Plansızlık ve gelişigüzel yapılar kentlerin ölümüdür
Son yıllarda teknoloji hayatımızın tamamına girmeye başardı. Yaşamımızın her alanında vazgeçilmez bir hale geldi, getirdiler. Bu durum bir taraftan her bireyin yaşamını kolaylaştırırken diğer taraftan sonu gelmeyen tüketim ve doyumsuz sahip olma hastalığına dönüştü.
Kentler, milletlerin tarihidir. Toplumların kültürünü, yapısını, bilgi ve yaşam tarzlarını yansıtırlar. Kentleri inşa etmek fiziğin ötesinde bir sanattır. Çünkü kenti inşa ederken sadece yapılaşmayı değil, aynı zamanda yaşam alanlarını, sosyal alanları ve hizmet alanlarını da inşa etmiş olursunuz.
Batıda 19. yüzyılda, endüstrileşme ile başlayan kentlere göç olayı Türkiye'de 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşandı. Şehirlerimiz son kırk yılda, daha önceki nüfuslarının beş on misli nüfus artışları ile karşı karşıya kaldılar.
Belki, çok daha zengin ülkelerde dahi böylesine büyük bir artışı kısa zamanda sağlıklı çağdaş kentler inşa ederek barındırmak mümkün değildi. Ancak Türkiye'deki çarpık kentleşme, hiçbir mazeretin affettiremeyeceği kadar, insan onuruna yakışmayan ilkellikte olmuştur.
Çarpık kentleşme, kentlerin, nüfus patlaması sonucunda, plansız ve denetimsiz olarak, gelişigüzel, altyapısız, her türlü estetik kaygıdan uzak bir şekilde merkezden dışa doğru adeta bir ur gibi büyümesidir. Bu durum çevrede, insanca yaşamaya olanak vermeyen ilkel yerleşmelerin kenti kuşatmasına, merkezde ise mevcut dokunun tahribine, tarihsel, kültürel ve doğal değerlerin yok olmasına yol açmaktadır.
Görülüyor ki Türkiye bugün, , gittikçe hızlı bir şekilde altyapısız, kullanışsız sağlıksız, çevreyle uyumsuz, çirkin ve çarpık kentleşme ile kaplanmaktadır. Üstelik bütün bu çirkinlikler için büyük zaman, emek ve para harcanmaktadır. Asıl felaket ise gelecek kuşaklara bırakılacak bu kötü mirasın düzeltilmesinin zorluğu, hatta olanaksızlığıdır.
Bütün sorun, kent planlamasının gereğince hazırlanıp uygulanmamasından ve bu konularda kamunun, kent sakinlerinin ortak bilinçten yoksun olmasından kaynaklanmaktadır.
Sadece maddi odaklı bir takım grupların iş güzarlığı ve insanların ise kısa vadeli düşüncelerinden dolayı kentleri yaşanabilir değil, yaşlanabilir olarak planlıyoruz.
Hep genç kalacakmışız gibi, hep sağlıklı olacakmışız gibi, hep yaşadığımız anı düşünerek hareket ediyoruz. Halbuki zaman ilerledikçe insan daha sakin, gürültüsüz, ulaşımı kolay kentlerde yaşamak istiyor. Maalesef maddi çıkar uğruna kentleri talan edenler yüzünden asıl kentte yaşamaya mecbur olanlara en büyük zulmu yapmış oluyorlar.
Dikkat ediniz kendi elleriyle kentleri inşa edenlerin hiçbiri o kentler de yaşamıyor!
Binlerin, milyonların yaşam kalitesini üç beş kişinin daha fazla kazanması için planlayanlar lüks villalarda, yeşilin, doğanın içerisinde huzurlu geçiriyorlar. Fakat inşa ettikleri kentlerde insanlar bitişik nizam evlerde, otoparkı olmayan, yeşil alanı olmayan, trafik ulaşımı olmayan, eğitim ve sağlık planlaması yapılmayan kentlerde adeta can çekişiyor. Her türlü imkan ve fırsatlar elinde olanlar çarpık, plansız, dikey ve yeşil alanı yetersiz kent inşa edip birde biz size hizmet ettik diye propaganda yapıyorlar. Unutmayalım ki bir kentte insanlar mutsuzsa ve yaşamdan mutluluk, huzur duymuyorsa o kent insanların ruhunda ölmüştür.
Türkiye, coğrafi konumu, tarihsel, doğal zenginlikleri ve güzellikleri ile geleceğin şanslı bir ülkesidir. Ancak, çarpık kentleşme, plansız kentler ile bu şans kaybedilebilir.