Sözün büyüsü (1)
Başarı yolculuğundaki en önemli hatta bana kalırsa ilk adımlarından bir tanesi kullandığımız sözcük ve sözlerimizdir. Sıradan bir tanışmadan üst düzey bir sunuma, ortalama bir birliktelikten bir ekibi hatta bazen bir orduyu ayağa kaldırışa; kimi zaman acı, kimi zaman tatlı haberler taşıyışımıza; bazen bir sesini duymak için aramıştım masalımıza değin hayatımızın her yanında olmazsa olmaz bir olgudur sözcükler.
Sadece sözlük değil psikolojik ve sosyolojik anlamlarıyla da kullanırız kelimeleri. Örneğin “Ne işle uğraşıyorsun?” diye sorulduğunda vereceğimiz yanıt yepyeni bir kaderi de bizim için harekete geçirebilir. Neden derseniz, orta yaşın üzerindekiler için bu kelime, ‘meslek, hobi’ anlamına gelirken, bugün on beş-yirmi yaş ortalamasındaki gençlerimiz için bir zaman kaybı, enerji kaybı, boş iş anlamlarına gelmektedir. Her ne kadar bir sözcüğün birden fazla anlamı olsa da bilincimizde ağır basan kodu kaderimizi yaratmaya müsaittir.
Nereden mi biliyorum?
Elimde Göksel Bekmezci’nin Nemesis Yayınlarından çıkan Sözün Büyüsü kitabından… İki hafta boyunca sizinle, kelimelerin başarı yolculuğumuzda ne denli önemli olduğuna dair paylaşımlarda bulunacağım. Ve bu süreçte “Sözün Büyüsü” kitabı bize rehberlik edecek.
“Kim “İmdat!” der? Çaresiz olan.
Kim “Ah” der? Hasta olan, canı yanan.
Kim aşağılar? Aşağıda olan.
İnsan bulunduğu yer ve durumun sesini verir.
Kullandığımız söz ve kelimelere kulak verdiğimizde sadece olduğumuz yerin değil, olacağımız halin de sesini duyarız.”
Göksel Bekmezci / Sözün Büyüsü
Hiç düşündünüz mü kelime nedir?
Düşünür, yazar ve şair İbn-i Arabi bunu şöyle dile getirir: “Kelime, işiten kimsenin nefsinde bir iz bırakır. Bu nedenle Arapçada yaralanmak anlamına gelen “kelem” sözcüğünden türemiştir.”
Burada yaralanmak, sözün insana dokunması manasındadır. Bu söylemden hareketle, bir konuşmanın söze dönüşebilmesi; bize ve iletişim kurduğumuz kimselere dokunabilmesi için ilkin zihnimizde nasıl bir anlam taşıdığını fark etmemiz gerekir.
Eğitimlerime katılanlar, kitaplarımı, köşe yazılarımı düzenli okuyanlar bilir ki, ifadelerimi titizlikle seçer; zaman zaman kim olduğumu değil, kim olmadığımı da özellikle belirtirim. Sağlık alanından söz ederken, bir doktor olmadığımı; duygu, düşünce ve davranışların derinliği söz konusuysa bir psikolog veya psikiyatr olmadığımın altını çizerim. Öyle ki “bu bilgi size ilaç gibi gelecek” deyip, bir sözcükle dahi olsa tıbbın alanına girmekten imtina eder, ‘ilaç’ sözcüğünü ‘şifa’ ile yer değiştiririm. Öğrenmemiz gereken ilk dilin de tatlı dil olduğunu büyük sanatçımız Barış Manço’dan bilirim.
Bugün de bir dil bilimci veya dile dair bir uzman olmadığımı belirteceğim. Ancak bu demek değildir ki bu konuya değinmeyeceğim… Girişimcilik ruhu taşıyan, bir hedefi olan, kendi zincirlerini kırmak için bedel ödeyen veya ödemeye hazır kimselere özellikle de Sözün Büyüsü kitabından bazı önemli veriler sunacağım.
“Seni seviyorumlarınızı ‘S.S.’, ‘Kendine iyi bak’ temennilerinizi ‘K.İ.B.’ yazarak kısaltmayın. Minnetinizi dile getirirken ‘TSKR’ diye yazıp duygularınızdan sesli harfleri çıkarmayın. Bu yaklaşımınız niyet ve ifadelerinizi eksiltmez, sizi eksiltir. Her kestirme yolu kısaltmaz. Ömrü de kısaltabilir... Lütfen kendinizi sesli söyleyin.”
