Tuzla Tersanelerine gitmeden, İçmeler Köprüsü’ndeki işçi durağı sabahın 6’sından 8’ine kadar dolar taşar. Gebze’den, Pendik’ten, Kartal’dan, Tuzla’nın çeşitli mahallelerinden bu durağa otobüslerle ve minibüslerle gelen işçiler, çeşitli şirketlere bağlı tersanelerin yolunu tutar bindikleri servislerle. İçmeler bu saatlerde en canlı, en hareketli anlarını yaşar. Buradan servislere binen işçilerin çoğunluğu taşeron. İçlerinde 30 yıldır çalışan da var, henüz 2 gün önce işe başlayan da. Hepsi yevmiyeyle çalışan işçilerin aralarında üniversite mezunu da memleketinde iş bulamayıp gelen de yıllarca çalışıp emekli olduğu halde çalışmayı sürdüren de evlisi de bekarı da var. Tersane işçisinin en kalifiyelisi boru ustası, onlar bile dertli. Aldıkları ücret hak ettiklerinin çok çok aşağısı. Yevmiyelerin 150 liradan başladığı tersaneler iş kazalarını ve işçi ölümlerini en çok duyduğumuz yerlerden biri. Sağlıksız koşullarda çalışılması da cabası. Tersane işçileri dertlerini durakta servis beklerken anlatıyor...
Lüks yat yapıyorum
15 yıllık bir taşeron işçi şartların kötü olduğunu söylüyor. En çok da ekonomiden dert yanıyor: “Aylık ücret alıyorum ben, yetmiyor. Bugün tersane işçisinin en büyük sorunu geçim, bir de sigorta. Düşük yatırıyorlar sigortayı. Ağır sanayi olarak geçmesi lazım buranın ama lüks yat yaptığımızdan ötürü öyle geçmiyor. Boya, kaynak işi yapıyoruz. Ağır sanayi olarak geçse rahat emekli oluruz aslında. Şimdi 60 yaşına gelince iş vermeyecekler, emekli de olamazsın.” Servisi geliyor işçinin... Zenginlerin, patronların kullanacağı o lüks yatı yapmaya gidiyor, elindeki 5 liralık poğaça ile...
Zorluklar içinde çalışıyoruz
Sabah kahvaltısını yapmaya fırsat bulamayan işçiler bu durakta poğaçasını simidini ya da evden hazırladığı ekmek arasını yiyor köşelerde servis beklerken. O işçilerden biri de 30 senedir tersanede taşeron olarak çalıştığını aktarıyor: “Ayda 30 gün artı fazla mesai yapıyoruz ama geçinemiyoruz” diyor: “Korkunç, pislik içinde çalışıyoruz. Yemekleri, soyunma odalarını görsen pislikten geçilmiyor. Bir de baskı var; çalış, daha hızlı... Nefes bile aldırmıyorlar. İş güvenliği ise sıfır. Her gün üç dört tane iş kazası oluyor bizim tersanede. Sizin duymadıklarınız da var. Devletin sorumsuzluğu bu. Sendikalar kapı önüne geldiğinde işçiler korkudan alamıyor bile dağıttıkları bildiriyi. İşçiler ‘İşten çıkarılırım’ diye korkuyor. Ama suç bizde, birleşmemiz lazım ama kimse birleştiremiyor burayı. Her yer birleşiyor ama tersane işçileri birleşemiyor bir türlü. Taşeronlar piyasayı kontrol ediyor resmen. Haa, sigorta yatıyor bak, ama nasıl? Asgari ücret bankaya, kalanı elden veriliyor. Asgari ücret üzerinden sigortalıyız anlayacağın. İşçiler korkudan hiçbir şey yapamıyor. Bu düzenin değişmesi lazım ama bu hükümetin değişmesi lazım önce. Hükümetin işçilerle ilgili bir projesi yok. Bu söylediklerimi de inşallah yayımlarsınız...”
Biz böyleyiz işte!
