22 gün 22 gece
Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta, Sakarya Meydan Savaşı başlıklı bölüme girmeden önce, “Saygıdeğer ulusuma şunu öğütlerim ki: bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı, çok iyi incelemekten hiçbir zaman vaz geçmesin.” der.
1921’in Ağustos’una girildiğinde Mustafa Kemal’in yayınladığı genelgedeki ifade açık ve nettir: “Pek uzak olmayan bir gelecekte karşımızdaki hain ve tükenen Yunan ordusunun da imhası imkân altına girecektir.” İkinci İnönü Savaşı’ndan üç ay sonra, Temmuz başlarında Yunan ordusu tekrar cephemize saldırıya geçer. Kütahya-Eskişehir Savaşları adıyla anılır bu savaşlar ve on beş gün sürer. Ordumuz 25 Temmuz akşamı Sakarya doğusuna çekilir. Nedenini Nutuk’tan özetle aktaralım.
Yunan ordusu İkinci İnönü Savaşı’ndan sonra genel seferberlik yapmış olduğundan; “insan, tüfek, makinalı tüfek ve top sayısı bakımından ordumuzdan önemli derecede üstündü.” diyen Mustafa Kemal Paşa şöyle devam eder: “Temmuz’da Yunan ordusu saldırıya başladığı zaman, ulusal hükûmetin durumu ve ulusal mücadelenin gelişmesi, bizim genel seferberlik ilanımıza ve bu şekilde ulusun bütün kaynak ve olanaklarını, başka bir şey düşünmeksizin, düşman karşısında toplamaya henüz uygun ve yeterli görülmemişti.”
İki ordu arasındaki “orantısızlığın belirgin başlıca sebebi” budur.
İsmet Paşa’yı Karacahisar’daki karargâhında ziyaret eden Mustafa Kemal Paşa, genel olarak şu direktifi verir: Ordumuzu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olsun diye düşman ordusuyla araya büyük bir mesafe konmalıdır. Bu nedenle Sakarya doğusuna çekilmek uygundur. Mustafa Kemal Paşa bu geri çekiliş sonucunda Eskişehir gibi önemli yerlerin düşmana bırakılacağını ve bunun kamuoyunda “manevi sarsıntı” yaratacağını bilmektedir ancak elde edilecek başarılı sonuçlarla bu sakıncalar da ortadan kalkacaktır. İsmet Paşa’ya; “Askerliğin gereğini kararlılıkla uygulayalım. Diğer türden sakıncalara karşı koyabiliriz.” der. Manevi sakıncalar hemen kendini gösterir, muhalifler karamsarca haykırmaya başlarlar: “Bu gidişin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir?” Mersin Milletvekili Salahattin Bey kürsüden Mustafa Kemal’in adını söyler ve “Ordunun başına geçsin!” der. Katılanlar çoğunluktadır ancak karşı olanlar da vardır.
Mustafa Kemal Paşa’nın bu konudaki analizini kendi sözleriyle verelim.
“… Bir defa, benim doğrudan doğruya ordunun başına geçmemi önerenlerin düşünce ve amaçlarını ikiye ayırmak mümkündür. Benim ve benimle beraber birçok kişinin, o zaman anladığımıza göre, bazı kişiler, artık ordunun tamamen yenildiği, durumun düzeltilmesine imkân kalmadığı, dolayısıyla davanın, yürüttüğümüz ulusal davanın kaybedildiği yargısına varmışlardı. Bu sebeplerle duydukları öfke ve hıncı benden almak istiyorlardı. İstiyorlardı ki, kendi sanılarınca bozguna uğramış ve bozgunu devam edecek olan ordunun başında benim de kişiliğim bozguna uğrasın. Diğer bir kısım kimseler, diyebilirim ki çoğunluk, bana olan güvenlerinden dolayı, içten duygularıyla, doğrudan doğruya ordunun başına geçmemi istiyorlardı.”
Mustafa Kemal Paşa’nın fiilî olarak başkomutanlığı üstlenmesi, “bütün Meclis’te son çare ve son önlem” olarak görülür. Bu düşünce Meclis dışında da hızla yayılır. Mustafa Kemal Paşa suskundur ancak bu suskunluğun, “yıkımın kesin ve yakın olduğu düşünce ve inancını” yaygınlaştırdığını anlayınca kürsüye çıkar. Bu durum 4 Ağustos’ta bir gizli oturumda gerçekleşmektedir. Üyelere teşekkür eden Mustafa Kemal Paşa, Başkanlık makamına bir önerge verir. “Genel olarak beliren istek ve dilekler üzerine” Başkomutanlığı kabul ettiğini ve bunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sahip olduğu yetkileri fiilî olarak kullanmak koşuluyla üstlendiğini belirtir ve bu yetkinin “üç ay gibi kısa bir süreyle sınırlandırılmasını” rica eder. İtiraz sesleri yükselir ancak Mustafa Kemal Paşa görüşünde ısrar eder; durum olağanüstüdür, alınacak kararların ve yapılacak işlerin de olağanüstü olması gerekecektir. Görüşmeler 5 Ağustos günü de devam eder. Mustafa Kemal Paşa, bazı kuşku ve kararsızlıkları gidermek için önergeyi yeniden düzenler ve bir tasarı olarak sunar. Sonuç olarak aynı gün Mustafa Kemal Paşa’ya Başkomutanlık unvanının verilmesine dair kanun çıkar. Kanun, oybirliği ile kabul edilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da çalışmalara başlar; Başkomutanlık karargâhını kurar. Ordunun insan ve taşıma araçları bakımından gücünün arttırılması, yiyecek ve giyecek ihtiyacının sağlanması için hazırlıklar başlar. Bu nedenle 7-8 Ağustos tarihlerinde Tekâlif-i Milliye Emirleri yayımlanır. Halktan ordu için malzeme toplanacaktır. Tekâlif-i Milliye Emirleri yani “Ulusal Vergiler”, Nutuk’ta verilmiştir. Atatürk şöyle der: “Bir savaşın kazanılması için ne denli küçük şeylerin bile dikkate alınması gerektiğini anlatabilmek için, bu içerikleri bilginize sunulmaya değer görürüm.” Tekâlif-i Milliye Emirleri 10 emirden oluşur ve çok ayrıntılıdır. Özetle verelim: 1. Her ilçede birer “ulusal vergi komisyonu” kurulacaktır. 