Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Parçalı az bulutlu
15°
Ara

Türkü ve şarkılarımızın hikâyeleri (3)

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Türkü ve şarkılarımızın hikâyeleri (3)

Türkü ve şarkılarımızın hikâyelerine başlıklı yazım için; gelen güzel talepleriniz için teşekkür ederim. Beni onure ettiniz. Bende sizler için, şarkı ve türkü hikâyelerimizden bir demet sunuyorum. Lütfen kabul buyurunuz sevgili türkü dostları… Buyurun beraberce hem mırıldanalım hem de hikâyelerini okuyalım. Keyifli okumalar dilerim.

Karadır kaşların
Türkünün sahibi olan Seyitgazili Mustafa TUNA 1944 yılında  komşu kızına Raziye’ye tutulur ancak Mustafa TUNA'nın babası Kızın babasının Rum’dan dönme olduğunu söyler  ve soyuma  Rum kanı katmam diyerek itiraz ederek evlenmesine karşı çıkar. Başkasına verir kızını. Mustafa, kızı kaçırır… Yolu şaşırırlar ve Eskişehir yoluna girerler. At arabasını süren arkadaşı Raşit’in sara nöbeti tuttuğu için panikler ve ormana girdiğinde yakalanır. Hapise girer.  
Mustafa’nın temyiz isteği dilekçe olarak temyize gönderilmez. Bu duruma itiraz ederek gardiyanın birine on lira vererek yeni yazdığı dilekçeyi bakanlığa göndermesini ister. Bu dilekçeyle birlikte tahkikat açılır ve müfettiş gelir. Mustafa haklı çıkar. Mustafa 27 günlük hapis yattığında bu durumu türküye döker ve türkü bütün Eskişehir'in diline dolanır. O sırada Raziye evlenir ve  altı ay, bir sene gibi kocasıyla kalır. Mustafa için ifade vermeye geldikten sonra Raziye daha sonra kocasının yanına gitmeyip babasının evine döner işte o vakit kızın babası Mustafa hapisten çıkınca  doğru bize gelsin der. Mustafa’nın babası kabul etmez. Mustafa bu sebepten dolayı 1948 yılında terki diyar eyleyip Ankara ya gider. Ankara’da çalıştığı arkadaşının akrabası hikmet hanım ile evlenir. Mustafa’nın 27 günlük hapisliğinde, Mustafa Ankara’ya göçtükten sonra kız üzülmüştür. 1989'un 21 Temmuzunda ölür. Türkü Seyitgazide söylenir ancak Eskişehir'e maledilmesin, aileler üzülmesin diye Mustafa’nın o dönemler çalıştığı Zonguldak’a maledilir. Mustafa 1975 yılında Seyitgaziye tekrar döner ve burada yaşamaya devam eder

Karadır Kaşların Ferman Yazdırır,
Aşkın Beni Diyar Diyar Gezdirir.
Lokman Hekim Gelse Yaram Azdırır,
Yaramı Sarmaya Yar Kendi Gelsin.