“Bir tersane işçisinin hayatı zordur” diyor işçi. 30 senelik çalışma hayatının dününü ve bugününü kıyaslıyor: “Eskiden yevmiyeler yine iyiydi. Şimdi hayat şartları çok zor. Patronlara anlatamıyoruz bunu. Asgari ücretten sonra yevmiyelere hâlâ bir ek zam olmadı mesela. Ben boru kaynakçısıyım, en yüksek yevmiye alır sözde boru kaynakçısı. Ayda 8 bin 500 alıyorum ben. 7 bin, 6 bin alan da var. Düşün artık. Ev kirası olmuş zaten 4-5 bin lira. Eşim de çalışıyor, ama yine geçinemiyoruz. Çocuklar yetişti ama o çocuklara bir gelecek lazım, ne yapalım? Yevmiyeler düşük, iyileştirme yapılmalı. Devlet burada sigortamızın düşükten yattığını biliyor, ama göz yumuyor. Emekli olduğumda asgari ücretten yattığı için düşük ücret alacağım. Zaten EYT’liyim ne zaman emekli olacağım? Onlar kâr ediyor, böyle bir düzen kurmuşlar. Biz de böyleyiz işte...”
İşçiler greve gitmeli
İşçilerle sohbetlerimiz her servis geldiğinde sonlanıyor. Konuşacağımız çok şey yarım kalırken bir başka işçi ile buluşuyoruz. “Ülkede adalet diye bir şey yok” diyor. Aldığı ücretin, evdeki ailesine götüremeden eridiğini anlatıyor: “50 liralık şey olmuş 500 lira. Aldığım ücretten nasıl memnun olayım? Günlük 300-350 lira yevmiyemiz. İşçiler greve gitmeli. Başka yapacak bir şey yok. İşçilerin bir tanesi uysa 5 tanesi uymuyor buna. Birlik olmuyor. Birlik olmayınca da hiçbir şey olmaz. Nereye kadar böyle gidecek. Birleştiğimizde işçi hakları, sosyal haklarımız, her şeyimiz olur. Gidip geliyoruz boş, taşeron... Beş kişiye bakıyorum ben, iyi kötü başımızı sokacağımız iki odamız var, o da olmasa bittik. Ama evdekilerin ihtiyacını karşılayamıyorum.”
İş güvenliği yok
Yan yana servis bekleyen ve sohbet eden bir grup işçinin yanına gidiyoruz. 15 senelik bir işçi alıyor sözü: “Hiçbir sosyal hakkımız yok. Maaş doğru dürüst verilmiyor. Dinlenemiyoruz. Çay saatimiz yok. Elbise verilmiyor. Sigorta tam yatmıyor. İş güvenliği yok. Ağır sanayi ama asgari ücretli çalışıyoruz. 8 saat çalışıyorum ben, artı fazla mesai yapıyoruz. Mesai parası da az. Durum berbat yani. İşçiler isyanda. En ufak sorun çıktı mı patron, ‘Kapı orada’ diyor. Üç kişiye bakıyorum ben evde, doğru dürüst bir gıda bile alamıyoruz. Sadece ben değil tüm işçiler böyle. İşçiler birlik olmuyor, birlik olsak bu halde olmayız. Ama mesela adam 5 yıl çalışmış, tazminatını alamamaktan korkuyor, işten atılmaktan korkuyor, birlik olmuyor.”
Yurt dışı çare olmuş
6 yıl önce emekli olan ama hâlâ çalışmak zorunda kalan başka bir işçi söze giriyor: “Aldığım emekli maaşı yetmiyor. Burada çalışıyorum, yine de yetmiyor. Beş kişiye bakıyorum. Üç öğrencim var, biri üniversiteye gidiyor. Devlet karşılamıyor ki, her şeyi kendin veriyorsun. Emekli oldum mu artık çalışmayacağım diye düşünüyordum, ama şimdi daha çok çalışıyorum. Nasıl çalışmayayım, bir ekmek olmuş 5 lira. Yıllarca çalıştım, işte sonucu görüyorsun. Benim gibi emekli olan ve hâlâ çalışan çok kişi var. Emekli maaşı asgari ücretten az olmamalı. Asgari ücret de yeterli değil gerçi. Çalışıyorsun burada, ayda 400 dolar almıyorsun. Millet hep o yüzden yurt dışına gitmeye çalışıyor.”
