Kinyas İbrahim Mirzoyev'in anısına Yeri doldurulamaz büyük kayıp...
Değerli dostlar Kürt halkı 8 Ağustos günü çok önemli bir değerini kaybetti. Yeri zor doldurulacak bir değer. Geldi, yaşadı ama zamansız göçüp gitti bu dünyadan. Başta Kürtler olmak üzere bütün Kazakistan halklarının ona daha çok ihtiyacı vardı. Çünkü Kinyazé İbrahim fedakâr, çalışkan, sevilen ve sayılan bir insandı. Önemli işlere imza atıyordu. Zamanın ruhunun ona ihtiyaç duyduğu bir zamandı. Ama ölüm ferman dilemiyor ne yazık ki, onun yaşa başa saygısı yok, geldi miydi alıp götürüyor işte. Şimdi o güzel insanı ve çok değerli dostumuzu kaybetmenin şaşkınlığı içindeyiz, hepimizin eli bağrında kaldı.
Kinyaz İbrahim Mirzoyev önemli liderdi, toparlayıcıydı. Orta Asya’da bir çınar gibi halkının ortasında yükselmiş, halkı da onu sevgi halesi ile çepeçevre sarmıştı. Bir akademisyendi, araştırmalar yaptı, bilgi üretti, kitaplar yazdı, halkını aydınlattı. O bir yurtseverdi, ömrünü halkının özgürlüğü ve serfiraz yaşamasına adamıştı. O aynı zamanda bir öğretmendi, bir Kürdolog olarak yazdığı kitaplar hala Kazakistan’da Kürtçe eğitim yapan okullarda okutulmaktadır. Örgütçü ve birlikçiydi, Kazakistan Kürt Birliğine öncülük ediyordu. Diasporanın az kalmış öncülerinden biriydi, tıpkı Prof. Dr. Nadir Nadirov, Prof. Ezizé Ziyo Bedirxan gibi.. Kadınların hep öne çıkmasını istedi. Ünlü bankacı Narin Nadirova onun yardımcılarındandı, önemli bir doktor olan kızı Tehmine Mirzoyeva çalışmalarına hep destek oldu. Cesareti feraseti, bilgisi ve tecrübesi ile gençlere yol yordam gösteriyor, öncülük ediyordu Kinyazé İbrahim.
Acılardan süzülen bir yaşam
Kardeşlerim, bazen bir mıh bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir vatanı kurtarır derler. Bazen bir insan çok şeye sebep olur, yol açar. İşte Kinyaz İbrahim Mirzoyev bu sembol isimlerden biriydi. Evet o önemli bir şahsiyetti ve halkı için kurtuluşun sembollerinden biriydi. Mirzoyev Orta Asya steplerinde çok çile çekmiş ama asla vazgeçmemiş bir halkın içinden çıkmıştı. Yüzyıllarca acı çekmiş, sürülmüş, ana vatanının hasretini hiç unutmamış bir halktı onun halkı. O bunun farkındaydı ve bu yüzden, 21. Yüzyılda insanlığın uzayda taht kurduğu bir çağda kendi halkının da yeryüzünde bir yeri yurdu olsun istiyordu. Levra bu mazlum halk bütün acılara rağmen her daim vatan hasreti çekmişti. Bu dinmeyen hasreti gönüllerinin en derinine itmiş yaşamalarına devam ediyorlardı. Bitmez tükenmez bir özlemdi onlarınki. Ana vatanlarının özlemini çekiyorlardı. İşte Kinyaz İbrahim Mirzoyev onların acılarına ortak olan, dertleri ile dertlenen, sevinçleri ile sevinen bir aydındı. O bu uzak diyarda, Asya steplerinde, vatanını arayan halkıyla birlikte uzak ufuklara doğru bir yolculuğa çıkmıştı. Zor ama imkânsız olmayan bir yolculuktu bu. Bir gün mutlaka hedefe varacak olan bir yolculuk.