Agora meyhanesi
1890’da bir Rum olan kaptan Asteri, Balat çarşısında bir meyhane açar. Meyhanesine de Rumca “meydan” anlamına gelen “Agora”  adını  koyar. Meyhane masa yerine kullanılan dev  fıçıları ve ucuz şaraplarıyla kısa zamanda ün yapar. Ama meyhanenin ününü artıran olay ilgisiz bir biçimde İzmir kaynaklıdır.
Tarih 1959’dur. Onur Şenli  adında bir tıp fakültesi öğrencisi komşu kızına aşık olur ama aşkına karşılık bulamaz. Aşk acısı ona  soluğu birçok zaman, İzmir’in Agora semtinde aldırmaya başlar. Çünkü Agora salaş meyhanelerin mekânıdır. Bir gün bu salaş meyhanelerden birinde içtikten sonra eve gelir ve bir mektup yazmaya başlar aşkına. Mektup şöyle başlar: “Sana bu satırları bir sonbahar gecesinin felç olmuş köşesinden yazıyorum.”
Onur Şenli, mektubun ileriki bölümlerinde fakına varır ki  aslında bir mektup değil bir şiir yazmaktadır. Şiirine de şu adı  koyar: Gece, Şarap ve Aşk…Onur, şiiri yayımlatmak için fakültenin dergisine gönderir, şiiri kabul edilir. Şiir dergide tam basılmak üzereyken, Ege Expresi gazetesinin kültür-sanat editörü tarafından görülür. Editör şiiri yayınlar ama adını değiştirerek. Şiirin adı olur Agora Meyhanesi.
Şarkısı  yapılır, şarkıyı neredeyse ünlü olup da söylemeyen sanatçı kalmaz. 
Şarkıyı dinleyenler İzmir’deki Agora’dan habersiz Balat’ta ki Agora Meyhanesi’ne akın ederler. Çünkü şarkıdaki Agora Meyhanesi’nin burası olduğunu düşünmektedirler. Haliyle geceleri burası hınca hınç dolmaya başlar. Öyle popüler bir mekân olur ki tam 286 Türk Filmi’nin meyhane bölümleri burada çekilir. 
2000’li yıllardan sonrada kaderine terk edilir, çöplük olarak kullanılmaya başlar.

Yazımı Kışa Çevirdin
Üstat o dönem Ahu gazinosunda sahne alırken orada tanıştığı Leyla diye bir kıza aşık oluyor. Babası Muharrem Ertaş'ı çok seven ve saygı duyan Neşet Ertaş babasının şiddetle karşı çıkmasına rağmen aşkını seçiyor ve babasıyla arasının bozulması pahasına Leyla ile evleniyor. 3 tane çocukları olduğu yıllar süren bir evlilikten sonra anlaşmazlıklar boy gösteriyor ve ayrılıyorlar. Ayrılıktan sonra derin bir keder ve efkâr yaşayan Neşet Ertaş Leyla'ya sitem niteliğinde olan bu şarkıyı yazıyor.

Beni Kör Kuyularda 
Merdivensiz Bıraktın 

Aşk ve ayrılık denince akla ilk gelen şairlerdendir Ümit Yaşar Oğuzcan. Melankoli dolu, ruhu ve bunları coşkuyla, yaşanmışlıkla satırlara döktüğü şiirleriyle tanınır. Acıların şairidir; çünkü Oğuzcan, 24 kez intihar etmeye teşebbüs edecek kadar karamsar bir ruh haline sahiptir. Baba Oğuzcan’ın bu hayatı büyük oğlu Vedat Oğuzcan’ı olumsuz yönde etkiler. Babasının hayata bakış açısı, Vedat Oğuzcan’ın da aklında “intihar” fikrini dolaştırır. Babasının başarısız intihar girişimlerinin aksine, Vedat Oğuzcan ilk girişiminde Galata Kulesi’nden atlar ve 17 yaşında hayatını kaybeder. Hayatını şiirlerine yansıtan yazar da bu acısını yine dizelere dökerek yenmeye çalışır.

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın


Makber
Makber Abdülhâk Hamit’in ilk eşinin ölümünün ardından yazdığı mersiye tarzındaki şiirinin adıdır. Bu şarkının sözleri ise yine Abdülhâk Hamit’in yazdığı bir oyundan alıntıdır. Abdülhâk Hamit, verem olan ilk eşi Fatma Hanımın, Bombay’da görevliyken hastalığının artması üzerine İstanbul’a dönmek üzere yola çıkar; ama eşi kurtulamaz ve Beyrut’ta ölür, eşini orada toprağa veren şair yasa boğulur. Altı ay boyunca karanlık bir bodrum katında yaşar, altı ay sonra o bodrum katından çıktığında Gülhane Parkı’na gidip ahaliye “Makber” şiirini okur… Şiiri dinleyenler lâl olur, gözyaşlarına boğulur.

