Karanlıktaki ışık sensin
Elimizde olan, yanımızda olan ve hayatımızda olanları yaşarken kıymet bilmeyen bizlerin, acıyla tanıştığı zaman kıymet bilmesi çok üzücü. Güzellikleri görmek ömrü renklendirici bir faktördür oysa. Olmayana hevesliyiz. Olanı yok görmeye kodlanmışız sanki. Olana tamah etmek ve onun güzelleştiren tarafı ile hayatı kucaklamalıyız. Bizi biz yapan verdiğimiz değerler, önemsediğimiz hayatlardır. Karanlık ve ışık, hayata baktığın noktadadır. Başarı, diplomada değil insan kalabilmektedir. Bizden olmayan bizden değildir felsefesini hiç bir zaman sevmedim. Oldukları gibi kabul etmeyi ve bu hayatta karşımıza çıkan herkesin yaşamımda bir görevi olduğunu düşündüğümden beri daha fazla sevgiyle hayata sarılıyorum.
Gelin size Helen Killer'in hayatını anlatarak konuyu derinleştireyim. Azim, inanç, güç, sevgi ve isyan yerine şükrederek zirveyi gören Helen Killer'in hayatı umarım gökkuşağı kadar renkli bir ışık olur.
1880 yılında doğdu. Babası küçük bir şehirde gazeteciydi. Bir kaç kelime öğrenmeye yeni başladığı dönemdeyken 19 aylıkken, birkaç gün süren ateşli bir hastalık sonucunda görme, işitme ve konuşma yeteneğini kaybetti. Artık o hayatını karanlık bir hapishanede geçirecekti. Ailesi elinde geleni her ne kadar yapsa da ilerleme olmadı. Helen Killer artık kör, sağır ve dilsizdi. Yaşaması, kabullenmesi zor bir hayat karşısında hırçınlaştı. Ama mücadeleci ruhu çocukluğunda bile üst seviyedeyi. İnek sağmayı, hamur yoğurmayı küçük yaşta öğrendi. Helen, zeki ve hassas bir çocuktu. Bahçedeki bitkilerin ve toprağın farklı kokularından yararlanarak kendisinin o anda nerede bulunduğunu keşfedebiliyordu. Yedi yaşına kadar ailesiyle anlaşabilmek için kendi kendine 60’dan fazla işaret geliştirdi. Örneğin ekmek isterken birşeyi kesiyormuş gibi, dondurma isterken kollarını titreterek üşüyormuş gibi yapıyordu.Helen’in bilinçli bir eğitime ihtiyacı vardı ve böyle bir eğitimi verebilmek için ailesi yeterli değildi. Bu konuda çeşitli araştırmalarda bulunan ailesi, bir gün Perkins körler okulu müdürü doktor Eneglıs’la karşılaştı. Okula kayıt yapıldı ve hayatı boyunca yanında olacak kişi olan Anne Sullivan, Perkins Körler Okulundan mezun, az gören bir kişiydi. Okul müdürü tarafından Helen’in yetiştirilmesi için görevlendirildi. Ann Salıvın, Helen Keller için hem bir öğretmen ve hem de en yakın ve en güvenilir bir arkadaş oldu. Anne Sullivan, Önce Helen’in hırçın davranışlarının kontrol altına alınması gerektiğini düşündü. Onun, bu davranışlarının insanlarla iletişim kuramamaktan kaynaklandığını farketti. Parmaklarıyla Helen Keller’in elinin içine çeşitli işaretler yaparak anlaşmaya çalıştı.
Örneğin, suyu öğretmek için Helen’in elini musluğun altına tuttu, toprağı öğretmek için elini toprağa dokundurdu. Öğretmek istediği her sözcüğün harflerini elinin içine tek tek çizerek anlattı. Helen Keller daha sonra kör ve sağırlar okuluna yakın olmak amacıyla Ann’le birlikte Boston’a gitti. Burada Radcliffe Koleji’ne Harvard Üniversitesi’ne girdi. 1904’de 24 yaşındayken tarihte ilk sağır ve kör bir kişi olarak başarıyla üniversiteden mezun oldu.
Helen, 2 senelik kısa zaman diliminde matematik, coğrafya, Fransızca ve Almanca öğrendi.
Helen Keller, kolejde öğrenciyken Kendi Hayatımın Hikayesi adlı bir kitap yazdı. Bu kitap o kadar çok beğenildi ve satış yaptı ki, Helen Keller kitaptan elde ettiği parayla kendisine bir ev satın aldı. Yazdığı kitap 50 ayrı dile çevrildi. Ayrıca, körlük, sağırlık, sosyal olaylar ve kadın hakları gibi konularda da 13 kitap yazdı. Yazıları ve kitapları çeşitli dergi ve gazetelerde tekrar tekrar yayınlandı. Helen Keller kitaplarını önce Breyl daktiloda yazıyor, daha sonra bunları normal daktiloyla mürekkep yazıya kopye ediyordu.1946-57 yılları arasında 5 kıtada 35 ülkeyi ziyaret ederek çeşitli konferanslar verdi. Bu konferanslarını konuşma ve işaret lisanı yoluyla veriyordu. Diğer insanlar kadar düzgün olmasa da Helen, konuşmayı öğrenmeyi başarmıştı. Verdiği konferanslarla, ve her şeyden önce kendi örnek mücadeleci yaşamıyla, ziyaret ettiği bütün ülkelerde, Helen Keller, milyonlarca insana ümit, cesaret ve iyimserlik duyguları aşıladı. Helen Keller 1968’de 88 yaşındayken Vesborg’daki evinde, dünyaya veda etti.
Helen Keller’in dünya görüşünü anlayabilmemiz için onun kendi sözlerinden birkaç örnek sunmak istiyorum:
Karamsar bir insan, ne yıldızların sırlarını keşfedebilir, ne bilinmeyen topraklara seyahat edebilir, ne de insan ruhuna yeni ufuklar açabilir.
Bir mutluluk kapısı kapandığında diğeri açılır. Ancak biz kapanan kapıya o kadar uzun bakarız ki, bizim için açılmış bulunan yeni kapıyı görmeyiz.
Dünya ıstırap dolu olsa da yaşama sevinci çoğu zaman ağır basar.
Uygulanmayan fikirlerin hiçbir değeri yoktur.
Hayattaki en güzel şeyler gözle görülmez veya dokunulmaz. Onları kalpte hissetmek gerekir.
“Ertesi gün sanki kör olacağınızı biliyormuşsunuz gibi gözlerinizden yararlanın. Seslerin musikisini, kuşların ötüşünü, bir orkestranın uyumunu birazdan sağır olacakmışsınız gibi dikkatle dinleyin. Ertesi gün dokunma duygunuz elinizden alınacakmış gibi, her eşyayı sevgi ile okşayın. Çiçekleri koklayın, yediklerinizin tadından zevk duyun. Beş duyunuzdan elinizden geldiği kadar yararlanın. Doğanın size sunduğu organlarınızla dünyanın güzelliğini fark etmeğe çalışın ve mutlu olun. Fakat bence görmek diğer bütün duygulardan daha değerlidir.”
Şimdi soruyorum karanlıktaki ışık insanın kendisiyken, hayatı karartmak için yalan sözler, tembellikler, isyanlar, hırs için zulümler, dünya nimetleri için savaşlar, kavgaların arasında mutlu olmak kolaydır. Oysa, güzellikleri görmek ve bu dünyanın herkese ait olduğunu düşünerek adil ve insan olarak kalmak, yaşamak çok mu zor?