Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Parçalı az bulutlu
15°
Ara

Karmaca 2018 ; Sedyelik olana kadar siyaset!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Karmaca 2018 ; Sedyelik olana kadar siyaset!

Resmî adıyla “Cumhurbaşkanı Seçimi ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi” bir erken seçimdi. Erdoğan, önce Bahçeli ardından da o günün ve de parlamenter sistemin son Başbakanı Binali Yıldırım ile görüşmüş ve bu karar alınmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ileri sürdüğü gerekçeler; Suriye’de sınır ötesi operasyonlar, bölgede yaşanan önemli hadiseler ve eski sistemdeki aksaklıkların bir an önce giderilmesi şeklinde yansımıştı basına. 24 Haziran 2018 seçimleri sonucunda da parlamenter sistem rafa kalktı ve Türkiye artık keyfilik ile hukuk arasında “tek kişilik hükümet” ile yönetiliyor.

2018 yılının vatandaş okumalarına bir göz atıp değerlendirme yapmak istedim.

İlk notlarımdan birini; siyasette olmanın koşulu “halkla birlikte koşabilmek” olmalıdır ve emeklilik yaşıyla birlikte aktif siyaset de bitmelidir, diye düşmüşüm. Tabi istisnaları olacaktır ancak bu emekli yaşı gelmiş kişilerin bir kenara çekilip topluma dolaylı olarak yol gösterici olmaları daha sağlıklı değil midir? İyi niyetle düşünmeye devam etsek de böyle olmadığı/olmayacağı da ortadadır! Birçokları sedyelik olana kadar siyaseti sürdürme niyetinde belli ki! Vücut sağlığı bir yana bir de akıl sağlığı meselesi var. Batı bunu iyi-kötü çözmüş. Siyaset kurumları, liderin davranışlarında bir sertlik/terslik, ahlak ve toplum değerlerine bir aykırılık hissettiğinde onun “bilişsel yetenekleri ve nörolojik işlevleriyle” ilgili rapor isteyebiliyor. Trump bu örneklerden biri. ABD başkanlarıyla ilgili şu ifade de basında yer almış: “37 başkanın psikolojik durumunu inceleyen bir analize göre de Adams, Roosevelt ve Wilson, tedavi edilmesi gereken akıl hastalıklarıyla baş etmeye çalışıyordu.” *

Bir lider, duygusal çöküntü yaşayabilir ya da özseverlik içinde olabilir. Narsisizm diye bilinen bu ikinci durum; “kişinin kendi bedensel ve/veya zihinsel benliğine karşı duyduğu hayranlık ve bağlılık” olarak tanımlanıyor. Bizde bu tip siyasetçi örneği çok! Toplum ise bir çeşit “sindirdikçe sindirme” ruh hali içine girmiş. Liderin ona buna bağırmasını, hakaret etmesini, üstünlük kurmak için olmayan şeyleri olmuş gibi anlatmasını/göstermesini “olağan” karşılıyor; en fazla kendi kendine biraz söyleniyor ya da işi -deyim yerindeyse- “gırgıra” vuruyor. Bürokraside ise “af edilme” şarlatanlığı yaşanıyor; af edilen de ne hikmetse çocuk gibi seviniyor! “Gidişatı doğru bulmuyorum ve istifa ediyorum” diyebilen bir dik duruş görmek olanaksız. Omurga kemikleri ham çökelekten de öte parça parça…

Notlarımıza dönelim… Şöyle devam etmişim…

Kur’an diyor ki; “Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz!”  24 Haziran’ın yeni Türkiye’sinde/rejiminde ise cumhurbaşkanı dilemeden siz dileyemeyeceksiniz artık!

Halâ parlamentodaki sayılardan umutlu olanlar var! Hâlâ, yeni rejimin nasıl hızla giriş yaptığını görmezden gelenler var. Hâlâ, başkasının puan kaybını kendi başarısı gibi gösterenler var. Hâlâ, demokrasi için hareket alanları kaldığına inanan yeni seçilmişler var! Hâlâ, iktidarı protesto etmenin, bir pankart arkasında basın açıklaması yapmanın “üstün” siyaset olduğuna inanan yöneticiler var. En vahimi de vatandaşla bağ kurmanın asıl siyaset olduğunu bir türlü anlamak istemeyen, atılan her adımın halkta yarattığı algıyı ölçemeyen/önemsemeyen, burnunun dikine giden siyasetçiler var. Sayenizde de elimizden yitip giden, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve şehit kanlarıyla sulanmış Cumhuriyet var! Nasıl rahat uyuyabileceksiniz?

Atatürk Cumhuriyeti el birliği ile sonlandırılmıştır. Hiçbir şey kesinlikle eskisi gibi olmayacaktır. Çanakkale’nin şehitleri bizi affetmeyecektir. Hele bir de 24 Haziran seçimlerinin “rejim” seçimi olduğunu unutup seçimi sıradanlaştıranlar “orantısız seçim” demiyorlar mı? İnsan, akıl sağlığını korumakta zorlanıyor! Kurtuluş Savaşı’nda Gazi ve arkadaşları orantı hesabı yaparak mı bu ülkeyi kurtardılar? Çanakkale’de, İngiliz’in 400 mermisine karşı 4 mermisi olan Mehmet’in hangi orantı hakkı vardı? Hiç merak edip okudunuz mu o Mehmet’in neler yaşadığını?

