Başarısızlığı sevmek (2)
“Doğada başarısızlık yoktur.
Ne dalında çürüyen bir meyve,
ne avını elinden kaçıran bir aslan,
ne de toprağın kayması başarı için birer ölçüttür.
Başarı da başarısızlık da bir düşünme biçimidir.”
Ziya Şakir Yılmaz
Başarısızlığı sevmeyen insanların ortak özelliklerinden biri başarmaktan korkmalarıdır. Çünkü başarmak değişmek demektir. Değişmeyi, okyanuslara açılmayı göze alamayanlar, aynılığın sığ sularında kulaç atmayı yaşamaktan sayarlar. Söz konusu aynılık bilinçaltımız için öylesine güvenlidir ki eski bir problemi, yeni bir gelişime hiç düşünmeden tercih edebilir. Oysa dünya tek bir saniye dahi yerinde durmamakta, kalbimiz yaşadığımız sürece atmakta, rüzgâr dinlenmemecesine tüm yeryüzünü dolaşmaktadır. Evren de biliyor ki hareket etmemek yaşamamaktır. Çünkü hareket etmek değişmek demektir. Değişmekten korkan aslında yaşamaktan korkmaktadır.
* * *
Birçok kimse hedefe ulaşamamanın başımıza gelebilecek en olumsuz şey olduğunu düşünüyor. Sınavı geçememek, mezun olamamak, para kazanamamak, satış yapamamak, kotayı tutturamamak, kariyer alamamak, kalabalığın önünde konuşamamak, istediği kiloyu verememek; sigarayı, alkolü bırakamamak, çocukları için düşlediği hayatı sağlayamamak; iyi bir anne-baba, öğrenci, işveren veya çalışan olamamak ve daha yüzlercesi…
Ne denli hedef odaklı yaşadığımızı, her gün bir şeylerin üstesinden gelmek zorunda olduğumuzun farkında mısınız?
Sağlıklı bir yaşamın temeli yönetmeye dayanmaktadır. Zamanı, enerjiyi, uyku ve uyanıklık saatlerini, işleri, yakınlarımızla birlikte geçireceğimiz vakitleri… Hepsi bütünüyle yönetebilmenin alanındadır.
Her gün yapmamız gereken işlerden sadece birinde yaratacağımız yetişememe, eksik bırakma, başlayama ve benzeri açıklar, devamlılık halinde, hayatımızın diğer alanına da sirayet edecektir. Ve bu iç güvensizliğimizi yaratmakla kalmayacak, aynı zamanda bir korkuya dönüşürken, bilincimizde harekete geçmenin, yeni bir şeyler denemenin, keşfetmenin, konfor alanımızın dışına çıkmanın da önünde muazzam bir engel teşkil edecektir.
İyi haber şu ki söz konusu korku doğal değil, bir üretimdir. Evet, bu tür de kaygıları kendimiz var ederiz. Zihnimizde yarattığımız kompozisyonun giriş, gelişme bölümlerine büyük bir heyecanla adım atar fakat sonuç bölümünde öylesine tıkanır kalırız ki çoğu zaman başarısızlıktan değil, başarmaktan da korkarız. Çünkü başarılı insanın doğasında aynı kalmak söz konusu değildir.
Şampiyon bir takım, şampiyon bir atlet, sektöründe lider bir marka mevcut durumunu idame ettirebilmesi için daha fazla çalışması gerektiğini bilir. Sezonu birinci tamamladığında yeni transfer çalışmalarına girişmeyen bir spor kulübüne; madalya aldıktan sonra antrenmanının şiddetini, derecesini, süresini düşüren bir sporcuya tanık oldunuz mu?
Filozof Diyojen’e artık ihtiyarladığı, dinlenme vaktinin geldiği söylendiğinde, “Bir koşucu olsaydım, bitişe doğru yavaşlamam mı yoksa var gücümle koşmayı sürdürmem mi gerekir?” diye yanıtlar.