Göksel Bekmezci
İyi mi Güzel mi?
Birkaç yıl önce Göksel Bekmezci’nin ağ pazarlama sektöründe bulunan insanlara verdiği bir konferansına katılmış, işlediği konu, yaptığım işlere bakış açımı temelden etkilemişti. Katılımcılara şu basit soruyu sormuştu;
“Yaptığınız ticaret sizce iyi mi yoksa güzel mi?”
Yaklaşık yirmi beş kişi “güzel” derken, üç kişi de “iyi” demişti. Ardından güzel diyenlere tek tek, ne kadar zamandır bu ticaretin içinde bulunduklarını ve edindikleri kariyerleri sormuştu. Hepsi de bir yıldan fazla zamandır söz konusu ticaretin içindelerdi. Birkaçı iki yılın üzerindeydi. Sahip oldukları kariyerler ise sıkı bir çalışma ile sadece bir ayda edinebilinecek bir seviyeydi. Kazançları mı? Tabii ki çok düşüktü.
Sonra iyi diye yanıt veren üç kişiye dönüp, onların ne kadar zamandır bu ticaret ile ilgili olduklarını ve kariyerlerini sordu. Yanıtlar gerçekten şaşırtıcıydı. Üç kişi, dört ila on altı ay ortalamasında bu işle ilgililerdi ve yüksek diyebileceğimiz kariyerlere sahiptiler. Kazançları mı? Türkiye’deki bir milletvekili maaşının iki katı ortalamasındaydı. Bu, oldukça ilginç bir durumdu. Ürün de, fiyat da, iş modeli de aynı olan bir ticarette “güzel” diyenler başlangıç seviyesinde kalırken, “iyi” diyenler yükselişteydi.
“Göz, gördüğüne güzel der.
Akıl ise gördüğüne iyi der.”
Rene Descartes
Anladığım şuydu ki; kelimelerin, kavramların her ne kadar sözlükte birer karşılıkları olsa da bizdeki baskın manaları harekete geçiyordu. Yani bilincimizdeki her bir kelimeyi bir tuşa benzetirsek, iyi’nin üzerine tuşladığımızda farklı, güzel’in üzerine dokunduğumuzda farklı kodlama devreye giriyordu.
Bu kısma “Sözün Büyüsü” kitabında da yer veren sevgili kardeşim Göksel, iyi ile güzel arasındaki farkı şöyle dile getiriyordu; “Güzel, ‘gözel’ sözcüğünden gelir. Gözle, bakmakla ilgilidir. İyi ise fayda ile ilgilidir; aklın alanındadır. Yararlı bulduğumuz bir şey için iyi deriz fakat güzelde fayda aramayız; evimizdeki bir tablonun ne işe yaradığını düşünmeyiz. Serinlemek için kullandığımız bir klimanın ise güzel olup olmadığına değil, fayda sağlayıp sağlamadığına bakarız.”
Bu bilgiyi edindikten sonra her yeni girişimci ortağıma ve başarı yolunda yürüyen genç kardeşlerime “yaptığın iş sence iyi mi yoksa güzel mi?” diye mutlaka sorarım. İyi veya güzel dediklerinde ise “iyi/güzel senin için ne anlama geliyor?” diye eklerim.
Peki, sevgili okur; siz yaptığınız işi nasıl buluyorsunuz? İyi mi yoksa güzel mi? Önemli mi yoksa değerli mi? Ticaretiniz doğru mu yoksa düzgün mü? Çalışma arkadaşlarınız çözümcü mü yoksa çözümleyici mi? Her bir kelimenin bizde birer manevi anlamları var. İş alanı; hareketin, üretimin doğurganlığın, yaratıcılığın alanıdır. Dolayısıyla bu kısımdaki tercihinizin eylem içerikli, fayda sağlayıcı ve hatta ateşleyici sözler olmasını önemle tavsiye ederim.
“Kelimeler, kavramlar, sözler değil; onlara yüklediğimiz anlamlar dile gelir.”
Göksel Bekmezci
“Söylemlerin Bahar Temizliği”
Prof. Dr. Ali Demirsoy, değişime uyum sağlayamayan canlıların %94’ünün soylarının tükendiğini belirtiyor. Bu bizim için şu anlama geliyor: Güncelleme!
