İki Ameliyat Arası
Elimde fırından yeni çıkmış ekmek gibi buğusu tüten bir kitap var. Yazarı bölgemizde hekimlik yapan değerli tıp emekçisi Dr. Atilla Yılmaz.
İnsandaki yazma güdüsünü bilince çıkaran Sait Faik’in “Yazmasam delirecektim” müthiş cümlesini kitabın ilk sayfalarında okuduğumda, Atilla Hocam iyi ki yazmışsın dedim.
Yediveren Yayınlarından çıkan kitabın kapağındaki ameliyat aletleri eskizleri sizi korkutmasın. Ürpertili bir bakıştan sonra kitabı okumaya başladığınızda, sayfalardaki insani olanların içtenlikli anlatımı sizi sarıp sarmalayacak.
Kitabı elime aldığımda gözümün önüne 20. yy’nin başyapıtları arasında yer alan “Usta ile Margarita” romanının yazarı Mihail Bulgakov’un “Genç Bir Doktorun Anıları” adlı öykü kitabı geldi. Kiev Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1916 yılında birincilikle mezun olan Bulgakov, büyük şehirlerde doktorluk yapma imkânı varken, halkına hizmet idealiyle kura çekerek Rusya’nın ücra bir kasabasına gider.
Bolşevik Devrimi yıllarında mesleğini icra eden Bulgakov’un gündelik yaşamında ve hasta hekim ilişkilerinde karşılaştığı zorlukların dramatik öyküleri, okurda insana dair düşünmenin ve tasavvurun sınırlarını genişletiyor. Bu anlamda doktorların hayata bakış tarzlarındaki nüanslar önemlidir.
Yılmaz, 1989 yılında ilk görev yeri olarak Afyonkarahisar Devlet Hastanesi Acil Servisi’ne tayin edildiğinde, ilk hastasının sağır ve dilsiz oluşu, hekim hasta ilişkisinde bütün o mesleki bilgilerinin yanında insanın insanla ilişki örgüsünü sağlayabilecek başka bilgilerin ve pratiklerin gerekliliğini duyumsar. İşte bu noktada Yılmaz da beden dilini kullanarak hasta ile ilişki kurar. Tabi beden dilini ifade ediş sürecindeki mimik ve el kol hareketleri orada bulunan kişiler tarafından gülmeyle karşılanır.
Yılmaz yalnız bir hekim değil, aynı zamanda hastane başhekimliği bağlamında bir hastane işletme yöneticisidir aynı zamanda. Böyle bir görevi idare-i maslahat anlayışıyla değil de tersine, hastane yaşamının hasta ve çalışanlarla birlikte daha kaliteli, daha verimli hale getirilmesi ve bunun için gerekli olan mekân düzenlemeleri hususunda da çözümler üreten Yılmaz’ın kitapta yer verdiği bir anısı, insanı hem gülümsetiyor hem de bürokrasinin sığlığını gösteriyor.
Bürokrasi deyince aklıma görüşlerine pek katılmadığım, ama müthiş zekice tespitleri olan Yalçın Küçük’ün “Bürokrasi güç giydirilmiş sığlıktır” sözü geldi. Yılmaz gibi yenilik ve verimlilik peşinde koşan niceleri, bürokrasinin o sağır ve beton duvarına toslamışlardır.
O dönemde SSK hastanelerinde hastanenin işleyişinde kimi teknik cihazların sahipliğine ve kullanımına varana kadar birçok hizmetleri yürüten hastane dernekleri varmış. Hükümet bu dernekleri kapatmış ve 1 ay içerisinde tasfiyesini zorunlu koşmuş. Hükümet nezdinde bütün girişimler sonuçsuz kalmış.
Yılmaz da günlerce bu sorunu nasıl aşabileceğinin düşünceleriyle boğuşurken en son başhekimlik ekibi, dernek yöneticileri ve dernek avukatıyla bir toplantı yapmış. Avukata konuyla ilgili yasayı ve dernekler yasasını tekrar incelemesini söylemiş. Oradan bir çıkış yolu bulabileceği hissini taşıyan Yılmaz, avukatın bu yasa spor dernekleri yasasını kapsamıyor demesi üzerine, pratik zekasını kullanarak, arkadaşlar mesele çözülmüştür; derhal bu derneğin adını genel kurul yaparak Trabzon SSK Spor Derneği yapıyoruz diyor. İşler aksamadan yürüdüğü gibi dernek bünyesinde kurdukları basketbol takımı da şampiyon oluyor.
