Bedelli Günlük: Son gün
Bedelli Günlük!
Dün akşam bulaşık makinesi olarak kullanıldım.
Gece 1'e kadar 5 kişi bulaşıkhanede belimizdeki fıtıkları yırttık.
Uğur Dündar'lık koşullarda yıkanıyor bulaşıklar.
Burada yemek yediğim için midemden özür diledim, bedenimden af diledim manzarayı görünce.
Bir arkadaşımız 3 kez midesindekileri yere serdi.
Midesinde durması gereken her şey önümüze fırlayıp durdu gece boyu.
Ben birkaç kasımı kullanarak midemdekileri mekanlarında tutmayı başardım.
En fazla boğazıma kadar gelebildiler.
Bütün bunlar oldu çünkü bulaşıkhane denilen yer mikrop müzesiydi.
Bildiğin yerde yıkanıyor, yemek yediğimiz o metal tabldotlar!
Dilimize sürdüğümüz kaşıklar ve çatallar!
Yerde yüzüyordular.
Tuvalete girilen ayaklarla çiğnenen çamurlu zeminde.
Siyah su akıntılarının içinde.
Siz de midenizi dışarı çıkarmayın diye duruyorum.
Kafanızda bir şeyler canlandırmadan anlatmam gerekirse, hiçbirimiz bunu beklemiyorduk.
İçeri girince birbirimizin yüzlerine baktık durduk, Türk dizileri gibi.
Tamam askerde mantık yok ama sağlık konusunda da mı?
Keşke son gün değil de ilk gün şu bulaşıkların nasıl yıkandığını öğreneydik.
Asla yemekhaneden yemek yemezdim.
Varımı yoğumu kantine, hazır yemeklere yatırırdım.
+++
"Bu deftere -her gün değil ama- elim değdikçe duygularımı, düşüncelerimi yazmaya çalışacağım. Duygular düşünceler uçup gidiyor. Oysa ben, bu ayrıntılarla -küçük de, basit de olsalar- bu duygularla benim. Bu deftere kendim için yazacağım. Kendimi belirlemek için... Ne var ki bu deftere bütün özdenliğimi, içtenliğimi, bütün eğrilerimi, doğrularımı koyabilecek miyim? Bilmiyorum..."
Erdal Öz.
Türkiye'nin en büyük yayınevi olan Can Yayınları'nın kurucusu.
Can, oğlunun ismi, oradan geliyor.
Erdal Öz, ülkemize fazla gelmiş, en sevdiğim Türkiyeli yazarlardan, listemi başlatanlardan.
1956 - 1998 yılları arasında tuttuğu günlüklerini 2 defa şarap içer gibi yavaş yavaş ve keyifle okudum.
(Yarın Nasıl Bir Gün Olacaksın? - Can Yayınları 400 sayfa)
Kitabı yukarıdaki o paragrafla başlıyor.
İşte ben de ondan özenip 1. günden beri tuttum bu bedelli günlüğü.
Bu da, son sayfam.
Okuduğunuz bu günlük, 10 yıl boyunca askerlikten kaçmış, açıköğretimi zengin etmiş, para cezalarıyla güreşmiş, polis tutanaklarından bıkmış, sonunda Vakıfbank'ın sarı renkli gişesine parayı basıp bedelli yapmış genç bir kardeşinizin günlüğüydü.
Çünkü meraktaydım.
Askerlikle, vatanla, devletle, bayrakla uzaktan yakından alakası olmayan birinin asker günlüğü nasıl olurdu?
Askerlikten 10 koca yıl firar etmeyi başarmıştım, ensemde devletle.
Kaldığım otele polisler sabah 5 demeyip geliyor, beni uyandırıyor, açılmayan gözlerimle resepsiyona indiriyorlardı.
Rüya gerçek arası iniyordum merdivenlerden, imzamı atıp geri çıkıyordum.
Tutanağı okumayıp basketbol oynuyordum kendisiyle.
Bazen yanımda kız oluyordu ve olayı anlayamıyordu.
Olay şuydu.
Görevleri sırf askerden kaçtığım için hayatımı işkenceye çevirmekti.
Bunun için maaş alıyorlardı.
Devlet bana 10 yıl boyunca dedi ki...
Ya bize cebindeki bütün parayı verirsin, ya da 1 yıl boyunca dış dünyayla bağlantını koparıp kölemiz yapacağız seni.
Seninle egomuzu tatmin edeceğiz.
Bize para ver, yoksa hayatını hayatlıktan çıkarırız.
Durum bu kadar berbattı ve ilk şıkkı işaretlemiştim.
Neyim varsa Vakıfbank'a saçma şıkkını.
İşte bitirdim askerliğimi.
Askerliğim aslında 21 gün değil, 10 yıl sürdü, bu büyük kaçışı da hesaplarsak.
Yarın kalan hayatımın ilk günü.
Tüm vicdani retçilere, tüm açıköğretimcilere, tüm yurtdışına göçmek zorunda kalmışlara selam olsun!
Bir gün, insan hayatını çalmanın ne büyük bir hata olduğunu herkes anlayacak, merak etmeyin!