Zaman yönetimi (3)
Sevgili okur, birçok insan farkında olmadan zamanı fatura, kira taksit ödediği bir takvim olarak görür, kullanır ya da kullandığını sanır.
Oysa zaman, bir son ödeme tarihi olmadığı gibi yerine başka bir şeyi koyamayacağımız bir değerdir.
Nasıl ki yüzmeyi bilmek, bazı akıntılı sularda insanı kurtaramıyor, kendimizi bilmek de zamanın akışında kaybolmamızın önüne geçemeyebiliyor.
Biz, geçmişimizin bir sonucuyuz. Kendimizi gerçekleştirmek istiyorsak eğer şimdi olduğumuzdan daha büyük, şimdi olduğumuzdan daha bilgili ve şimdi olduğumuzdan daha bilinçli olmak zorundayız.
“Zaman, hayatın anlamıdır.”
Paul Claudel
Zaman yönetimine dair önceki iki hafta ertelememe, kendini dinleme, alan belirleme, ajanda tutma üzerine değinmiştik. Serimizi denge kurma, planlama, pomodoro tekniği ve bir de öykü ile tamamlayabiliriz…
- Denge kurun
Yapılması gereken işler her zaman emek gerektirmezler. Kimi zaman anne-babamızla, eşimiz ve çocuklarımızla evimizde zaman geçirmemiz sağlıklı bir kalp, sağlıklı bir sosyal yaşam için olmazsa olmazlarımızdandır.
Ailemiz, dostlarımız çalışmak için yaptığımız planlarımızdan bağımsız değildirler. Ajandamızda mutlaka onların da yeri olmalı, isimleri geçmeli, kendimize saatlik, günlük, haftalık, aylık ve yıllık tatiller de belirlemeliyiz. Aktif dinlenmeler muhakeme yetimize güç, odaklanmamızda yoğunlaşma kazandırırken aynı zamanda hedeflerimiz doğrultusunda ilerleyişimizde bize türlü katkılar da sağlayacaktır.
Planlayın
Yapılması gereken işlerinizi şu başlıklar altında sıralayın:
Önemli! Acil! Önemli değil. Acil değil.
Ardından listenizdeki işlerle bu başlıkları eşleştirin.
Örneğin…
- Sunum hazırlanacak.
Önemli! Başkası hazırlayabilir mi? Hayır. Yapacağınız zamanı belirleyin ve buna uyun.
- Çocuğa kıyafet alınacak.
Önemli! Başkası alabilir mi? Evet. Öyle ise çocuğunuzun annesi veya bir başka yakınınızdan bu konuda destek isteyin. Eğer internetten sipariş verme imkânınız varsa, hemen o an verin.
- Yarın akşam X arkadaşınızla buluşulacak.
Önemli mi? Değil. Ertelenebilir mi? Evet. Öyle ise hemen erteleyin ve kendinize alan yaratın. Eğer imkânınız var ise sizin bulunduğunuz bir yere belli saat aralıkları vererek gelmesini rica edin. Böylece hem sözünüzde durmuş, hem kendisini davet ederek yol gitmediğiniz için zaman kazanmış, hem de zamanı yönetmiş olursunuz.
- Bilgisayar alınacak!
Önemli mi, acil mi? Acil!
Elinizdeki bilgisayar artık eskimiş, yavaşlığından dolayı size zaman kaybettiriyorsa bu konuyu daha fazla ertelemeyin. Aksi halde düşündüğünüzden çok daha fazla zararlı çıkabilirsiniz. Uzakdoğu’nun şu sözünü hatırlayın: Kuyuyu susamadan önce kazın.
Listenizde yer tutan fakat yapılmasa da olur diyebileceğiniz işleriniz varsa eğer hemen şimdi çıkarın. Yeterince yoğunluğunuz varken yapılmasa da olur derecesindeki işleri listede tutmak, insanın kendi başına iş açmasından başka bir şey değildir.
Biz sadece zamanı değil, enerjimizi de yöneterek verimli kullanmalıyız.
“Harcamaktan keyif aldığınız vakit,
harcanmış sayılmaz.”
Bertrand Russel
Pomodoro Tekniği
Hâlâ tanışmadıysanız size, Francesco Cirillo tarafından ’80’li yılların sonlarında geliştirilen Pomodoro Tekniği ile tanışmanızı tavsiye ederim.
Eğer bir öğrenciyseniz ders çalışırken, yazarsanız kitap yazarken, eğitimciyseniz sunum hazırlarken, bir iş insanıysanız daha etkin olabilmek için bir teknikten faydalanabilirsiniz.
Yöntemin temeli iki şeye dayanıyor.
Çalışma ve mola! 25’e 5, 40’a 10, 60’a10 gibi sizin de kendiniz için belirleyebileceğiniz bir zaman modeli yaratabiliyorsunuz.
25 dakika boyunca telefona bakmıyor, sosyal medyanıza göz atmıyor, kimseyle konuşmuyor sadece çalışıyorsunuz ve vakit dolduğunda beş dakika dilediğiniz her şeyle ilgilenebiliyorsunuz. Bunun için mutlaka saatinizi kurmanız gerekiyor.
Pomodoro tekniği dar zamanda dahi acil, önemli, yetişmesi gereken işler için her zaman ‘mümkün’ diyebileceğimiz etkin bir çalışma alanı yaratmanızı sağlıyor.