Mizah, dram yan yana
Mizahla trajedinin bir arada yaşandığı meslekler nedir deseler, hekimlik, yargıçlık, avukatlık derim. Bunu Yılmaz’ın kitabını okuyunca daha yakından duyumsadım. Av. Faruk Erem’in “Bir Ceza Avukatının Anıları” kitabı ise mahkeme salonlarındaki insan hallerinin ve trajedilerinin kısa, ama yoğunluklu ve sarsıcı anlatımıdır. Elbette başka örnekler de vardır ve özellikle sinema sanatında, hastane ve mahkeme alanlarında geçen çok sayıda konu işlenmiştir.
Eh! Konu Karadeniz olunca ortaya Temel fıkrası gibi yaşanmış bir olayın çıkması pek şaşırtıcı değil.
70 yaşlarında bir amca sinirli bir şekilde “Bu hastanenin başhekimi kimdur, nerededur” diyerek Başhekim Yılmaz’ın odasına dalar. Amcayı sakinleştiren Yılmaz, hikâyeyi dinler.
Beyin MRI çektirmesi gereken amca, radyoloji bölümüne giderek “Uşağum peyin MRI çektireceğum” der. MRI cihazı arızalıdır ve arızayı gidermek için Ankara’dan gelen teknik eleman “Beyefendi MRI cihazı üç gün off’ta kalacak, mümkünse o zaman gelin” der.
Bunu duyan amca ise, kalkıp Trabzon’un Of ilçesindeki SSK dispanserine gider. Orada cihazın olmadığını öğrenen amca tekrar Trabzon’a döner ve bunlar benimle oyun mu oynuyor diyerek büyük bir sinirle başhekimliğe gelir. İngilizce de kapalı anlamına gelen off ile ilçenin adı olan Of’tan kaynaklı yanlış anlamada suç Trabzonlu amcanın değildir. Ona cihaz off’ta denilmiştir, o da Of’a gitmiştir. Suç, Ankara’dan gelen teknik elemanındır. MRI arızalıdır demek yerine ne diye İngilizce off diyorsun ki! Karadenizliyle Türkçe anlaşmak zor ki, eleman kalkmış bir de İngilizce kelime kullanıyor!
Ülkemizde uzun bir süreden beri yaşanan Kürt sorunu trajedisinde önyargıları aşmanın önemli bir deneyimini yaşayan Yılmaz, kitabında buna uzun uzun yer vermiş, iyi de etmiş.
Trabzon SSK voleybol takımı ile Diyarbakır Belediyesi voleybol takımının kendi şehirlerinde karşılıklı maç yapmalarının hikayesini kitaptan okumanızı salık veririm. Özellikle 117. sayfayı okurken Yılmaz’ın sorunu sorun olmaktan çıkaracak insani temeldeki yaklaşımı çok sağlıklı.
Kitapta anlatılan her bir olayın başında, konuyla uyumlu ve derinliği olan harika epigramlar kullanılmış.
Yılmaz aşk, sevgi, duygu, akıl gibi kavramlara dair görüşlerini serdederken ortaya parıltılı paragraflar çıkmış. Kitap yalnızca anılardan ibaret değil; anılarda geçen insan davranışları ve ilişkileri üzerine yazılanları okurken, okuru varlığa dair düşünmeye sevk ediyor. Kitabın derinliği de buradan ileri geliyor.
Bu tür kitapların yazarı, yalnızca yazar olmasından dolayı bir özne değildir. Anlatının ifade ediliş tarzıyla da yazarın kendisi kitabın öznesi olmalıdır. Dolayısıyla Yılmaz, kitabı birinci tekil şahıs olarak yazsaydı, okur açısından anlatımı doğrudan kılacağı için, daha etkili olurdu. Bu yöntemi yalnızca “Kitabın Çıkış Hikayesi” ile “Son Söz Yerine” bölümünde kullanmış.
Hekimlik mesleğinin içinden biri olarak Yılmaz’ın kitabında, hekimlerin bugün daha bir yoğunlaşan sorunlarına yer vermesi gerektiği bir bölüm bekliyordum ki, kitabın sonunda “Son Söz Yerine” başlıklı yazı, beklentimi karşıladı. Sanıyorum okur açısından da bu kısım önem arz etmektedir.
Yılmaz’ın bu ilk kitabı salt bir hekim gözüyle sınırlı ve teknik bir kitap değil; insana dair hikayeleri bir yazar yetkinliğiyle okura ileten Yılmaz’ın kalemine sağlık diyor, yeni kitaplarını bekliyoruz.