Kendimizi güncellemediğimiz takdirde sadece zamanın değil, mevcut halimizin de gerisine düşmekteyiz.
Girişimcilerin dünyasında ara sıra paylaşılan bir bilginin zamana yayılmış serüvenini bu satırlara taşıyayım:
Bir bilgi; 1900’lerin başında yüz yılda bir, iki katına çıkarken, bundan yüz yıl kadar sonra yani 2000’li yılların başında bir bilgi on yılda bir iki katına çıkar. 2010’lu yıllarda ise bir bilgi dört yılda bir iki katına çıkarken, 2015 yılı itibarıyla iki yılda bir iki katına çıkmaya başladı.
Bir bilginin zamandaki yolculuğuyla kullandığımız kelimelerle bağı nedir diye sorarsanız eğer, az önce de belirttiğim gibi, kendimizi güncellememizdir derim.
Kitabın “Söylemlerin Bahar Temizliği” başlıklı bölümünde bu konu öyle hafif işlenmiş ki hangi kelimenin yerine ne kullanırsak ifademizi güçlendirebilir, işlerimizi nasıl sadeleştirebiliriz sorularının yanıtı da bize verilmiş:
“Kirli çamaşırlar demek yerine yıkanacaklar,
Bu yüzden demek yerine bu sebeple,
Borç yerine ödeme... Ucuz demek yerine uygun,
Zor yerine kolay değil, Kötü yerine olumsuz veya sağlıksız…
Hasta demek yerine rahatsız, İmkânsız yerine mümkün değil…
Hayal kurmak yerine gözümde canlandırmak,
Vaktini çalmak yerine vaktini almak,
Zaman/para harcamak yerine zamanı/parayı kullanmak/değerlendirmek,
Karalama demek yerine uygulama/deneme demek gibi…”
Başarı yolunda ilk adımların hep zor olduğu söylenir. Sevgili okur, size bir sır vereyim mi? Bu bütünüyle koşullandırılmış bir beynin söylemidir. Bu alanda bir zorluktan söz etmek yerine, o durumu bir soruya dönüştürüp, yanıtların alanına çekmek her zaman için daha verimli ve daha sağlıklıdır.
İki sesi yan yana koyalım. İkisi de içinizdeki ses olsun, ikisinin de zihninizin birer anahtarı olduklarını var sayalım. Bakalım zihninizi hangi anahtarla kolay veya zorlanarak açacaksınız?
Bir sesiniz “Başarı yolunda her zaman için ilk adımı atmak zordur” desin, diğer sesiniz de “Başarı yolculuğumu nasıl kolaylaştırabilirim?” diye sorsun.
Bir sesiniz “Kendini gerçekleştirmek zordur” desin, ama yanına da “zorlukların üstesinden gelebilirim” diye eklesin; diğer sesiniz de “Kendimi nasıl kolaylıkla, sadelikle gerçekleştirebilirim?” diye sorsun.
Bir sesiniz yol arkadaşlarına “Allah kaza, bela vermesin” diye temenni de bulunsun, diğer sesiniz aynı arkadaşlara “Yolunuz açık olsun” desin.
Bir sesiniz, yeni araba satın almış komşusuna “Kazasız belasız kullan” desin, diğer sesiniz “Güle güle kullan”…
Her iki sesinizin de yaşam amacına ulaştığını var sayalım. Sizce önce hangisi varmıştır? Hangisi yorgun, bitkindir? Hangisi bir o kadar daha yol gidebilir? Önce hangisinin saçına aklar, yüzüne çizgiler düşmüştür?
Elbette zorluğu merkezine koyan kişi hedefine daha geç varmış, daha yorgun ve daha bitkindir. Bundan dolayı daha fazla yol gidemeyecek, belki de kendini geldiği seviyeden emekli edecektir. Diğer ses, söz konusu zor ihtimali hiçbir surette bir kadere dönüştürmedi. Her seferinde kolaylığın, sadeliğin yolunu seçti. Kendini ifade edişi net olduğu için zihni de güçlendi.
Sevgili Göksel Bekmezci de “Sözün Büyüsü” kitabının genelinde enerjimizi nasıl daha sağlıklı muhafaza edebilir, nasıl daha etkin hale dönüştürebilir ve büyük değişimlerin ateşini nasıl yangın çıkarmadan yakabiliriz sorularına en temelden, kelimelerimiz üzerinden yanıt veriyor.
Sözün Büyüsü yazımız, bir sonraki hafta da devam edecek…