“Kendi omzuna tırman.
Başka nasıl yükselebilirsin ki”
F.Nietzsche
Bir önceki yazımızda Michael Jordan’ın başarısının başarısızlığa dayandığını anlatan sözlerini paylaşmıştım; bu yazımızda da efsane sporcuyu bir kez daha yâd edelim ve mevcut halimizi sürekli kılabilmek için ne denli çalışmamız gerekliliğini hatırlayalım. Şöyle diyor Jordan; “Herkes bir gün Michael Jordan olmak istiyor, bense her gün Michael Jordan olmak zorundayım. “
Bundan dolayıdır ki başarılı bir insanın özünde aynı kalmak imkânsızdır. Bir defa hedefe ulaştıysak, kariyer aldıysak, işlerimizi bir basamak daha ileri taşıdıysak artık kazanmak zorunda olan kimliğimizden sıyrılmış, kazanan kimliğimiz ile düşünmeye, hareket etmeye, planlar yapmaya başlamamızın zamanı gelmiş demektir. Bu basit görünen ayrıntı oldukça önemlidir.
Şampiyonu yakalamayı düşünmekle, bir şampiyon olarak düşünmek arasında fark vardır. İlki için birkaç adım geride olmak gerekir. Diğeri içinse herkesten önde olmamız ve liderliği daimi kılmamız gerekir.
Başarmaktan korkan birçok kimse aslında değişimden korktukları için amaçlarına yaklaştıkça kendilerini türlü sakarlıklara da maruz bırakır. Bunun panzehiri yaşamımızı sevmek; başımıza gelen her olayın bizi daha iyi bir insana dönüştürmek için gerçekleştiğinin bilincine erişmektir.
* * *
Biz aynı kalmanın, hiç değişmemenin iyilik-güzellik sayıldığı bir kültürle yetişmiş kimseleriz. Genellikle ne ailemiz, ne sevgilimiz, ne eşimiz ne de çevremiz değişmemizi isterler. Biraz farklılık gösterdiğimizde kimi aileler, eşler, dostlar; bizim kendilerinden uzaklaştığımızı, eskisi kadar kendileriyle vakit geçirmediğimizi, hatta artık onları eskisi gibi sevmediğimizi söylemeye başlarlar. Elbette bu yazdıklarım her zaman bire bir gerçekleşmez; asıl değinmek istediğim toplumların değişimlere direnç göstermeleridir.
Bundan dolayıdır ki birçoğumuzda başarı yolculuğumuzda değişimin sınırlarına yaklaşırken içimizde harekete geçen korku, suçluluk duygusuyla paraleldir.
Bazı kimseler için başarmaktan korkmak kimi zaman bizi biz yapan çemberin dışına çıkacağımız hissini de harekete geçirir. Burada çember; ailemiz, arkadaşlarımız, eşimiz-dostumuz, içinde büyüdüğümüz kültürümüzdür. Toplumlar ezberledikleri bir hayatı yaşamayı severler. Çünkü kendilerini bilinenin alanında, güvende hissetmek isterler. İçlerinden çıkacak bir ezber bozanı anında çemberin dışına çıkarırlar. İnsanlık tarihinde birçok düşünürün, bilim insanlarının başına gelenler ortadadır. Ve toplumlar dönüp dolaşıp düşünürlerin, bilim insanların dediklerine gelmiş, birçoğunun itibarını yüzyıllar sonra da olsa iade etmiştirler.
* * *
Amacımıza ulaştığımız, bir şeyleri başardığımız an bilmeliyiz ki artık aynı insan değilizdir. Konu başlığımız her ne olursa olsun, merkezimizde “olmak” varsa “ayrılmak” da vardır. Doktor olmak, mühendis olmak, anne-baba olmak, mezun olmak, girişimci olmak vs. Bir şey olduğumuz an, yepyeni bir biz doğar. Her doğum gibi bunun da gerçekleşmesi sancılıdır. Sancıdan korkmak, değişimin önünü de tıkamaktadır. Her yolun sancısı inancımıza, disiplinimize, emeğimize göre değişkenlik göstermektedir. Bir halden bir başka hale geçerken aslında bu defa kendimizden doğmaktayızdır. Yoksa sığ sularımızdan kendi okyanuslarımıza nasıl açılabiliriz?