O günün vatandaş okumalarından birkaç başlık daha paylaşalım:

24 Haziran Seçimleriyle Türkiye BOP için hazır hale getirildi, demiştik. Ehil kalemler de aynı şeyleri yazmaya başladılar. Tuncay Mollaveisoğlu’nun cümlelerine bakalım: “Cumhuriyet tarihinin en karanlık seçimi olarak kayıtlara geçti 24 Haziran… Üstelik bu karanlığın sorumlusu yalnızca iktidar değil! Türkiye’de müthiş bir dizayn yapılıyor… İran operasyonu öncesi ABD, bölgedeki iktidarı ve muhalefeti dizayn ediyor… Irak saldırısında olduğu gibi ‘olumsuz’ bir direnişle karşılaşmamak için ABD bu kez daha sağlam düğümler atıyor…” **

Görünen köy kılavuz istemiyor. Anlayana sivrisinek saz iken, anlamayana davul zurna az gelirmiş misali!

Türkiye’nin 7 bölgeye ayrılması 1941 yılında Ankara’da toplanan Birinci Coğrafya Kongresi’nde belirlenmiştir. Neden Atatürk ölür ölmez böyle bir karar alındı? Atatürk düşünememiş miydi? O gün bu projeyi dayatanlar bugün de bizimle birlikteler; zaten içimizden hiç çıkmadılar. Türkiye BOP için hazırdır, hani şu Rice denen hatun kişinin; “22 devletin sınır ve rejimleri değişecek” dediği Büyük Ortadoğu Projesi!

1 $, 7 TL olduğunda da başlığı şöyle atmışım: #azdolarçokmakarna!

Allah var yani; milletin ekonomisi 1 $ = 7 TL. Birilerinin Allah’ı var mı yok mu bilemeyiz; âhiret müfettişi de değiliz ancak birilerinin kesinlikle kutu kutu, kasa kasa “dolar cennetleri” var artık. Halk da “öz cehennemi” içinde boğuşup dursun! Ne gam! Cennetlik ahali bayramı kutlamaya başladı bile, cehennemlik ahali de hâlâ “komşuda pişer bize de düşer” hesabında!

Atatürk’ün aklı, sözleri, uyarıları da okunmayı ve hayata geçmeyi bekliyor. Bir tanesini hatırlatalım:

Bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselmesiyle, çökmesiyle ilgili ve ilişkili olan, milletin ekonomisidir.” (Türkiye İktisat Kongresi; 17.02.1923)

Yazımızı yine o günlerin notlarıyla sonlandıralım:

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dirayet, çalışmak ve kazanmak olduğunu anlamamakta ısrar edenler, eli halkın omuzuna değmemiş yönetenler, meydanlarda bizleri yeni yetmelerle aynı konuma düşürenler, yani özetle “kazanmak için çalışmayanlar”, size sesleniyoruz: Başımızı öne eğdiniz; bizleri ismi var cismi yok konumuna düşürdünüz!

Dan Brown, “Başlangıç” adlı romanında şöyle yazmış: “Tarih kanıtlamıştır ki, hiç beklenmedik yerlerde bile ahmaklar, aşırı milliyetçilik ve hoşgörüsüzlük dalgalarının tepesinde defalarca iktidara yükselebilir… Hiçbir şey için mücadele vermeyen, başkalarının, uğruna savaşıp onlara bıraktığı hürriyet ve özgürlüğü körcesine suistimal eden, basit düşünceli, mutsuz ruhlardı.”

Böyle ruhlar olmaktan Yaratan’a sığınırız.  Önümüzde Cumhuriyet’in yüzüncü yıl seçimi var. 2018’de yaşananlar bu seçimde asla yaşanmamalıdır. Atatürk’ün “Asrî müesseseler kurmak yolunda cesaretle ilerlerken, şahsî müesseseler yoluna sapmamak.” sözü akılda tutulmalıdır.

**************************

Pazar seçim oldu, Pazartesi ölmedik ya!


2018 seçimleri sıradanlaştırılmasaydı, halâ Atatürk Cumhuriyeti’nde yaşıyor olacaktık. Bundan sonra ya aklımızı işleteceğiz ya da ipotek koymaya devam edecekler.

Peygamberler yaşadıkları toplumlardaki şekilli/şekilsiz putları kırdıkları için önce asi ilan edildiler ancak sonra mevcut düzenleri değiştirdiler. Mustafa Kemal Atatürk, kuruluş felsefesinden uzaklaşan Osmanlı putunu devirdi; önce asi ilan edildi ancak hep “doğru” yu yaparak mevcut düzeni değiştirdi. Yanlışlarda ısrar edenler doğru sonuç beklemesinler. Keyfilikle hukukilik arasında sıkışmış, kırmızı çizgilerin rengini kaybettiği mevcut yönetim şeklini değiştirmek için “asi” ruhlara ihtiyacımız var.