Kazakistanda Bir Kürt: Kinyaz İbrahim Mirzoyev
Peki, kimdi, nasıl bir adamdı İbrahimin oğlu Mirzoyenler sülalesinden olan Kinaysé İbrahim? Size biraz ondan bahsedeyim. Anası Bruki, babası Celali aşiretine mensup olan Kinyaz İbrahim, 1 Mayıs 1947 tarihinde Uluhanlı (Zengibasar / Masis) köyünde dünyaya geldi. Sekizinci sınıfa kadar köy ilkokuluna devam etti, daha sonra Erivan’a gitti. 1963-66 yılları arasında ünlü Azeri devlet adamı Ahundov’un adına kurulmuş olan liseden mezun olduktan sonra Dil ve Edebiyat Fakültesine kaydını yaptırdı. Yüksek lisansı bitirdikten sonra Doktora çalışmasına devam eden Kinyaz Kürt ve Azeri Edebiyatı üzerine Doktora tezi yaptı. “Kürt ve Azeri edebiyatı iç içe geçmiş ve tarihsel bir etkileşim yaşamış iki edebiyattır. Örneğin Nizami Gence yazılarında annesinin Şeddadi Kürtlerinden olduğunu ifade eder.” diye belirtir bir yazısında.
Kürt Dili ve Edebiyatı konusundaki çalışmalar yürüten Kinyaz İbrahim’in 25’e yakın özgün kitap çalışması ve yüzlerce bilimsel bildiri yayımlanmıştır. Kinyaz İbrahim, 1974 yılında Gögercin Hanımla evlenir. İkisi kız olmak üzere beş çocukları olur. Lakin o coğrafyada talihsizlikler halkının ve ailesinin peşini hiç bırakmaz. 1988 yılında Azerbaycan ve Ermenistan arasında Karabağ savaşı baş gösterir. Azeriler Ermenileri, Ermenileri de Azerileri ülkelerinden kovarlar. Her halk kendi ülkesine geri gider, Ermeniler Ermenistan’a, Azeriler Azerbaycan’a, Ruslar Rusya federasyonun giderler. Tek devletsiz halk olan 20-30 bin kadar Kürt arada ve ortada kalır. Amansız ve çaresiz kalan halkın o bölgeyi terk etmekten başka çareleri kalmaz. Yuvası olmayan kuşlar gibi, tarihin yetimleri olarak göç ederler. Kürtlerin bir kısmı Kazakistan, bir kısmı da Rusya ve diğer cumhuriyetlere dağılırlar. Böylece dede-baba mezarları üç-dört farklı ülkede kalır. Kinyaz ve ailesi de ünlü Prof. Nadir Nadirov’un da yardımı ile Kazakistan’ın Almatı şehrine yerleşirler.
Saint Petersburg’da Filoloji alanında profesör unvanını alan Kinyaz İbrahim, 90’dan sonra Kazakistan’a döndü ve Devlet Üniversitesi’nde rektör yardımcılığı görevinde bulundu. Prof. Dr. Kinyaz İbrahim yaptığı çalışmalarla dikkati çekmiş, bugün başta Kürtler arasında olmak üzere dünyada kendisine karşı derin bir saygı ve ilginin doğmasına neden olmuştur. Ana dili Kürtçenin yanı sıra, Azerice, Ermenice, Farsça, Türkçe, Rusça, Kazakça ve İngilizce olmak üzere sekiz dil bilmektedir.
Dostluğun çınarı gitti: Dağ yıkıldı
Değerli dostlar, insanlar var ağaçlara benzerler. Bazıları uzaktan bakınca selvi gibi büyük görünür, yaklaştıkça ipince kalır küçülür gider gözünüzde. Bazıları çınar gibidir, tıpkı Kinyazé İbrahim gibi, yaklaştıkça, tanıdıkça büyür, devleşir insanın gözünde. Ben onu hep o iri cüssesi, büyük düşüncesi, insanı bir anda saran sevecenliği ile tanıdım. Onu dostluğu insanda tiryakilik yapan bir dostluktu. Bundan olsa gerek hemen hemen on günde bir telefonda görüşür uzun uzun konuşur, dertleşirdik. Geleceğe dair program ve projeler üzerinde çalışırdık.