Her yer karanlık pür nûr o mevki
mağrip mi yoksa makber mi ya Râb
Ya habgâh-ı dilber mi ya Râb
Rüya değil bu, ayniyle vâki


Değme felek değme elime benim
Bu türküyü Sebahat Akkiraz’dan dinlediğimde ayrı bir efkar basar. Sesindeki o kadife ton türkünün içine çeker. Efkârın olmasa da efkârın varmış gibi dinlersin, öyle güzel bir sesi var… Şimdi türkümüzün hikâyesine bir bakalım.
Amasya’ya bağlı Gümüşhacıköy ilçesi İmirler köyünde 1957 yılında dünyaya gelmiştir. Gerçek adı Muammer Badem olan Aşık Özlemî, halk ozanları geleneğinin temsilcisiydi. 
Lisede bir kıza aşık olur, kızda onu sever. Hiç ayrılmayacaklarına, her zaman buluştukları ağacın altında söz verirler. Sevdiği ona, her zaman cebinde sakladığı isminin baş harfi oyalı mendilini bu ağacın altında hediye eder. Özlemi, liseyi bitirdikten sonra Ankara Basın Yayın Yüksek Okulu’nu kazanır ve sevdalısı ile okulu bitirdikten sonra evlenecekleri sözüyle vedalaşırlar.1980 ihtilali olmuştur ve Aşık Özlemi”nin “BİTANEM” şiiri Devrimci Yol Gençlik Derneği’nin panosunda asılı olduğu için dernekle ilgisinin olmamasına karşın tutuklanır ve hayatının iki buçuk yılı cezaevinde geçer. Okul hayatı da bitmiştir. Cezaevinden çıktıktan sonra ailesinin yanına döner. Çektiği acıları sevdiğini düşünerek unutmaya çalışır. Ailesine, sevdiği kızı istemelerini diler. Anne ve babası kızı istemeye gider ancak, kızın ailesi; bizim hapislerde yatan bir kişiye verecek kızımız yoktur diyerek kızlarını vermezler. Vermedikleri gibi kısa bir süre içinde başkasıyla evlendirirler. Aşık Özlemi”nin yüreğine hiç sönmeyecek bir ateş düşmüştür o anda.
Özlemi,yeni besteleriyle sanat camiasında iyice tanınmaya başlamış,konserlere,televizyon ve radyo programlarına daha sık katılmaya başlamıştı.Sakin,mütevazı bir hayatı vardı.Bir gün,kendisini derinden üzen bir haber aldı. Yıllar önceki sevdiği kız ölmüştü. Donuk bir tavırla tepki vermişti.Çünkü,içinde hala kırgınlık vardı. Ama içine ikinci bir ateş düşmüştü. Hayatını kaybeden eski sevdiği kızın yakınları ısrarla onun cenazeye katılmasını istiyorlardı. Ancak Özlemi,kararlıydı gitmeyecekti.Fakat gelmesi için ısrar ediliyordu. Ve,ısrarın nedeni sonunda açıklandı.. Hayatını kaybeden sevdiğinin bir vasiyeti vardı. Yakınlarına bir ağaçtan bahsetmiş ve o ağacın altında toprağa verilmek istemiş.İşte o ağacın yerini bilen tek kişi kendisiydi.
Özlemi, bir radyo programına konuk olur. Sevdiğinin ölüm haberinin acısı hala yüreğindedir. Programda ilk türküsünü söylemesi istenir, ancak Özlemi”nin aklına yüzlerce türküden hiç birisi gelmez. O anki hisleriyle sazının teline vurur ve ağzından şu dörtlükler dökülür:

Bugün benim efkarım var, zarım var
Değme felek değme telime benim
Gül yüzlü cananı yar yar elden aldırdım
Ecel oku değdi yar yar gülüme benim
Değme felek değme telime benim


Özlemi,o anki duygularıyla bu türküyü çalıp söylerken duygulanır ve türkü bittikten sonra cebinden sevdiğinin baş harfi oyalı mendilini çıkarır ve göz yaşlarını siler.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *