İz bırakanlar unutulmaz
Sevgili okur, geçmişinize bakıp “Nasıl bir iz bıraktım?” diye hiç düşünüzdünüz mü?
Peki, kim ya da kimlerin sizin bıraktığınız izlerden yürüyeceğini?..
Bir düşünün bakalım; iz üzerinden yürüyenlerden misiniz yoksa yola çıkmaya erinenlerden mi? Hep başkalarının adımlarını mı izlediniz yoksa kaybolmayı göze alarak kendi adımlarınızla mı ilerleyenlerdensiniz? Birlikte büyüdüğünüz insanlar sizi kendilerine mi benzetti yoksa sizin kendinize benzemenize mi yardım etti? Ustalarınız, öğretmenleriniz, müdürleriniz kısacası önünde saygı ile eğildiğiniz büyükleriniz kendi yollarını çizebilecek birer lider ruhlu kimseler mi yetiştirdi yoksa başkalarının izinden yürüyecek takipçiler mi?..
Bu satırlar okuyorsanız eğer belki de sizin de kaderinizi temize çekme vaktiniz geldi. Ve ayrıca hayatta bir iz bırakmadığınızı düşünüyorsanız henüz yoldan çıkmayı göze alamamışsınız demektir.
“Yola çıkmak,
yoldan çıkmaktır.”
Dücane Cündioğlu
Farkındayım, bu yazıma diğerlerine göre biraz yüksek giriş yaptım. Ancak biliyorum ki yazdıklarımı büyümek, gelişmek, yükseklere erişmek isteyenler okuyor. Bir alanda başarılı olmak istiyorsak sadece o alanın değil, şu an ki halimizin de üzerine çıkmamız gerekiyor.
Hiç iz bırakmadığınızı düşünebilirsiniz. Oysa yeryüzünde biri, bir şey, bir konu her ne olursa olsun diğer bir şeyle temas halindedir. Fiziki veya zihinsel her temasın, her dokunuşun bir sesi, bir izi vardır.
Bazı kimseleri gördüğümüzde hoşlanır ve güzel bir enerji aldığımızı, bazı mekânlara girdiğimizde ise enerjisini sağlıklı bulmadığımızı söyleriz. Bir satıcıyı samimi bulmadığımızda, insanları kandıran biri olduğunu düşünür, hiç konuşmasak da bir kimsenin yüzüne bakıp ona güvenebileceğimizi hissederiz. Tüm bu oluşlar taşıdığımız enerjilerimizin birer yansımaları ve duyumsamalarıdır. Ve hepsi birer izdir!
Peki, biri bizi gördüğünde ne düşünür dersiniz? Ya da ne düşünmesini arzu ederiz?
Bir ortama girdiğimizde veya ayrıldığımızda nasıl bir enerji, bir ses, bir renk bırakıyoruz? Biri, hakkımızda güzel bir enerjimiz olduğunu söylese kendimizi nasıl hissederiz? Herhalde aksini duymayı hiçbirimiz tercih etmeyiz. Herkesçe bilinen sözdür, “kimi insan girdiğinde odayı aydınlatır, kimi insan çıktığında…” Acaba biz, farkında olmadan hangi insan olmayı seçmişizdir?
“Güler yüz,
altın anahtardır.”
Thomas B. Macaulay
Birçok insan seçtiği hayatın, yansıttığı enerjinin, taşıdığı ışığın farkında değildir. Şu an dünyaya nasıl yansıdığımız önemli, fakat daha önemlisi nasıl yansıyacağımızı seçip seçemememizdir. İyi haber şu ki nasıl bir insan olmayı tercih etme özgürlüğümüzü hayat bize bahşetmiştir. Öyle ise kendimizi tazelemenin, yenilemenin vakti şimdi’den başka bir zaman değildir!
“Alnını ne kadar dik tutarsan yere o kadar sağlam basarsın” demiş büyük şair Cenap Şahabettin. Herkese farklı görünme çabasına girmek, vitrinlere oynamak hatırı sayılır bir yorgunluk yaratacağı gibi kendimiz olmaktan bizi uzaklaştırır. Bıraktığımız izlenimler her ne kadar önemli olsa da dikkat etmemiz gereken bir husus var ki, o da karşımızdaki kişinin neyi nasıl algıladığı ile ilgilidir. Öyle ya! Herkes her zaman doğru olanı değil, kendine iyi gelecek olanı algılamaktadır. Biz her şeyi ne alttan almalı, ne de görmezden gelmeliyiz. Ne yaptığımızın bilincinde, nasıl bir hayatı yaşadığımızın farkındaysak, kendimizi birilerine iyi veya güzel göstermek, zaman hatta ömür kaybından başka bir şey değildir. Peki, bu durumun bir panzehiri var mıdır? Şüphesiz, evet! Gerçeğin, felsefenin ve bilimin rehberliğinde yürüyen kimsenin yaşamı, bir zaman kaybına değil, bir zaman kazancına dönüşür.
