İşe gitmek istiyorum!
“Saatin sesiyle irkildi. Yine işsiz bir sabaha uyanmıştı. Gözlerini tavana dikti. Bir süre öylece yatmaya devam etti. Şu saati de ne diye kuruyorsam, diye söylendi. Sanki işe gidecekmiş gibi saati kurmaya devam etmenin ne anlamı var? Ama insan alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçemiyor işte!
Yüzüne vuran güneş ışığının okşayıcı sıcaklığında tembel tembel gerindi. Oldukça soğuk geçen bir kışın ardından bahar iyiden iyiye yüzünü göstermeye başlamıştı. Kalksam ne olacak ki, diye düşündü. Yapacak pek fazla bir işi yoktu. Erken kalkınca gün daha da uzun geliyor, vakit bir türlü geçmek bilmiyordu. Meğer Allah’ın günleri ne kadar da uzunmuş, diye düşündü. Çalışırken böyle miydi? Saatin sesiyle yataktan fırlayıp bir koşu banyoya gitmek, duş almak, alelacele hazırlanıp kahvaltı masasına geçmek, yarı oturup yarı ayakta durarak atıştırmak, hiçbir zaman bardağındaki çayı dibine kadar bitirememek ve ev halkına şöyle bir “Allahaısmarladık” diyerek hızla evden çıkmak. Kâh yürüyerek kâh koşar adım otobüs durağına varmak, kıl payı otobüse yetişmek; tıka basa dolu otobüste ayakta rahatça durabileceği bir yere konumlanıp her zaman yanında bulundurduğu kitabını okumak. Yine aceleyle otobüsten inmek, hızla işyerine doğru yürümek, mesai saati başlamadan çalışma masasının başında olabilme telaşıyla işe koyulmak.
Bu koşuşturma içinde yakındığı, hatta bıktığı anları düşündü. Meğer bu koşuşturmalar hayatın ta kendisiymiş, dedi üzüntüyle… İş hayatı insanı zinde tutuyor, beyin daha bir hızlı çalışıyormuş. Boşuna dememiş atalar; “İşleyen demir ışıldar!” diye… Böyle giderse paslanacağım, dedi. İşsiz insanın bütün vücut sistemi yavaşlıyor. Bakışlarına endişeli bir düşünce yerleşiyor, bazen de donuk bakışlarla çevresini süzüyor. Zaman ilerledikçe de yüzünde, özellikle ağız kenarlarında derin çizgiler oluşuyor. Bir süre sonra gülmeyi de unutuyor. Hatta gülmek ağır geliyor. En kötüsü ise gülen insanlara tahammülsüzlük başlıyor. En sevdiğiniz komedi sanatçısı bile artık sizi güldüremiyor. Hüzün can dostunuz oluyor. Ağlamaya bahane arar hale geliyorsunuz.
Bir gün durakta, soğuktan tir tir titreyerek dolmuş beklerken, “Hayatım, duraklarda araba beklerken sona erecek!” diye şikâyet etmişti. Keşke dedi, keşke şikâyet etmeseydim. Vallahi, dolmuş duraklarında araba beklemeyi bile özledim. Bu düşüncesine çok şaşırdı. Hey Allah’ım dedi, insanlara nasıl da derslerini veriyorsun! Şikâyet ettiğimiz durumların aslında bizler için bir nimet olduğunu nasıl da öğretiyorsun!
Artık saati kurma alışkanlığından vazgeçmeye karar verdi. Nasılsa yetişeceği bir işi yoktu. Hiç olmazsa biraz daha geç uyanır, böylece işsiz geçen bir günü, daha çabuk atlatabilirdi.”
Bu satırları yedi yıl önce yayınladığım “İşsiz” adlı kitabımdan aldım. Uzun yıllar çalıştıktan sonra işsiz kalan bir insanı anlatmıştım; gerçek bir öyküden esinlenerek.
Aşağıdaki sözler de iki yıldır atama bekleyen genç bir öğretmen adayına, iki üniversite mezunu işsiz Cennet Yünlü’ ye ait. CHP’nin Mersin mitinginde şöyle haykırdı genç kız: “İşe gitmek istiyorum!” Ve devam etti:
“Ben de her sabah erkenden uyanmak istiyorum. İşe gitmek istiyorum. Çalışmak istiyorum. Çok mu zor yani? Atanamamak, bu psikolojiyi yaşamak o kadar zor ki… Sabah saat 10’da uyanmak, 11- 12’de uyanmak, o kadar zor bir psikoloji ki… 8’de uyanmak, iş başı yapmak istiyorum.”
İkisinin de ortak dileği işe gitmek… Sabah erkenden yataktan kalkmak, işe gitmek…
Demek ki, aradan geçen yedi yılda da hiçbir şey değişmemiş ülkemizde…
Hâlâ en büyük sorunumuz işsizlik.
Her yaştan, her kesimden insan işsiz…
*
Bir amacı olmalı insanın… Çalışmalı, üretmeli…
Güneş ışığı üzerine doğmadan kalkmalı.
“Sabah erken kalkın, perdeleri açın. Güneş üzerinize doğmasın.” derdi büyüklerimiz.
İnsanın bir amacı olmayınca erken kalkmak istemez ki…
Bir amaç olmalı… Çalışmalı, üretmeli insan…
Ertesi günün planını yapmalı. Ne giyeceğini bile akşamdan ayarlamalı.
Bir amaç olmalı…
Yarısı içilmiş çay bardağını, bir lokması koparılmış ekmeğini bıraktıracak bir amacı…
Çalışmak… Bir insanın en doğal hakkıdır çalışmak. Ve bunu sağlamakla yükümlüdür, bir ülkede işbaşına gelen iktidarlar.
Üniversitelerin amacı, her yıl binlerce işsizi mezun etmek değildir. Gençleri hayata hazırlayıp, bir meslek sahibi yapmak, bilimde önünü açmak, hedeflerine ulaşmasının alt yapısını oluşturmaktır, asıl amaçlanan.
Sabah güneşinin üzerine doğduğu gençler, bu ülkenin geleceği olamazlar… Onlara sabah kalkacak bir amaç vermek hükümetlerin görevidir.
Yoksa daha çok Cennet’ler ortaya çıkıp haykıracaktır:
“Çalışmak istiyorum. İşe gitmek istiyorum. Çok mu zor?”
Sahi çok mu zor?