Gerçekler ıssızlıkta saklanabilir
Konfüçyüs, yüzyıllar öncesinden, “Gerçek bilgi, insanın ne kadar cahil olduğunu bilmesidir.” diyordu haklı olarak.
Yaşım ilerledikçe bildiklerinin az olduğunu daha da net anladım, oysa gençken hayatı çözdüğümü düşündüğüm yani “ben artık büyüdüm, biliyorum” dediğim zamanlarda ne kadar da cahilce düşünceler olduğunu gülümseyerek anlıyorum. Şimdilerde mesleğim ve yoğunlaşarak bildiğim konular üzerine yorum yapabilirken, bilmediğim konuları öğrenmeye çalışıyorum. Bu hem heyecan verici hemde yavaş ilerlese bile gayet keyifli. Öğrencilik zamanımda ise tabiri caizse isyan ederek ne işime yarayacak diyerek mecburiyetten öğreniyordum.
Gördüğümüz ve detayını bilmediğimiz konularda böyle değil midir? Kişilerin yaşam öyküsünü bilmeden perde önünde yaptığı ile yargılamak da aynı değil midir? Gerçekler bu sebeple belki de acıdır. Dünyanın en kolay işi nedir diye sorsalar tek kelime ile yargılamak derim. Bunun dışında tüm işlerin ve kişilerin perde arkasındaki gerçeği meşakkatli bir gizem içerir.
Arzuladığın, heyecan duyduğun hayatın, öğrenme denizi okyanus ile yarışır.
Sorumlu mevkilere getirilmiş bazı insanların, sözlerini yaptıklarını duyunca hayal kırıklığına uğramam boşuna değil! Çünkü onlar bilmediklerini bilmedikleri gibi, ellerinde bulundurdukları mevki gücünün etkisiyle, çevresinde yer alan insanları ve onu dinleyenleri söyledikleriyle inandırmaya çalışıyorlar. Er ya da geç gerçeklerin ortaya çıkacağından bihaber olarak.
Gördüklerimiz, duyduklarımız hangi gerçeğin yansıması olduğunu ilk etapta elbette bilemeyiz, sabır, sukunet ve öğrenme araştırma isteği ile gördüğümüzün arkasındaki sırrı bu şekilde baktığımızda görebiliriz.
*
Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçmemekle birlikte müfessirler tarafından Hızır’a ait olduğu kabul edilen Kehf sûresindeki kıssa özetle şöyledir: Hz. Mûsâ genç adamına iki denizin birleştiği yere ulaşmaya karar verdiğini söyler, bunun üzerine beraberce yola çıkarlar.
Musa aleyhisselam bir balık aldı ve onu bir zembil içine koydu. Musa, genç adamına demişti ki: “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim yahut senelerce gideceğim.” Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu.
İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman Musa, genç arkadaşına: “Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk” dedi. Genç: “Gördün mü, dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti.”
Musa da demişti ki: “İşte aradığımız o idi.” Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler. Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
Musa ona: “Allah’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” dedi. (Hızır) Dedi ki: “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin. İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?”
Musa: “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim” dedi. (Hızır) dedi ki: “O halde bana tabi olacaksın; ben sana sırrını anlatmadıkça, hiçbir şey hakkında bana soru sorma!”
Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hızır) gemiyi deldi. Musa, ona şöyle dedi: “Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın.”
(Hızır:) “Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi. Musa dedi ki: “Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma.” Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa: “Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu sen çok fena bir şey yaptın” dedi. (Hızır) Dedi ki: “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?” (Musa) Dedi ki: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma! Hakikaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek son mazerete ulaştın.
Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu doğrulttu. Musa: “İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın” dedi. Hızır dedi ki: “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.”
“Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.”
“Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk. İstedik ki Rableri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayırlı ve daha çok merhamet eden birini versin.”
“Duvar ise o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur.”
Bakara Suresi 216. ayet: “Sizin hayır sandığınız şer, şer sandığınız şeyde hayır vardır.”
Görünen ve görünmeyenler için yorum yapmadan önce, araştırmak, bilmek, emin olmak dışındaki her düşünce söylenmiş sözdür sadece. Kapalı kapıların farklı bir hayata açılacağını bilerek adım atmadan önce sevgiye, bilgiye kucak açmak gerekir. Gerçekler bazen kapalı kapılar ardında saklanmak ister.