Peki, bu teknik nasıl uygulanıyor derseniz?
Yapacağınız işlerinizin listesinden herhangi birini seçin, tavsiyem en fazla ertelediğiniz olabilir; masanızdaki kâğıda yapacağınız işinizi yazın ve saatinizi 30 dakika sonrası için kurun. 30 dakika boyunca kıyamet dahi kopsa işinizin başından ayrılmayacağınıza dair kendinize söz verin ve işe koyulun.
Ne zaman ki saatiniz sürenin dolduğunu gösteren alarmını devreye soktu, o zaman işinizi bırakıp kendinize beş dakika boyunca dilediğiniz şeyle ilgilenme özgürlüğü tanıyın. Çay-kahve alabilir, arkadaşınıza mesaj yazabilir, gözlerinizi kapatıp uzanabilir ya da dilediğiniz faklı bir şey yapabilirsiniz. Fakat sadece beş dakika. Ardından bu olguyu tekrar edin. Ancak dördüncü tekrarın ardından mola sürenizi beş katına çıkarın. Sonra dilerseniz çalışma ve mola zamanlarını güncelleyerek baştan başlayabilirsiniz.
Bu yöntemi bir çalışma prensibine dönüştürdüğünüzde odağınızın gücü kat be kat artacak, iş bitirici yanınız gelişecek, zihniniz ertelemenin tuzaklarına düşmeyecektir. Ayrıca bundan önce etrafınızı sarmalayan yabani birer ot gibi gereksiz uğraşlarınızdan da arındığınızı hissedecek ve zamanı yönetmeyi birinci derecede öğrenebileceksiniz.
“Boş zaman yoktur,
Boşa geçen zaman vardır.”
(Anonim)
Başarılı insanlar zaman harcamazlar, onu kullanırlar.
Başarılı insanlar zamanda kaybolmazlar, onu yönetirler.
Başarılı insanlar zaman kaybetmezler, onu kazanırlar.
Eğer zaman sizi yönetiyorsa, zamanın içinde kayboluyor, 24 saat size yeterli gelmiyorsa direksiyonun başına geçmenizin vakti çoktan gelmiş demektir.
Zamanı nasıl yöneteceğinize dair yazılan birçok kitap piyasada mevcut. Tek bir kitabı okuma süreniz en fazla üç saatinizi alsa, bu kitaptan çıkaracağınız sonuçlar ve hayatınıza katacaklarınız üç bin saatin de ötesinde olacaktır.
Saatlerinizi, günlerinizi, ay ve yıllarınızı nasıl bir ömre sığdıracağınızla ilgili sevdiğim bir hikâyeyi sizinle paylaşarak zaman yönetimi serisini şimdilik tamamlıyorum.
kutu
ÖĞRETMEN/ÖĞRENCİ
“Zamanı nasıl iyi ve üretken kullanabiliriz?” üzerine düzenlenen kurslardan birinde öğretmen, öğrencilerine bir deney yapmayı teklif etmiş.
Masanın üzerine oldukça büyük bir kavanoz koymuş. Ardından bir torbanın içinden irice kaya parçaları çıkarmış, bunları öğrencilerin bakışları arasında özenle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş. Kavanozda parçalar için yer kalmayınca sınıfa, “Kavanoz doldu mu?” diye sormuş. Herkes hep bir ağızdan “Evet” diye yanıt vermiş.
“Peki” demiş öğretmen. Eğilip masanın altından bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış. Kavanozun tepesine dökmüş, ardından kavanozu eliyle sallamış, küçük çakıl taşları, büyük parçaların sağına soluna yerleşmişler.
Öğretmen öğrencilerine bakmış ve bir kez daha “Kavanoz doldu mu?” diye sormuş.
İşin göründüğü gibi olmadığını sezen öğrencilerin arasından pek “Evet” yanıtı duyulmasa da bazıları “Tam dolmuş sayılmaz” diye fısıldamış.
Gülümseyerek “Hiç fena değilsiniz” demiş öğretmen ve eğilip masanın altından bu defa bir kova dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş.
Ve yeniden sormuş, “Kavanoz doldu mu?”
“Hayır, dolmadı” diye hep bir ağızdan bağırmış öğrenciler.
“Aferin” demiş hoca ve masaya bir sürahi suyu çıkarıp, öğrencilerin şaşkın bakışları arasında kavanozun içine dökmüş.
Bir süre sesliğin ardında, sınıfa “Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?” diye sormuş.
Önce oturan bir öğrenci öne çıkıp,
“Gündelik ders yoğunluğumuz ne kadar dolu olursa olsun, her zaman başka şeyler yapmak için zaman bulabiliriz” demiş.
Bu yanıtı, “Güzel…” diye tebessümle karşılamış öğretmen. “Peki, başka?” diye sormuş. Bir başka öğrenci söz isteyip;
“Önce büyük taş parçalarımızı yani önemli işlerimizi halletmezsek, diğer küçük işlerimize zaman yaratamayız” demiş.
Bu yanıtı da beğenen öğretmen, basit bir deneyin öğrencilerin bilincinde olumlu, büyük bir iz bırakacağının bilinci ile “Bugünkü dersimiz bu kadar” dese de aslında ömür boyunca süreceğini biliyormuş…