşi kapitalizmde yaşadığımız acı gerçeklerdir. Bu sözlerimle gelişmeye ilerlemeye karşı olduğum sanılmasın. Tersine bunları savunan ve gereğini yapmaya çalışan biriyim. Ama bilim insanı namusu aynı zamanda yalanları teşhir etmeyi de gerektirir. Sadece kendimiz için değil gelecek kuşaklar için de buna ihtiyaç var.. O sorumlulukla bunları dile getirmek istedim.
Dünyanın limiti aşıldı
Aç gözlü kapitalizmin saldırıları karşısında sadece insanların bir kısmı ezilip sömürülmüyor. Bu saldırılar doğaya da yapılıyor, doğa üç beş kuruşluk haksız kazançlar ve ganimetimsi karlar için tahrip ediliyor, sürdürülebilir olmaktan çıkarılıyor. İşte size dünyanın gidişatından bazı örnekler.
Dünya bu hali ile artık bize, üstünde yaşayan insanlara yetmiyor. Küresel Ayak İzi Ağı’na göre (Global Footprint Network), şu anda insanoğlunun yaşamını sorunsuz idame etmesi için 1.6 dünyaya ihtiyacımız varmış. Doğal kaynakları öylesine hızla tüketiyoruz ki, gezegen kendini yenilemeye fırsat bulamıyor. Kaynaklar azalıyor. Aşırı avlanma yüzünden denizlerdeki balık stokları tehlikede. BM gıda örgütü FAO, raporunda Akdeniz ve Karadeniz’deki aşırı avlanmanın “kaygı verici” seviyede olduğunu bildiriyor. Böyle giderse 2050’lerde avlayacak balık bulmayacağız...
Okyanusların giderek asitlenmesi bir başka büyük sorun. Doğaya saldığımız karbondioksitin yüzde 30’unu okyanuslar emiyor. Okyanuslardaki asit seviyesi bu yüzden habire yükseliyor. Kabuklu canlılar ve özellikle de planktonlar tehlikede. Planktonlar okyanuslardaki besin zincirinin temel halkası. Bunlar gidince besin zinciri de gidiyor.
Her gün günlük karlar için yüzbinlerce ağaç kesiliyor. Ormanlar tehlikede. Her saniye bir futbol sahası büyüklüğünde orman alanı yok ediliyor. Yıllık orman kaybı 5.8 milyon hektara ulaşmış durumda. Nüfus artıyor ama tarım arazileri azalıyor giderek yok oluyor. Nedeni yoğun yapılaşma.
Kömür, petrol gibi fosil yakıtlar havayı hızla kirletiyor. Bu yüzden iklimler değişiyor. Sıcaklık artışı durdurulamazsa durum felaket.
Tatlı su kaynakları sınırlı. Daha da azalıyor.
“Dünya Limit Aşım Günü” nedeniyle yapılan açıklamada, doğanın dengesini bozmadan tüketebileceğimiz kaynakların tümünü sekiz ayda tükettik, deniyor. Yani dört ay gelecekten yiyoruz. Gelecek yıl bu beş aya daha gelecek yıl altı ay derken daha yıl sonuna varmadan o yılın bütün kapasitesini tüketmiş olacak ve gelecekte kuark, kavruk, tükenmiş kirli bir dünyada organik gıdalardan mahrum plastik yiyeceklere mahkûm yaşamak zorunda kalacağız. Çünkü her geçen gün giderek daha hızlı tüketiyoruz. Ne olacak şimdi? Gelecekten borç alacağız. Oysa Kızılderili atasözünde ne diyordu: “Yeryüzü bize atalarımızdan miras kalmadı. Biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık.” Yeryüzünü çocuklarımızdan çalıyoruz. Böyle devam ederse 2030 yılında bir yıllık kaynağı 6 ayda tüketmeye başlayacağız. Bu da gezegenimizin daha hızlı tükenmesi demek.
Peki çare ne?
Acilen bir “U Dönüşü” gerekli. İhtiyacımız kadar tüketmeyi öğrensek sorun kalmaz. Bu gezegende misafir olduğumuzu bilsek, gelecek nesilleri de düşünsek olmaz mı? Her şeyi çöpe atmak yerine geri dönüşümü sağlamalıyız. Fosil enerjilerden vazgeçip güneş, rüzgâr gibi yenilenebilir kaynaklara yönelmeliyiz. Nüfus artış hızını yavaşlatmalıyız. Hayat tarzımızı değiştirmeli, sadeleşmeliyiz. Tüketim çılgınlığına son vermeliyiz... En önemlisi, eşitsizlikleri gidermeliyiz.
Örneğin dünyadaki herkes Almanlar gibi tüketmeye başlasa, 1.6 dünya değil, 3 dünya bize yetmez. ABD yurttaşı gibi tüketse herkes, 4 dünya az gelir. Tek çare bu zihniyetten, bu gidişten ve vahşi kapitalizmden kurtulmalıyız.
Peki politikacılar neden çözüme yanaşmıyorlar? Hani gelecek nesillere bırakacaktık. Kendimize bile yettiremedik.
Ne açgözlüsün ey insanoğlu.