Biraz açayım...
Ne demek istediğime antik filozof Sokrates’i örnek gösterebilirim.
Ne düşündüğünün bilincinde olan Sokrates hayatı boyunca birilerine ne güzel görünmek, ne de iyi bilinmek için çabalamıştır. Bugün onun düşüncelerini tasvip etmeyip, hayatına son verenlerden kaçını biliyoruz? Hiçbirini! Onu yargılayanlardan kaçının ismi bir köprüye, bir okula verilmiş veya bir kitapta geçmiştir? Hiçbirinin. Oysa Sokrates’i hepimiz biliyor, derslerimizde işliyor, düşüncelerinden hâlâ faydalanıyor ve dahası gelecek nesillere taşıyoruz.
‘Modern fiziğin babası’ Galileo ne yaptı dersiniz? Düşüncelerini, gözlemlerini birilerine ispatlamak için çabaladı mı? Hayır! Dünyanın döndüğünü söylediğinde, onu giyotin cezasıyla yargılayanların kaçını biliyor insanlık? Hiçbirini! Hangi biri hayata bir katkı sağlamış, derin izler bırakabilmiş? Hiçbiri! İşi yargılamak olan bu kişilerin hukuka bir faydası olmuş mu? Hayır! Peki, Galileo’nun insanlığa katkısını saymakla bitirebilir miyiz? Sayabilirsek belki… Bu değerli bilim insanının başı tam gövdesinden ayrılmak üzereyken, sözünü geri aldığı takdirde affedileceği haberi geldiğinde, tereddüt etmeden teklifi kabul etmiş, cezadan kurtulmuştur. Galileo dışarı çıktığında arkadaşına şöyle söylemiştir, “Ben söylemesem de dünya dönüyor.”
Bu duruş, gerçeğin eminliğinden, hayata duyulan güvenden gelmektedir. Bu güveni bizzat hayatın kendisi vermektedir. Tarihin hiçbir döneminde gerçeğin bileği bükülememiştir. Eğer biz de aklın ve bilimin aydınlattığı bir yolda ilerlediğimizin bilincindeysek, kendimiz için en doğru yaşamı seçmişsek; bir ortama girdiğimizde veya ayrıldığımızda, hakkımızdaki düşüncelerin her zaman doğru olmayacağının da farkındayız demektir. Bu da öz yaşamamızda bizi özgürleştiren bir düşüncedir. Ve bu düşünceyi inşa etmek hatırı sayılır bir emeği gerektirmektedir. Başarı, hiçbir surette kendiliğinden ortaya çıkan bir olgu değildir. Bana, başarıyı tek kelime ile anlat deseler, hiç düşünmeden emektir derim.
Dünyaya bilinçli ve kalıcı bir iz bırakmak istiyorsak eğer emek vermemiz gerekir. Bu hususta Harry Forsha’nın şu sözlerini hatırlayalım; “Vizyonunuzu oluşturun ve onu sistematik biçimde izleyin. Başarının garantisi yoktur. Ancak eğer hiçbir şey yapmazsanız başarısızlığın garantisi vardır. Hangisinden başlamak istersiniz?”
“Karakterli olmak, kimsenin bakmadığı
sırada doğruyu yapmaktır.”
J. C. Watss
Yazıyı henüz okumaya başladığınızda sorduğum sorulardan büyük izler kast ettiğimi düşündüğünüzü biliyorum, asıl niyetim de bu, ancak iz bırakmanın öncesinde izlenimler gelir ki biraz bunun üzerine eğilmeyi tercih ettim.
Bıraktığımız izlenimler aslında taşıdığımız izlerdir. İzler; bizi yaşamla, yaşamın bizimle kurduğu iletişimin, ilişkinin birer göstergeleridir. Her halimiz, her tavrımız ve duruşumuzla insanların zihninde birer resim çizeriz ve bu resim bizim nasıl hatırlanmamızın, nasıl bilinmemizin birer yanıtlarıdır.