Hareket etmediğimiz an, değişimle uyumlaşmadığımız an hayat gözümüzün yaşına bakmaz, kendi klasmanımızda küme düşeriz.
Bundan dolayıdır ki başarı yolculuğumuzda vedalaşacağımız ilk kişi kendimizden başkası değildir.
* * *
Çevremizde değişmekten, dolayısıyla başarmaktan korkan insan sayısı o denli fazladır ki her biri bu duygusunun üstünü süslü cümlelerle örmektedir.
“Annem yalnız kalmasın diye şehir dışına çıkmadım.”
“Aslında şu okulda okuyacaktım ama sevgilim üzülmesin diye burada kaldım.”
“Babam böyle biri olmamı isterdi, ben de hayallerimden vazgeçtim” ve benzeri söylemler, kendi içinde derin bir pişmanlığı da gizler. Dinlediğimizde, o an kulağımıza süslü gelen bu sözler, başarmaktan korkan insanların ömürlerini ne kadar süslemiştir dersiniz?
İşte bu kimseler derin sulara açılamadıkları için zamanla hem yüzmekten hem de sudan korkmaya başlarlar. Ancak korkuların üstünü başka hayatlar üzerinden hikâyelerle örter, bu yetmediği gibi kendilerini de kahramanlaştırırlar. Her kahramanın bir hikâyesi vardır ve böyle kimselerin hikâyeleri zamanda yer tutamazlar.
* * *
Size iki başarı sırrı vereceğim.
1) Herkesi memnun etmek bir başarı değildir.
2) Başarı, kendini memnun edebilme sanatıdır.
Başarma korkusunun zihnimizin bir üretimi olduğunu söylemiştim. Buna dair 16. yüzyılda İngiliz şair ve oyun yazarı William Shakespeare tarafından kaleme alınmış şu dizelere kulak verelim…
“İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor kendisini sevilmeye layık görmediği için
Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor dünyaya bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.”
* * *
Filozoflara göre başarı da başarısızlık da yaşamda iç içe bulunmaktadır.
Başarı, eriştiğimiz çizgidir. Bu nokta her ne kadar bitiş çizgisi diye tanımlansa da, bana göre her şeyin başladığı yerdir. O sebeple bitiş çizgisi isminin büyüsüne kapılmamanızı tavsiye ederim. O sadece bir aşamayı tamamladığımızın bir göstergesidir.
Başarısızlık bir yol arkadaşıdır. Daha iyi, daha güçlü, daha planlı, daha disiplinli olabilmemiz için bize gerçekleri söyleyen bir dosttur. Başarısızlıklarımızı sevmek aslında kendimizi sevmektir.
Bir iş adamına başarısının sırrını sorduklarında “Doğru kararlar” diye yanıtlar. Doğru kararları nasıl aldığı sorulduğunda ise “Tecrübeyle” der. Tecrübeyi nasıl elde edildiğini öğrenmek istediklerinde ise “Yanlış kararlar” diye cevap verir.
Hayat, hiç kimsenin zirveden başlamasına müsait bir yapıda değildir. Yola bir adımla çıkılır ancak bir adımda tamamlanmaz. İlk aşamada, ilk denemede başarıya erişen kaç kişi tanıyoruz?
Hayat hepimiz için adildir.
Her doğru kararlarımızın temelinde, geçmişte alınan yanlış kararlarımızın, derslerimizin, deneyimlerimizin olduğunu anımsayalım.
Ve Mandela’nın şu sözünü aklımızın her zaman görebileceğimiz bir köşesine yazalım: “asla kaybetmem, ya kazanırım ya öğrenirim.”