Yanıp yakınmanın yararı yoktur!
İktidar hırsı Saray saltanatı ile birleşince, vatana ihanet de -ama öyle ama böyle- bir şekilde kaçınılmaz olabiliyor. Yüz yıl öncenin örnek olayı, İngiliz Kraliyet Donanması’na ait HMS Malaya zırhlısı ile Malta’ya giden Vahdettin olayıdır! I. Dünya Savaşı ile felaketi yaşayan, Mondros Mütarekesi’ni imzalayan, başkenti İstanbul İtilaf Devletleri tarafından işgal edilen, İngilizlerin baskısıyla Mebuslar Meclisi kapatılan Osmanlı İmparatorluğu’nun başındaki Sultan ne yapmıştı? Halkı ile birleşip vatanın kurtarılması için mi çalışmıştı yoksa saltanatını, ailesini, servetini kurtarmak için; yabancıya yaranma yolunu seçip iç ihaneti körüklemeyi, özellikle de İngiliz’in maşası olmayı mı tercih etmişti? Cevapları hepimiz biliyoruz!
Günümüzde de “Çankaya Köşkü” ne sığamayan zihniyetin iktidar/saray ikilisine tutkunluğu ortadadır. Bu tutkunluk acaba vatanın yararına mı olacaktır ya da bir türlü netlik kazanamayan “Yeni Türkiye” davasına kapı mı açacaktır? 2023 seçimlerini hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Seçimlere hazırlanan vatanseverlerin ve muhalefetin, Atatürk’ün TBMM gizli oturumunda, ilk Yunan saldırısı üzerine yaptığı konuşmadan yararlanmalarını öneririz. Önce tarihi biraz geriye saralım…
İstanbul işgal kuvvetleri komutanlarından İngiliz General George Milne, Türk kuvvetleri ile Yunan kuvvetleri arasında çatışmaları önlemek için yapay bir hat belirler: Milne Hattı! Ancak; Ayvalık Aymazdağı’ndan güneye doğru Tatarköy, Keşelli, Sart, Bademlik, Umurlu ve Selçuk’tan geçen ve halk tarafından mitinglerle protesto edilen bu yapay hat üzerinden Yunanlılar saldırıya geçer. Tarih 22 Haziran 1920’dir yani tam da Amasya Tamimi’nin birinci yılında…
Yunan kuvvetleri altı tümene yükselmiştir. “Üç tümenle iki koldan Akhisar Soma doğrultusunda; iki tümen ile Salihli doğrultusunda; bir tümen ile de Aydın cephesinden saldırdılar.” der Atatürk. Haziran sonunda Yunan kuvvetleri Balıkesir’e girer, atlıları da hemen Temmuz başında Mustafa Kemal Paşa ve Karacabey’i alır. Düşman karşısında kalan 61. ve 56. Tümenlerimiz, Uluabat köprüsünü yıkarak Bursa tarafına çekilirler ancak düşman ilerler ve Bursa düşer. Kuvvetlerimiz çok fazla sarsılır ve Eskişehir’e kadar çekilirler. İngilizler ise boş durmaz hem Mudanya’ya hem de Bandırma’ya birer askerî birlik çıkarırlar. 24 Haziran’da Alaşehir’e giren Yunan tümeni ilerlemeye devam eder ve Ağustos sonunda Uşak da düşer. Düşman; “Dumlupınar sırtları elimizde kalmak üzere bu bölgeye kadar ilerledi.” der Atatürk.
23. Tümen ve ulusal güçlerimiz, “çok kayıp vermiş ve çok güç yitirmiştir.” Bu noktada bir hatırlatma yaparak “Bu sırada, tümenlerimizin salt kadro halinde olduklarını ve savaş gereçlerinden yoksun olduklarını ve daha güçlendirilememiş olduklarını bilirsiniz.” diyen Atatürk, bu durum üzerine Eskişehir’e ve oradan da ileri bölgelere gidecek, “kuvvetlerimizin derlenip düzenlenmesini” emredecek ve düşman karşısında “düzenli komutaya bağlı cepheler kurulmasını” sağlayacaktır.
“Yunan saldırısı ve ulusal cephelerin bozulması, Meclis’te büyük bunalım ve sert sataşma ve eleştirilere” yol açmıştır. Sorumlu aranmaktadır! Büyük Millet Meclisi’nin 41. Toplantısı başlar. (13 Temmuz 1920) “Kusurları ve idaresizlikleri nedeni ile Bursa Komutanı Bekir Sami ve Valisi Hacim Muhittin Beyler ve Alaşehir Komutanı Âşir Bey ne için bir askerî mahkemeye verilmediler diye Genelkurmay Başkanlığına ve İçişleri Bakanlığına” soru önergeleri yöneltilir.
Önerge sahibi Afyon mebusu Şükrü Bey’dir. Sinop mebusu Hakkı Hami Bey de “hızla cezalandırılma” ister ve bu istek “bravo” sesleriyle karşılanır ve soru önergesi kabul edilir. Bir ay sonra Genelkurmay Başkanı yanıt verir ancak kaynaşma yatışmaz. Soru önergesi verenlere göre büyük bozgunun sorumluları cezalandırılmalıdır çünkü “Bursa bozgunu dolayısı ile uğramış olduğumuz korkunç zarar, bütün dünyada Anadolu’da savunma denilen şeyin bir göz korkuluğu olduğu yolunda genel kanı uyandırmıştır.”