Borçlarımı ödeyemiyorum
Üniversite mezunu olan ve iş bulamadığı için tersanede işe başlayan bir işçi ile tanışıyoruz. “Tersane zormuş. Amele işleri işte. Çoğu zaman kazaların olduğu bir yer. Ama şimdi daha az kaza varmış” diyor. Yevmiyelerin her taşerona göre değiştiğini belirten işçi şöyle devam ediyor: “Kimi 170 veriyor kimi 270. Ama düşük genelde. Temizlik işçileri 170 lira alıyor mesela. İnsanlar mecbur olduğu için çalışıyor burada. Asgari ücretten bile düşük alan var. Bir ailem var, yanımda kalan kardeşlerim, eşim, çocuklarım var. Raylı sistemler okudum ama işimi yapamıyorum, buraya geldim. Kira olsaydı geçinemezdim. KYK borcum var hâlâ ödeyemedim. Faiz silindi dediler ama bakıyorum hâlâ duruyor. KYK borcumu ödeyememiş bir işçiyim yani. 3 yıl oldu mezun olalı... Kendi mesleğimi de yapamıyorum. Üniversitedeki arkadaşlarımın çoğu bir yerlerde yevmiyeli çalışıyor.”
Ağır sanayiden farkı yok
Üniversite mezunu işçi ile konuşurken yanımıza arkadaşı geliyor, o da 1 yıllık işçi. “Ne yapıyorsunuz böyle” diye sorunca anlatıyoruz. Kendisi başlıyor konuşmaya: “Tersane işçileri hakkını alamıyor. Ağır sanayide düşük ücretlerle çalışıyor. Buna bir düzenleme gelmeli. Eve gidiyorum, hamama gitsem o kadar kirim çıkmaz. Canımız tehlikede. Ne kadar güvenlik önlemi alınsa da yetersiz. 4 gün önce bir işçi düşüp bacağını kırdı. İş kazası olarak da belirtilmiyor. En fazla 2 gün önlem alınıyor, sonra her şey eski haline dönüyor. Bir ölüm olsa gittin yani, arkanda durmuyorlar. Aldığımız ücretler çok çok az. İnşallah bir düzenleme gelir.” “Nasıl düzelir” diye sorunca “İlahi adalet diyelim” diyor: “İnsanların menfaatine kalmış her şey. Kendi kendine değişmez tabii ama siyasiler ülkeyi mahvetti. Menfaatsiz insan gelirse düzelir ama menfaatsiz insan da yok. İşçileri de mecbur ediyorlar, birlik olmak ister tabii işçi ama eve ekmek götüremezsem diye düşünüyor. Ama birlik olsa insanlar elbette bir şeyler değişir. Eve ekmek götürme derdi can pahasına artık...”
Borçla simit alıyorlar
İşçilerin sayısı iyice azalınca, durakta işçilere poğaça simit satan satıcı ile sohbet ediyoruz. İşçilerin geçen seneye göre durumlarının çok daha kötü olduğunu anlatıyor. Her gün buraya gelerek sabah işçilere simit satan, akşam da geçinemediği için su satan 50’sini geçmiş bu adamın da geçim açısından çok farkı yok taşeron tersane işçisinden: “Bazen işçiler gelip parası olmadığı için sonra veririm diyerek poğaça alıyor. Ne yapsın, aç da gidemez. Veriyorum, sorun etmiyorum. Çok var böyle 6 lirası bile çıkışmayan. Eskiden daha çok poğaça simit satardım, artık daha az. Etrafta görmüşsündür, artık işçiler evden ekmek arası yapıp yiyor, çayını buradan alıyor. Kimi işçiler sabah tersanede çalıştıktan sonra akşam gelip bir şeyler satıyor burada ya da o dönem iş yoksa gelip satıyor buralarda bir şeyler. Az ötede bir çorap satıcısı var, o da burada tersane işçisi normalde. Geçinemiyor, ne yapsın? Bak pos cihazı getirmişim. Bazen işçiler parası olmayınca kredi kartıyla alıyor simidi. Simidi bile borç ile alıyor. İş kazası da çok oluyor, sürekli ambulans geliyor buraya, görüyorum. Ben de iki iş yapıyorum. Sabah burası, akşam su taşıyorum evlere. İki çocuğum okudu, işçi onlar da. İş bulamıyorlar. Biri gelip benimle su taşıyor. Diğeri de bir metal fabrikasında işçi. Eskiden buradan kazandığım yetiyordu, şimdi kimsenin bir şey aldığı yok. 3 liraya su satıyoruz, niye alsın millet, nasıl alsın. Yok para yok. Bir poğaça bir çay 12 lira.”