Bu projelerden biri Kazakistan Kürtleri ile ilgili yaptığım bir kitap çalışmasıydı. Kürtçe yayınlanacak olan kitabın adı, “Gelé Qu Welaté Xwe Digere: Kurdén Kazaxstané” Kitabın önsözünü de Kek Kinyaz yazdı. Çalışma bittikten sonra ilk önce ona gönderdim okudu, çok beğendi, çok mutlu oldu. “Bu kitap mutlaka ve derhal basılmalı” dedi. “Bizim sesimizi dünyaya duyuracak bir çalışma, seni yürekten kutlarım.” Kadir kıymet bilen bir dosttan bu sözleri duymak güzeldi. Onunla ilgili bir bölümün de bulunduğu kitabın yayını için çalışmalara başladık, sona gelindi ve baskıya gitmek üzere son hazırlıklar yapılıyordu ki… fakat derken hey hat… Ölüm haberi geldi. Hiç kimsenin aklında böyle bir hastalık ve böyle bir son yoktu. Bu meşum haber herkesi, bütün sevenlerini bir anda şok etti. Oysa yaşam kendi minvali üzere akıp gidiyordu ne güzel.
İki ay önce İstanbul’a gelmiş genel bir muayeneden geçmişti doktor kızı ile birlikte. Sorduğumda “çok iyiyim” demişti. Ölümünden yaklaşık on gün önce kitap için oranın Kürt Kültürünü yansıtan bazı resim ve fotoğraflar istemiştim kendisinden. Çok güzel folklorik fotoğraflar gönderdi, fotoğraflardan biri annesi Bala Xanım ve teyzesi Tewrat Xanam’a aitti. Annesi bizim akrabamız olduğu için “Sen benim dayım sayılırsın, benim de varsa bir yeteneğim anne tarafından geliyor” diye takılmıştı bana.
Bir gün sonra ben aradım kendisini, fakat telefon cevap vermedi, zaman geçti yanıt gelmeyince içime bir şüphe düştü. Mutlaka dönerdi, acep ne oldu diye bir tefekküre düştüm. Tam o sırada Krasnodar’dan Türkiye gelmiş olan Kadir’le konuşurken, demez mi, “haberin var mı, Kinyaz amcayı hastaneye kaldırmışlar” diye. O an sanki içimden bir tel koptu. Böyle durumlarda metin olan biriyim aslında. Fakat söz konusu Kinyaz İbrahim gibi biri olunca duyduğum haber beni derinden vurmuştu. Sanki bir anda belimdeki ipleri kotu. Hemen aradım yeğeni ve aynı zamanda damadı olan Edik’le konuştum. Durumu iyi dedi. Fakat korkum gitmemişti, kilosu ve ciğerlerinde az problem oluşu beni endişelendiriyordu. Hiç adetim olmadığı halde dua onun sağlığı için ettim. Her gün arayıp durumunu sordum. Rusya’dan, Gürcistan’dan, Kazakistan’dan, Türkiye’den arkadaşlarla her gün konuşup durumunu paylaştık.
Ve işte o an, o meşum an geldi. O anı asla unutmayacağım… Pazar günü akşamüzeri Yekbun TV’den Yücel arayıp yüreğimi paramparça eden o haberi verdi. “Apé Ahmet, Apé Kinyaz biraz önce öldü!” dedi. Sanki o an dünya benim için durdu. Ne diyeceğimi bilemedim. Zor anlar vardır dünya yıkılır üstünüze işte öyle bir andı benim için. Ve anlar vardır dünya üzerine kurulurdu. Dünyamızı üzerine inşa ettiğimiz bir dünya kayıp gitmişti maalesef. Hejaré Şamil’in dediği gibi “Çiya Hilşiya/ Dağ yıkılmıştı.” Evet o bir dağdı ve maalesef o meşum hastalık o dağ gibi insanı yıkmıştı ve aramızdan alıp götürmüştü.