Bunu biz de başkaları üzerinde deneyimlemekteyizdir. Örneğin, renkli bir aksesuar gördüğümüzde şu arkadaşıma doğum gününe almalıyım, çok beğenir deriz. Çünkü o kişinin bizde bıraktığı his, canlı bir renktir. Eğlenceli bir videoya rastladığımızda bunu hemen sevdiğimiz biriyle paylaşırız, çünkü o kişinin bizde bıraktığı his hafifliktir.
İnsanların aklında nasıl kalacağımıza aslında biz karar veririz.
Derslerine birkaç yıl girdiğimiz bir öğretmenden geriye belki de sadece bir an kalmıştır; hatırladığımızda kendimizi iyi hissetmediğimiz bir an! Kim bilir sınıfın ortasında kendimizi değersiz hissetmemize neden olmuş olabilir kendisi. Oysa ne kadar iyi bir insan, ne kadar iyi bir öğretmendir; fakat gelin görün ki bir iğne ucu kadar yer tutmayacak bir an, bütün bir zamanların da üstünü örtmektedir. Neden derseniz, her şey bitse de o gün ortaya çıkan his, hâlâ bitmemiştir. Hisler, bizde kalan izlerdir.
Girişimcilik dünyasına dâhil olan birçok kimse var ki, her şeyi adım adım uygulasa da sıra satışa veya iş ortaklığı anlaşmasına geldiğinde kalın duvarlarla karşılaşmakta ve neden ilerleyemiyorum, yükselemiyorum diyerek kendini tüketmekte ve hatta vazgeçmektedir. Oysa her zaman söylüyorum, başarı bütünseldir; A’dan Z’ye, iğneden ipliğe bir uyum, bir ahenk içermelidir. Bu ve benzer durumu yaşayan kimseler geçmişlerine de bakmalı, açık kalan olumsuz dosyaları ya kapatmalı ya da yeniden yapılandırmalıdırlar. Çünkü karşılaştığımız durum, bizim o güne değin insanlarda bıraktığımız iz ve izlenimlerdir.
İletişimin temeli güvene dayanır. Belki de geçmişimizden kalan bir ‘istikrarsızlık’ hikâyesi taşımaktayızdır. Belki de bir iflas, bir boş vermişlik, insanları yarı yolda bırakmışlık hatıralarımız vardır ve çevremizdeki insanlarda yarattığımız bu ve benzeri enerjilerin izleri kalmıştır. Kim bilir belki de yakınlarımız, bundan dolayı bizimle yeniden yola çıkmakta veya bize inanıp inanmamakta tereddüt yaşamaktadırlar.
Başarı bir süreçtir. Vazgeçilmediği sürece konu kapanmamış demektir. Ben, dünyaya iz bırakan liderlerin, mucitlerin, sanatçıların, filozofların hayatlarında sendelemedikleri bir zaman, düşmedikleri bir an, yara almadıkları bir mücadeleye rastlamadım. Eğer bugün dünya daha yaşanılır bir yerse davalarından, doğruluğa olan inançlarından, gerçeği insanlara ulaştırma arzularından vazgeçmeyen kimseler sayesindedir.
Bir tek başarı tüm yaraları iyileştirir, tüm kara bulutları giderir ve tüm başarısızlık hikâyelerinin üstesinden gelir. Ancak bizim meselemiz yaralanıp iyileşmek değildir; hiç yara almadan sadece iyileşmenin yaşandığı seviyelere erişmektir. Bu da başarıyı sürekli kılmakla mümkündür.
Nasıl iz bırakmak istersiniz?
Kendini gerçekleştirmek, iz bırakmaktır. Ve nasıl bir iz bırakacağımız bize bağlıdır. Bir toplantınızda veya sunumunuzda katılımcıların kendilerini nasıl hissetmelerini istersiniz? Bir iş ortaklığı görüşmenizde veya bir ürün satışınızda karşınızdaki kişinin kendini nasıl hissetmesini arzu edersiniz? Herhangi bir yakınınızla yapacağınız bir kahve içimlik sohbetinizde dahi onun, bu buluşmadan nasıl bir keyif almasını dilersiniz? Tüm bu ve daha fazlasının cevabı bizde saklı. Nasıl bir iz bırakmaya karar verir ve bunun için çalışırsak, bir araya geldiğimiz insanlar da kendilerini öyle hissedeceklerdir.
Biz faydalı, güzel izler bırakmaya zihnimizi programlarsak eğer dünya daha yaşanılır yere dönüşecektir. İyi hatırlanmanın yolu, iyi izler bırakmaktan geçer…