2. Her evden bir kat çamaşır, bir çift çorap ve çarık alınacaktır. 3.Tüccar ve halk elinde bulunan stoklardan; erkek giysisi yapmaya yarar her türden kışlık ve yazlık kumaş ve atlar için gerekli her türlü malzemenin %40’ı, parası sonra ödenmek üzere alınacaktır. 4. Eldeki buğday ve her türlü hububat, kasaplık hayvan, şeker, yağ, tuz, gaz, mum stoklarının %40’ı, parası sonra ödenmek üzere alınacaktır. 5. Ordu gereksinimi için alınan taşıt araçlarından başka, halkın elinde kalan taşıt araçlarıyla -ayda bir kere yüz kilometrelik bir uzaklığa kadar ücretsiz- askerlikle ilgili taşıma işleri yapılması zorunlu olacaktır. 6. Ordunun giydirilip beslenmesine yarayan bırakılmış bütün mallara el konacaktır. 7. Halkın elinde bulunan savaşa elverişli silahlar ve cephane üç gün içinde hükümete teslim edilecektir. 8. Benzin, çeşitli yağlar, otomobil, kamyon lâstiği, tutkal, telefon makinası, kablo, pil gibi gereçler ve asit sülfürik stoklarının %40’ına el konacaktır. 9. Demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç, arabacı esnaf ve atölyeler, bu esnafın ve atölyelerin kapasiteleri ve kasatura, kılıç, mızrak ve eyer yapabilecek ustaların isimleri belirtilerek sayı ve durumları saptanacaktır. 10. Halkın elinde bulunan dört tekerlekli yaylı araba, dört tekerlekli at-öküz ve kağnı arabalarına, donatım ve hayvanları ile binek ve topçeker hayvanların, katır ve yük hayvanlarının, deve ve eşeklerin yüzde yirmisine el konacaktır. Atatürk şöyle devam eder: “Efendiler, emirlerimin ve bildirilerimin yerine getirilmesini sağlamak için, kurduğum İstiklâl Mahkemelerini Kastamonu, Samsun, Konya, Eskişehir bölgelerine gönderdim. Ankara’da da bir mahkeme bulundurdum.” El konulan mal ve malzemenin toplam tutarı: 6.003.663 TL olarak hesaplanacak, Devlet bu tutarı 1923’te ödemeye başlayacak ve 1929 yılı sonunda da ödemeler tamamlanmış olacaktır.
Mustafa Kemal Paşa, 12 Ağustos’ta, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ile birlikte Polatlı cephe karargâhına gider. Düşman ordusunun, cephemizi sol kanattan kuşatacağı yargısına varılır. Olaylar, kararın doğru olduğunu gösterecektir. 23 Ağustos’ta Yunan ordusu saldırıya geçer. Yunan Kralı Konstantin, “Daily Telegraph” gazetesine demeç verir ve Ankara’ya girmeyi umuyoruz der. Meydan savaşı 100 km.’lik cephe üzerinde sürmektedir. 26 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa birliklere şu ünlü emri verir: “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. (Savunma hattı yoktur, savunma alanı vardır.) O alan bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça bırakılamaz…”
Mustafa Kemal Paşa aynı gün, Milli Müdafaa Vekili Refet Paşa’ya telgraf çekecek ve “Meydan muharebesinin Ankara’ya kadar uzanması ihtimal dahiline girmiştir… Meclis ve hükûmetin ilk aşama olarak Keskin’e, ondan sonra zorunluluk halinde Kayseri’ye nakli lâzımdır. Nakil 29 Ağustos akşamına kadar sonlanmalıdır.” diyecektir. Ancak bu emir, 27 Ağustos’ta Yunan taarruzunun püskürtülmesiyle durdurulur. Kısım kısım kırılan hatlarımızın yerine en yakın yerde hemen yeni bir savunma hattı kurulmaktadır. Küçük büyük her birlik bulunduğu yerden atılsa da ilk durabildiği noktada düşmana karşı tekrar cephe kurmakta ve savaşmaktadır. Sonuç olarak Yunan ordusu yenilir ve çekilmek zorunda kalır.
Melhame-i Kübra (en büyük savaş) ifadesi ile anılan Sakarya Meydan Savaşı için Atatürk şöyle der Nutuk’ta: “13 Eylül 1921 günü, Sakarya Nehri’nin doğusunda düşman ordusundan eser kalmadı. Bu şekilde 23 Ağustos gününden 13 Eylül gününe kadar, bugünler de dahil olmak üzere, yirmi iki gün ve yirmi iki gece aralıksız devam eden ‘Büyük ve Kanlı Sakarya Savaşı’, yeni Türk devletinin tarihine, dünya tarihinde çok az rastlanan büyük bir meydan savaşı örneği kaydetti.”
Sakarya Meydan Savaşı’nın 101. yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz. Ruhları şâd olsun.