Anısını yaşatacağız
O öldü ama anısı hep içimizde yaşayacak. Onun anısını her daim yaşatmalıyız. Ölüm haberi gelince hemen yayınevini aradım, basımı durdurup ilk sayfaya şöyle bir ithaf yazısı koymalarını istedim: “Bu çalışmayı Orta Asya’nın cefakar halklarının şahsında Kazakistan Kürt Birliği Başkanı kıymetli dostum Prof. Dr. Kşinyas İbrahim Mirzoyev’in değerli anısına ithaf ediyorum” Kitabı ona ithaf ettiğime dair bu yazı gönderdim, bunu kitabın ilk sayfasına koymalarını söyledim ve bu ithafı ilk sayfasına bir fotoğrafı ile birlikte koyduk.
Kardeşlerim, Kinyazé İbrahim gibi insanlar çok sık gelmezler bu dünyaya. Gelir yaşar sonra da kuyruklu bir yıldız gibi kayıp gederler. Bizler onun anısını yaşatacak ve o izi asala sildirmeyeceğiz. O zaten kaybolmayacak kesafette ve nezafette bir iz bıraktı bize. Işıklar içinde yaşasın, toprağı bol olsun, cennet mekânı olsun.
İz evet iz… İnsanın bıraktığı iz, onu zamanın yok edici dehlizlerinde unutulmaya ve yok olmaya karşı korur. Kinyaz Mirzoyevi de bıraktığı bu iz koruyacaktır. Levra, o her bakımdan çok eser bıraktı. İnsan ölümlü bir varlıktır ve de hafızayı beşer nisyan ile maluldür. Vakit gelip de hafıza zayıfladığında İnsan "geçmişteki benle” irtibat kurmakta güçlük çekilebilir. Ve her canlı bir gün mutlaka ölümü tadar. O yüzden yaşarken yazmalı. Çünkü yazmak
ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır. Hele Kinyazé İbrahim gibi halkının sevgisini kazanmış destansı bir ömür yaşamış biri için bu böyle olmalı.. Levra Kendisinden çok şey öğrendiğim kıymetli dostum Kinyaz’ın eğitim alanında yaptıklarını burada anlatmaya gerek yok, bilen biliyor zaten. Ama son zamanlarda yazdıkları fazlasıyla anılmaya ve okunmaya değer.
Sürgünün çocukları
Orta Asya Kürtlerinin yaşamları tam tam bir serüvendir. Acılar, yokluklar, kıtlıklar, sürgünler ve katliamlarla dolu bir serüven. 1937, 1944 sürgünleri gibi o da 1989 sürgünü sayılır. Çok çetinayé yaşadılar. O günler unutulup gitmesin diye o da bu konuda kalem oynattı, söz söyledi evvelden ahire... Köklere yöneldi benim gibi. İstedi ki yaşananlar kaybolup gitmesin, ölümün elinden bir şeyler kurtarılsın. İstedi ki gelecek kuşaklar geçmişte yaşananları bir tarih bilinciyle okuyup önlerine baksınlar. İşte o acılı tarihten üç geçit…
Yıl 1937 Türkiye’den kaçıp Kafkasyalara gitmiş Kürtler burada kendilerine bir yaşam kurmuş. 1937 yılında, Sonbaharın kışa döndüğü bir zamanda, Erez (Aras) nehrinin kuzeyinde Nahcivan havalisinde yaşayan Kürt köyleri ve obaları bir gece ansız Stalin ve onun İç İşleri Komiserleri başkanı Beriya’nın emriyle basılır.
Bu yerleşim yerlerini basanlar “Kalkın gidiyorsunuz?” dediler. Nereye, neden, niçin? Kimse bilmiyordu. Onları her tarafı delik deşik olan derme çatma vagonlara üst üste doldurdular. Bir kıyamet günü gibiydi. Evet onların kıyameti idi. Kara trenler düdüklerini ötüre ötüre, karları yara yara günlerce gitti. Birçok insan yolda öldü. Ölenler vagonlardan atılıyordu. Levra sürgüncülerin kaybedecek zamanları yoktu. Kimi teren kırk kimi elli gün durmadan gitti. Vagonlardaki insanlar aç biilaçtı. Kızlar günlerce, vagonların ortası delinerek yapılmış tuvaletleri utançlarında günlerce kullanmadıkları için karınları şişip ölüyordu ve ölüler ha bire vagonlardan atılıyordu. Sonra kara terenler bir gün karın kışın ortasında durdu. Onları getiren komiserler “İnin” dedi. Neden bindiklerini bilmiyorlardı. Şimdi de neden indiklerini bilmiyorlardı. Onarı getirenler çoluk çocuk karın kışın içinde bırakıp gittiler. İşte burası Sibirya havalisi Kazakistan stepleriydi. Cambolun Mirzoyen denilen bölgesi. Ve Kazakistan Kürlerinin ilk yıllar çetin geçen çilesi böyle başladı.
Sonra 1944 yılında erleri Moskova ve Stalingrad’ı Hitlere karşı savunmak için cepheye giden insanların aileleri aynı akıbete uğradı. Onlar cephede savaşırken Ahıska’daki aileleri sürülmüştü (Kürtler, Hemşinliler ve Ahıskalar). Savaştan dönenler evlerini, ailelerini yerinde bulamadılar. Onlar da Orta Asya’nın soğuk çöllerine sürüldüler.
Ve derken 1989 Karabağ Savaşı başladı. Burada yaşayan Kürtler de benzer bir kaderi yaşadılar. Ve böylece Orta Asya Kürt diasporası oluştu. Bunun en kuvvetlisi de Kinyaz İbrahim Nadir Nadirov gibi bilim insanlarının yaşadığı Kazakistan’da oluştu. Kinyaz İbrahim de tıpkı Nadirov gibi onları bir araya getiren bir arda tutan liderlerden biriydi. O yüzden oradaki Kürt halkı şimdi öksüz kaldı ve öncüsüne ağlıyor yasını tutuyor.
Nereden geldiğinden çok nereye gittiği önemli insanın
Dostlarım, insanın nerden geldiği değil, nereye gittiği daha önemli. Mirzoyev nereye gittiğini çok iyi bilenlerdendi. Bu yolculukta varacağı hedeften çok yolun kendisini de önemsiyordu o. Demek yol buraya kadarmış. Nitekim nevi şahsına münhasır duruşunda, kişisel gelişimindeki yapıp ettiklerinde, sosyal ilişkilerinde ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirmede bunu görüyoruz.
O zaman onu nasıl tanımlamalı?
Benim kadim dostum, güzel insan Kinyazé İbrahim Mirzoyev. O bu kadim toprakların, Mezopotamya’dan süzülüp gelen acılı tarihin ve onun bilincinin yetiştirdiği bir çınardı. Kökleri derinde, başı yukarda, bereketli dallarının altında binlerce insan vardı. En zor zamanlarda bile engin zekâsı ve dünyaya gülerek bakan kendine has gülümsemesi etrafa huzur ve güven verirdi. Ben onu hep böyle hatırlayacağım.
Bir şey daha var: Onda yaşanası hayat gürül gürül akardı. Gergin bir resmi toplantıyı bile kendi üslubu ile bir anda yumuşatmasını bilirdi. Kiyasé İbrahim aynı zamanda sakinliğin, samimiyetin, sevecenliğin ve dostluğun bir başka adıydı.
O yaşamı boyunca var olmayı varlıklı olmaya yeğleyen ve bunu günlük yaşamında pratikleştiren ender insanlardan biriydi. Çok ama çok zamansız göç etti aramızdan. Geçip giderken kuyruklu bir yıldız gibi iz bıraktı. İz bırakmanın ve değer yaratmanın ayırdına vararak yaşadı ve gitti.
Her zaman bu toplumda ve bu topraklarda onun gibilere büyük ihtiyaç vardır. Yolu yolumuz olsun. Anısı hiç solmasın.