Anneliğin coğrafyası
Hep şöyle hissetmişimdir; Bir anne öldüğünde arkasında hayırlı bir evlat bırakırsa mekanı cennettir...
Bir hayrat, bir okul, bir ibadet evi, bir hastane yaptırmak gibi. Hayrattan gelip geçenler kana kana su içer.. Okul, öğrencileri faydalı bilgilerle geleceğe hazırlar. İbadet evlerinde cemaat toplanır dualar semaya ulaşır ve hastanelerde de hastalar şifa bulur.
Siz de bu satırları okurken topluma fayda listesini çoğaltabilirsiniz.
Yararlı olacak ne üretirseniz onu miras bırakırsınız aslında arkanızda.
Bir ananın da en büyük mirası çevresine fayda üreten bir evlattır.
Evladına gözü gibi bakar. Rahmine düştüğünü öğrendiği ilk anda heyecanı başlar. Rabbiyle en büyük bağı kurulmuştur artık. Bir armağan gönderilmiştir öte alemden. Bedenine daha iyi bakması için bir sebebi, bir imtihanı başlamıştır. Çünkü artık iki canlıdır. Karnında ilk tekmesini hissettiği anda kendinden vazgeçercesine hayatının merkezine yerleştirir o içindeki mucizeyi. Dünyaya getirdiği anda ise ‘eli yüzü düzgün sağlıklı bir evladınız oldu’ cümlesiyle dünyalar bahşedilir anaya. Ve asıl macera gözlerini açtığı anda başlar.. Annesinin karnından annesinin kucağına terfi etmiştir artık o küçücük mucize. Koruyup kollar, uyumaz uyutur, doymaz doyurur, gezmez gezdirir, yaşamaz yaşatır adeta. Kendi ayakları üstünde dursun, bir meslek sahibi olsun, iyi yerlere gelsin ister ana. Bunun içindir tüm bu kendinden vazgeçiş. Uzakta da olsa, aylarca göremese de sesini duymak ister ana.. Görünmez bir göbek bağıyla bağlıdır evlat anayla. Haber almak ister dokunamasa da evladına. Bilir ki evladı hayatta. Bilir ki mutlu. Bilir ki tüm mücadelesi fayda sağlayacak, hayırlı bir insan olma yolunda.
Bir annenin huzuru, mutluluğu, sevinci, üzüntüsü, gururu, kaygısı kısacası tüm insani duygularının toplamıdır evlat. Doğanın değişmeyen, değiştirilemez kuralıdır bu aslında. Evlat varsa anne var olur şu hayatta. Evladını yitiren annelerse işte o sebepten yaşayan bir ölüden farksızdır. O evde pişen yemeğin tadı yoktur mesela, duyamazsınız içten atılan bir kahkaha. Bayramlar matemle karşılanır, sohbetler boğazlarda düğümlenen hıçkırıkla yarım kalır. O evde duvarda asılı saat hep aynı zamanı gösterir. Hep aynı kahreden haberin tez duyulduğu anı. Böyle olur anaların yüreği.
Peki bir anaya sorulur mu hiç;
‘Siz Cumartesi Annesi mi yoksa evladı dağa kaçırılan anne misiniz?’ diye.
Son zamanlarda içimizi acıtan bir haberle daha karşı karşıyayız toplum olarak. İşin iç yüzünde neler olduğu belki de tam olarak hiçbir zaman aydınlanamayacak ancak her ne sebepten olursa olsun bir evlat kolay yetişmiyor!
Gelinen bu noktada cezalandırılacak, duymazdan gelinecek, taraflılıkla suçlanacak en son kişidir analar.
Geçmişte de bugünde yarında öncelikle
duyulması gereken ses, ‘anaların yüreğinin feryadı’ değil midir?
İlkeli Sözün Kısası; ‘Gözün gördüğüne dilsiz olursan yarın canın yandığında bağırsan da sesin çıkmaz!’