2018’in vatandaş okumalarında yer alan tarihî bir diyalogla giriş yapalım ikinci yazımıza.

Konu Hatay’dır, Atatürk ve Hasan Rıza Bey karşılıklı konuşmaktadırlar. Hasan Rıza Soyak, Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçildikten sonra mutemet olarak Çankaya Köşkü’ne alınmış, özel kalem müdürü, genel sekreter vekili görevlerinden sonra da Atatürk’ün ebediyete intikaline kadar genel sekreter olarak görevini sürdürmüştür.

Hasan Rıza Bey sorar: Ama efendim, karşı taraf hakkı teslim etmemekte ısrar eder ve silaha sarılmaktan başka çare kalmazsa ne yaparız?

Atatürk şöyle der: Hatay’ a şahsi davam olarak bakıyorum. Sözünü ettiğin bir durumda tutacağım yolu çoktan kararlaştırmış bulunuyorum. Cumhurbaşkanlığından, milletvekilliğinden istifa edeceğim, serbest bir Türk vatandaşı olarak, bu işte çalışan arkadaşlarla birlikte Hatay topraklarına geçeceğim. Bildiğin gibi bunun emin yolları var. Oradaki mücahitlerle ve anavatandan kaçıp bize katılacak kuvvetlerle sorunu yerinde ve içten halledeceğim. İsterse Türkiye hükümeti beni ve arkadaşlarımı asi ilan eder, hakkımızda soruşturma da açar…

20. yüz yılın ölümsüz asi liderinin cevabı açık ve nettir. Önemli olan kararlı olmak ve kazanmanın yöntemini bulabilmektir.

Notlarımızı paylaşmaya devam edelim…

Atatürk’ün -kendi ifadesiyle- ilkelerinin tanımını hiç okudunuz mu, diye sormuş, milliyetçilik ve halkçılık ilkelerini örnek olarak vermişim. Milliyetçilik için şöyle demiş: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir. (1930) Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlâtları ve hep aynı cevherin damarlarıdır. (1932)”

Halkçılık ile ilgili sözleri ise Cumhuriyet’in yüzüncü yıl seçimi için âdeta anahtar niteliğinde: “milletin bizzat kendi geleceğine sahip olması.” Tamamını da verelim:

İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi geleceğine sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir. (1921) Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir. (1921) Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil fakat kişisel ve sosyal hayat için iş bölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir. (1923)”

Bunların yanı sıra, Atatürk’ün “bütünleyici ilkeleri” nden de “insan ve insanlık sevgisi” başlığını seçmiş ve notlarıma eklemişim. Şöyle demiş çağlar üstü lider: “İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. (1931)

Ve bu sözleri şöyle bağlamışım: Ya gerçekten Atatürk’ün izinden gideceğiz ya da hiçbir uzmanın adını netlikle koyamadığı bir sistemin içinde hep birlikte aşağıya doğru yuvarlanmaya devam edeceğiz.

Teşhisim yanlış olmamış! O gün bugündür mevcut iktidarın kay kay siyaseti ile yuvarlanma hız kazanmış görünüyor; uçmayı vadedenlerin cambaza bak oyunları sürüyor, toplum da sürünüyor!

Diğer yandan; fikri/zikri sabitlerden, sadece olan biteni yorumlayanlardan, sürekli iktidar sakızı çiğneyenlerden, tecavüzü, şiddeti, yolsuzluğu, yoksulluğu bu milletin kaderi haline getiren zihniyetten, liyakatsız/omurgasız yöneticilerden, kadını ve erkeği eşit göremeyenlerden, genç ve çocuk olmak nedir bilemeyenlerden, hesap kitap yapamayanlardan, argo/hoyrat tavır ve tarzdan, ana dilini bile doğru kullanamayanlardan ve üstüne üstlük sopalı siyasetin bir türlü farkında olamayanlardan  sıkıldık. Daha doğrusu bıktık, usandık… Ya siz?

Atatürk aklını kullanma zamanı

Cumhuriyet samimiyet ister, ona sahip çıkılmasını ister; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister. Atatürk Cumhuriyeti geri gelmeden hiç kimsenin bulunduğu konum ya da hedeflediği konum, istediği gibi çalışabileceği, üretebileceği bir alan olamayacaktır. Bugünkü mücadelemiz sadece bunun içindir.

Şimdi “Cumhuriyet” i kurtarma zamanıdır; özgün ağacın yeniden hayat bulması için kökündeki toprağı temizlemek, dalını yaprağını asalaklardan kurtarma zamanıdır. Ülkeyi sarmış olan siyasî köleliği bitirme zamanıdır. Devşirme üst akılları bırakmak ve Atatürk aklını kullanmak zamanıdır. Atlı kovboyların Üsküdar’ı geçmemesi için artık sanal yönetimlere, sanal sandıklara, sanal hesaplara, sanal dine, sanal hukuka, sanal eğitime, sanal sağlığa geçit vermeme zamanıdır. Değişim sürecini başlatma zamanıdır.

Pazar günü seçim oldu, Pazartesi ölmedik ya, zihniyetine dur deme zamanıdır…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *