Korkularınız sizden korksun (2)
Ters çaba yasasını daha önce duymuş muydunuz?
Bunun en bilinen ve ilk akla gelen örneği bataklıktan çıkmak için çırpınmaktır. Çaba ne denli çok olursa batış da o denli hızlanır.
Hangi konu olursa olsun, güncelimizde olan şey kendini var eder. Bunu da halk arasında en sık “korktuğum başıma geldi” söyleminde duyarız.
Çünkü korku, beynimizde hem güncel, hem de yoğunsa, onun gerçekleşmesi de kaçınılmazdır. Olmasını istemediğimiz bir şeyi ne kadar düşünürsek bu onu yok etmez, aksine var eder. Çünkü zihnin odağı o şeyin varlığına hizmet eder. Bu da ters çaba kuralının örneklerinden bir tanesidir.
Korkularımızın farkına varırsak eğer, bazılarını eleyip bazılarını da cesaretle değiştirip iyiliğe, güzelliğe yoğunlaştığımızda korkularımız değil, sevdiklerimiz başımıza gelir.
Geçen hafta genel giriş yaptığımız korku konusuna kaldığımız yerden devam edelim…
ALARMLARI FARKET
Korktuğunuz şey ile karşılaştığınızda ya da doğrudan yaşadığınızda aşağıdaki belirttiğim ihtimallerden en az birkaçını görebilirsiniz.
Terleme
Kalp atışının hızlanması
Nefes almada zorluk çekme
Güçsüz hissetme
Bayılacak gibi hissetme
Kaçma hissi
Eğer bunları yaşamaya başladıysanız o zaman vücudunuzun verdiği alarmları fark etmeli ve hemen orada bir adım geri çekilip kendinizi dinlemelisiniz. Neden korkuyorum, diye kendinize sormalı ve samimi yanıtlarla tıpkı bir dedektif gibi kendi içinize doğru yolculuğa koyulmalısınız.
Nasıl mı?
Örneğin… Maaşlı çalışan, ayrılmak istediği halde işini bırakamayan birini ele alalım. Yaptığı işten şikâyet etse de her gün düzenli gitmeyi, memnun olmadığı halde vazifesini yerine getirmeyi sürdüren bu kimselere neden bu duruma katlandıklarını sorduğumda, birçoğu işsiz kalmaktan korktuklarını söylüyor. Kabul! Bu kaygıyı taşımalarını anlayabiliyorum. İşsiz kaldıklarında en kötü ne olabileceğini sorduğumda ise evin, çocuklarının geçimini sağlayamayacaklarını dile getiriyorlar. Peki, bunu sağlayamazsanız en kötü ne olabilir, diyorum. Ortada kalırlar, diyorlar. Elbette kalmasınlar… Amacım derinde yatan gerçeği görünür kılmak olduğundan bu defa, ortada kalırlarsa en kötü ne olabilir, diye soruyorum; bir babaya çocuklarını ortada bırakmak yakışmaz yanıtını alıyorum.
İşte anahtar cümle! ‘Baba olmak!’
Sence baba olmak durmaksızın çalışmak anlamına mı geliyor, diye bir soru daha yönelttiğimde ise yanıt Evet! oluyor.
“Korku içinde yaşayan kimse
özgür değildir.”
Horatius
Sevgili okur, sizin de gördüğünüz gibi, basit birkaç soruyla, bir işe neden katlanıldığının derinlerinde yatan gerçeği az-çok ortaya çıkarılabiliyor.
Verdiğim örnekten hareketle; elbette bir baba evin geçimini, güvenini sağlamakla mükelleftir ancak sorumluluk almakla kurban olmak arasında muazzam bir fark vardır.
Sırf bilincinde var ettiği ‘baba modeli’ onun, yeniliğe bir adım atmasının önünde engel teşkil ediyor. Çünkü zihnindeki bu model, bir beyin haline dönüşmüş ve kendi yarattığı bu sınırın/sınırların dışına çıkmak, yurt dışına çıkmaktan çok daha zor ve korkutucu geliyor.
Şimdi gözlerinizi kapayıp, kendinize şu soruları sormanızı ve samimi yanıtlar vermenizi istiyorum:
Ben kendimden nasıl bir insan var ettim?
Kendimden var ettiğim bu insana, başkaları için kurban olma rolü verdim mi?
Kendimden var ettiğim bu insana nasıl sınırlar çizdim?
Ve kendimden var ettiğim bu insan kendi sınırlarının dışına çıkabilecek cesarete sahip mi?
“Bundan yirmi yıl sonra yapmadığınız şeylerden dolayı,
yaptıklarınızdan daha fazla pişman olacaksınız.
Demir alın ve güvenli limanlardan çıkın…
Rüzgârları arkanıza alın, araştırın, hayal edin ve keşfedin.”
Mark Twain
ZAMAN DİLİMİNİ KEŞFET
İkinci aşamada korkularımızın hangi zaman diliminde olduğunu keşfetmemiz gerekiyor.
Aşağıdaki üç farklı zaman diliminin hangisinde olduğunun bilincinde olmalıyız.
1. zaman diliminde, başlamadan önce yapamamaktan veya elimizdekini kaybetmekten korkarız. Bu da bizde başarısızlık, yalnızlık, değersizlik duygumuzu harekete geçirir.
2. zaman diliminde, başladığımızda yaşayacağımız zorluklardan korkarız. Böylece istemeden güçsüzlük, yetersizlik, çaresizlik duygumuzu harekete geçiririz.
3. zaman diliminde ise sonucun iyi olmama ihtimalinden korkarız ve yetersizlik hissimizin, devamsızlık olasılığımızın, başkaları ne der kaygımızın bam teline basarız.
Dikkat ederseniz üç farklı durumun temeli doğru ve yeterli hazırlığın yapılmamasına, bundan dolayı inanç zayıflığına dayanıyor. Bilinmezliğin herkes için cazibesi olduğu kadar heyecanı ve aynı zamanda korkusu da vardır.
Mutlaka iyi-kötü sürprizler olacaktır. Ancak hedefine odaklanmış, kendine inanan bir bilinç herhangi bir sürprizin olasılığıyla ilgilenmez, bunu nasıl faydaya dönüştürebileceğine odaklanacağından, her ihtimali pozitif bir adım olarak algılar.
Biz de bu tür de bir korku sarmalının içinde olduğumuzu hissettiğimiz an hangi zaman diliminde olduğumuzun farkına varırsak eğer adımlarımızı buna göre atar, temkinli veya cesaretli ancak temelinde planlı hareket etmeyi sağlayabilir; bilinmezliği bilinirliğe dönüştürebiliriz.
“Korkarak yaşıyorsan
sadece hayatı seyredersin.”
Friedrich Nietzsche
Eğer 1. Zaman diliminde olup, yapamamaktan veya kaybetmekten korkuyorsanız gelecekte yaşayacağınız pişmanlık hissini düşünmenizi tavsiye ederim. Birçok kimse gerçekleştirmediği veya gerçekleştiremediği şeyler için pişmanlık duyar. Gerçekleştirilmiş bir eylemin pişmanlığı ile gerçekleşmemiş bir fikrin pişmanlığı arasındaki fark, ilkinde tam karşılamasa dahi ödeşme imkânının bulunmasıdır. Örneğin, bir suç işlenir cezası çekilir. Birine karşı ayıp edilir bunun için özür dilenir. Ve bu geçmişte kalabilecek özelliktedir.
Oysa ertelenmişliklerin, türlü mazeretlerle gerçekleştirilmeyen fikirlerin pişmanlığı geniş zamanlıdır. Bunun karşılığına ne kendinize bir ceza verebilir ne de gidip birilerinden özür dileyebilirsiniz.
Bir pişman olma korkusuyla hiç yapmayanlar, bir de yapmadığı için pişman olanlar... İleride ‘keşke’ demek yerine şimdi harekete geçmek ve ömrümüz boyunca “iyi ki” demek sizce daha sağlıklı değil mi? Kendine inanmak, yapacağını bilmek, bu inancı ve bilmeyi beslemek, pişmanlık korkusunu ortadan kaldıracak en büyük güçlerdir.
Bu tür de pişmanlık hissini yaşayan kimseler aynı zamanda içlerinde bir suçluluk duygusu da taşırlar. Söz konusu iki duygu, çift yumurta ikizi gibidirler. Birbirinden farklı görünürler oysa birbirlerine paralel oluşur ve gelişirler.
Suçluluk ve pişmanlık bizi geçmişe bağımlı kılar. İleri hamlelerimizden alıkoyar. Amerikalı gazeteci Dorothy C. Thompson söylemiyle, “ancak korkularımızı aştığımızda yaşamaya başlarız.” Denge her şeyin panzehiridir.
Ne hiç hareket etmemek iyidir, ne de gereğinden fazla hareket etmek.
Anda korku yoktur. İçinizden anda ve güvende olduğunuzu sıkça tekrar edin. Ve her şeyin güzel olduğunu dile getirin.
İçgüdüsel olarak kayıptan kaçınmaya odaklanır, sahip olduğumuz ve yatırım yaptığımız şeye gereğinden fazla değer verirsek, hem geçmişe hapsolur, hem de mevcut durumu devam ettirmeye kendimizi mahkûm etmiş oluruz.
Aşağıdaki iki soruyu kendinize sorarak, mevcut durumunuzu daha iyi görebilir, korkunuzu test edebilir ve bir eleme ile bunları ortadan kaldırabilirsiniz.
1) “Mevcut durumu koruyarak hangi fırsat veya fırsatları kaybederim?”
2) “Buna, Evet demeye devam edersem, neye veya nelere Hayır demiş olurum?”