Bayramın ardından
Bir bayramı daha geride bıraktık. “Nerede o eski bayramlar” diye anlatmaya çalıştığımız duygularımızın içimizdeki anlam yumağını bir kez daha düşündüm bu bayramda. Her gelen yeni bayramdan beklediğimiz ama bir türlü bulamadığımız duygularımız neydi acaba? Eskinin neyineydi içimizdeki bu özlem? Bir türlü içini, içimizden geçtiği haliyle de anlamlandıramadığımız, bize her defasında “Nerede o eski bayramlar” dedirten duygularımızın yine esiri olduk. Bu bayramımız da geçerken bizi alıp eskilere götürdü.
O kadar çok gizem vardır ki “eski bayramlar” tümcesinde. Herkesin ruhuna arzuladığı gibi hitap eder, içini okşar, damarlarındaki kanı hızlandırır, göğsündeki sesleri kulağında hissettirir. Öyle bir duygudur ki bu özlem, bazen çocukluğunuza, bazen köyünüze, bazen mahallenize, bazen de gençliğinize götürür sizi. Gözünüzü kapatır ve eski filminizi izlemeye başlarsınız.
Özellikle ellili yaş ve üzerindekilerin daha sıkça söylediği bu cümlede bir iç çekme, bir pişmanlık, bazen de bir hasret yatar. Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı, türünden bir eski değildi o bayramlar. Geçip gitmişlerdir ama içimizde bıraktığı anıları hafızalarımızdan silememişlerdir. Belki onlara da ağır gelmişti bizlere yaşattıkları güzellikler…
Bu düşünce mantığına nasıl geldiğimizi, neden her defasında aynı cümleyi kurduğumuzu hep düşünmüşümdür. Bu düşünce sarmalında dolaşırken, kırsal yaşamın ayak izleri ve şehirleşmemizin acı gerçekleriyle karşılaştım hep. Ellili yaş ve üzerindekilerin çoğunun çocukluğunun ve gençliğinin kırsalda, köyde geçtiğini, geriye kalanların da şehirlerde yerleşik bir hayat sürdürdüklerini bilmemiz gerek. Bugün ise kırsalda, günden güne azalan nüfus ve şehirlerdeki gündelik komşuluk değişkenliğinin bizi bu noktaya getirdiğini düşünüyorum. Bu değişkenlik, köy gibi, şehirlerdeki mahalle kültürünü de ortadan kaldırdı. Tıpkı köylerde beraber büyüyenlerin zamanla dağıldığı gibi şehrin dar ama hoş sokaklarında bir arada büyüyenler de dağıldılar dört bir yana.
Eski dediğimiz ama bir arada kutladığımız çocukluğumuzun bayramları geliyor hep aklımıza. Köyün ya da yörenin merkezindeki camide kılınan bayram namazının ardından yapılan toplu bayramlaşma merasimi, herkesin kendi kurbanını kendinin kestiği görüntüler, bayram kahvaltısının kurban etiyle yapılması… Kestiği kurbanını paylaşacağı ihtiyaç sahibini araştırmasına dahi gerek kalmadan bilen bir “eski”lerden, kapı komşusunu dahi tanınmadığı “yeni”lere dönüşmenin sancısıdır içimizi acıtan.
Çocukluğumuzun “bayramlık kıyafet” özlemlerini söylemeye gerek bile görmüyorum. Acaba babam bize ne alacak? düşüncesi bile başlı başına merak ve özlem yüklüydü. Yeni kıyafetlerimizin alınması için bizim olduğu kadar ailemiz için de iyi bir fırsattı o özlemini çektiğimiz eski bayramlar. Bu, bize yoksullukla idare etmeyi de öğretti ayrıca. Senede bir kıyafet… Çocuğuna yeni kıyafet almak için bayramı bahane eden anne babalarımızın sığındıkları limanın bayramlar olduğunu yıllar sonra gördük ve onlara daha da çok hak verir olduk. Bayramlıklarımızla sokağa çıktığımızda eli öpülecek tüm yaşlılarımızı dolaşmak ve onlardan hayır-dua almak büyük keyifti bizim için. Onlar da bizi bekliyor gibiydiler hep. Hayır-duaların yanında hele bir de şekeri ve harçlığı kapmışsak, dokunmayın keyfimize…
Sadece kırsaldan şehre göç etmek zorunda kalanlarda değil şehirlilerde de vardır bu özlem. Çünkü onlar da sokaklarına çıktıklarında tanıdık bir yüz bulamamanın hüznünü yaşıyorlar hep. Dışı demirli penceresinden sokağı izleyen yaşlı ninenin bir tanıdık görme hayali hep hüsranla biter oldu.
Şunu iyi biliyoruz ki, içimizi dolduran bu özlem hiç de o eski bayramlara değildir aslında. Özlemimiz çocukluğumuza, dostluğumuza, kardeşliğimize, birbirimize olan saygı ve sevgimizedir. Asıl üzüntümüz bizi biz yapan bu değerlerimizin yok olmasındandır.
Yıllar bir bir geçip giderken bayramlarımızı eskitiyor olsa da benliğimizi saran değerlerimizi yok etmesine müsaade etmeyelim.
Eski bayramları özlemeyeceğimiz yeni bayramlara kavuşmak dileğiyle…