Atatürk bu noktada, “Meclisin üzülmesinin ve bununla ilgilenmesinin yerinde olduğunu” söyleyerek devreye girer, “düşünceleri, hisleri yatıştırmak için” açıklamalar yapar. Bazı ufak tefek sataşmalar olsa da genel açıklama yeterli görülür. Asıl sorumlular, gerçekten adı geçen vali ve komutanlar mıdır?
Sorunun cevabı 26 Temmuz 1920 günü yapılan gizli oturumda bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından verilir. Şöyle der: “…Üzüntü ve acı duyma sonucu olarak yapılmakta olan eleştiri ve önerilerde, bu yenilginin gerçek neden ve etmenleri, sanki unutulmuş gibi idi. Başa gelen bu acıklı durumdan, kurulup sorumluluk yükleneli daha iki ay geçmemiş olan Bakanlar Kurulu’nu suçlu tutmak amacı güdülüyordu. Bir seneden fazla bir süredir, Yunan ordusunun İzmir bölgesinde yerleşmiş ve durmadan hazırlanmakta bulunmuş olduğu ve buna karşı İstanbul hükûmetlerinin ordumuzu durmadan hareketsiz bırakacak etmenler hazırlamaya çalıştığı ve milletin kendiliğinden oluşturabildiği ulusal güçleri çökertip yok etmeye çalışmaktan başka bir şey yapmadığı hiç düşünülmüyordu…”
Atatürk, “özellikle demiştim ki” ifadesiyle sözlerine devam eder. Devlet yönetimiyle, sevk ve idare ile ilgili tarihî saptamaların yer aldığı uzun konuşmasından bazı cümleleri verelim:
“Felâket başa gelmeden önce, onu önleme ve ona karşı savunma yolları düşünülmek gerekir. Geldikten sonra yanıp yakınmanın yararı yoktur. Yunan saldırısı başlamadan önce, saldırının olacağı, çok olası idi… Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin sorumlu duruma geldiğinden beri almaya başladığı önlemler, bir sene evvelinden beri İstanbul hükûmetleri tarafından, bütün milletle birlikte ve ciddî olarak alınmaya başlanmak gerekirdi… Memleketin dinginliği, milletin kurtuluş emeli konusunda, birlik ve dayanışma sağlanmadıkça, bir dış düşmanın ilerlemesini durdurmaya çalışamayacağı gibi bundan köklü bir yarar ve sonuç beklenemez… Tarihte yarılmamış ve yarılmayan cephe yoktur… Cepheler delinebilir, buna karşı önlem, delinen kısmı hemen kapamaktan ibarettir. Bu ise, cephe üzerindeki kuvvetlerden başka, geride, yedekte, kuvvetli aşamalar bulundurmakla olabilir.”
Mustafa Kemal Paşa’nın o gün adım adım verdiği yol haritası, önümüzdeki Yüzüncü Yıl seçimi için de reçete niteliğindedir. Nitekim bu reçetenin İstanbul Seçimlerinde başarı getirdiğini düşünenlerdenim. Adımlar açıktır: Gelebilecek tehlikeyi öngörmek, tedbir almakta gecikmemek, birlik ve dayanışma sağlamak, geri planda farklı kuvvetleri hazırda tutmak.
Çağlar üstü Lider sonra da sorularını sıralar: “Oysa, Yunan ordusu karşısındaki ulusal cephemiz bu durum ve bu güçte miydi? Bütün Batı Anadolu illerimiz, Ankara ve dolayları ile birlikte, daha doğrusu bütün memlekette, kuvvet denilecek bir askerî birlik bırakılmış mıydı? … Bursa’da Bekir Sami Bey’in emrine verilen kuvvetin çekirdeği, İzmir’de tüfek attırılmaksızın Yunanlılara tutsak olarak verilen ve Yunan gemileri ile Mudanya’ya çıkarılan iki alay kadrosu değil miydi? … Bu kuvvetin moralini düzeltmek için İstanbul hükûmetleri herhangi bir önlem almışlar mıydı? … İstanbul hükûmetleri değil miydi ki; Balıkesir’de, savunmaya çalışan kuvvetlerimize Yunan saldırısından önce, Anzavur’u arkalarından saldırttı. … Yine İstanbul hükûmeti ve halife ve padişah değil miydi ki, Yunan cephesinde kullanılacak oldukça kuvvetli bir tümeni, 24. Tümeni, Hendek Düzce yolunda halife ordusu ve ayaklananlar grupları tarafından horlatarak dağıttırmış ve komutanlarını şehit ettirmişti.”
Atatürk Nutuk’taki bu bölümü özetle şöyle tamamlar: “Durumu incelerken ve önlem düşünürken, acı olsa da gerçeği görmekten hiç vaz geçmemek gerekir. Kendimizi ve birbirimizi aldatmak için gerek ve zorunluk yoktur… Bundan sonra, elbette durumlar değişecek bütün memleket ve millete gerçekten umut ve güven verecek önlemler uygulanacaktır. Artık, buna engel kalmamıştır.”
2023’te yeniden Atatürk Cumhuriyeti diyecek olan tüm vatanseverler ve muhalefetin yapması gereken bellidir: Atatürk aklı ile yürümek! Bu da; siyasette ahlakı, liyakatı öne çıkarmak, olumsuzluk ve kötü algıyı bulunduğu yerde derhal söndürmek, umut ve güven vererek tüm engelleri kaldırmaktır…