Aydınlar Ocağı Genel Merkezi, İBB’nin Zeytinburnu Sosyal Tesisleri’nde yüzyılın en acı olayı olarak adlandırılan Kahramanmaraş depremleriyle birlikte beklenen İstanbul depreminin de konuşulduğu bir panel düzenledi. Prof. Dr. Mustafa Erkal’ın moderatörlüğünü yaptığı panelde konuşan Jeoloji Mühendisi Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, öncelikle depremin bir tabiat olayı olduğunun kabul edilmesi gerektiğini ve doğaya ait olan ova ve tarım alanlarının yerleşim alanı olarak belirlenmemesi gerektiğinin altını çizdi. Üşümezsoy, İstanbul depremi ile ilgili Prof. Dr. Naci Görür ile Prof. Dr. Celal Şengör’ün, İstanbul'da 7'nin üzerinde deprem beklendiği şeklindeki yorumlarının aksine, İstanbul’da büyük depremin olma ihtimalinin yüzde 1 yahut 2 olduğunu belirtti.
Stein hatasını kabul etti
'Büyük İstanbul Depremi' fikrini ortaya atan ABD'li jeofizik uzmanı Ross Stein dahi hatalı açıklamalarını kabul ettiğini belirten Üşümezsoy, “6.5 şiddetinde bir deprem olacak. Onun da ancak yüzde 1-2 ihtimalle olabileceğini söyledi. Türkiye'deki bazı profesörler ilk açıklamayı baz alıp bu yeni açıklamaları görmezden geliyorlar” dedi. Silivri-Yeşilköy arasındaki 50 km'lik kırılmayan fayla ilgili de açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Üşümezsoy, "Bu fay bahsedilen kadar büyük bir deprem üretmez çünkü çok sığ. Derinlik 7 km. Fakat orada fay iki parça, birbirleriyle bağlantılı değil, atlamış faylar. Dolayısıyla bunlar bir seferde kırılmaz. İkinci fay dediğimiz Büyükçekmece-Yeşilköy arasındaki fay ise aktif değil" ifadelerini kullandı.
10 saniyemiz var
Japonya’da evlerin faya olan uzaklığının 500 km olduğunu belirten Üşümezsoy, konuşmasına şöyle devam etti; “Bu mesafede, bir deprem dalgası yapıya daha geç gelir. Bu da zaman kazanmak demektir. Bu sayede gaz, su ve elektrik kesilir. Ayrıca depremin şiddeti de azalır. Fakat Türkiye’de faylar yapılaşmaya çok yakın. Deprem dalgası, saniyede 6 km gelir. 60 km’den geçen bir fayı düşünürsek, 10 saniyelik bir hareket şansı vardır. Arkadan yıkıcı dalga geliyor yani. Yalova, Çınarcık ve İmralı’dan kırılacak bir fayda 10 saniyemiz var. Fakat Adalar'dan kırılacak faydan hiçbir şans yok. 15 km ara var çünkü. 3 saniye kadar bir hareket süresi var. İmar planı yapılırken bunları dikkate almak gerekiyor. Bunun için de planlama yapılırken, bizlerin de o masada olması şarttır” dedi.
Yıkıcı bir deprem yok
“99 Gölcük depreminde de İstanbul’da yıkıcı bir deprem yok demiştim. Çeşitli gazete manşetlerinde benim sözlerim halen yayınlanıyor” d,yen Üşüdmezsoy, “O gün de bu gün de aynı şeyi söylüyorum. Beklediğimiz yüzyıl depremi 99 depremiydi. Bundan sonra Marmara’da büyük yani yıkıcı bir deprem yok. O dönem yine 'Adalar kırılmadı, kırılacak ve büyük deprem olacak’ dediler. Ben fayın Yalova-Çınarcık tarafından gittiğini söyledim. Bu konudaki görüşüm de doğru çıktı. Ben o dönem Düzce’de deprem riski olduğunu açıklamıştım nitekim 1 ay sonra Düzce Depremi oldu. Bir de o dönem Tekirdağ kuzeyinde bir depreme dikkat çekmiştim. Fakat Tekirdağ kuzeyindeki fayın (Tekirdağ – Silivri arası ) 1912 tarihinde kırılmış olduğu ortaya çıktı. 1894’teki deprem, Yalova – Çınarcık kıyısını yani Yeşilköy’ün açıklarına kadar kırmıştı. Bu bilgiler de Marmara Denizinde 99 depremi öncesi 2 tane büyük kırılmanın olduğunu göstermişti. Biri 1894’te 60 km Yalova – Çınarcık arasında, diğeri de 1912’de 60 km Tekirdağ – Silivri arasında olarak 2 büyük kırılma gerçekleşti. Geride orta Marmara’da 50 km’lik bir fay kaldı. Yani kırılmayan sadece burası kaldı ve bu bilgi de o dönem deprem araştırmaları yapan gemideki bilim insanları tarafından ‘Buradaki yapı 7’nin üzerinde bir deprem üretmez’ diyerek ilan edildi. Kuzeydeki beyaz fay, ölü bir faydır. 30 yıl içinde beklenen depremde esas alına fay işte bu ölü faydır. Dolayısıyla İstanbul depremi korkutucu bir deprem olmayacaktır. Kalan fay Kumburgaz tarafında ve bahsettiğimiz fay büyük deprem üretmeyen bir yapı. Bu fay 6,5’lik deprem üretir. 6.5'lik deprem yıkım yapabilir çünkü zeminde heyelanlı yerler var. Burası özel olarak yani zeminin yapısı yüzünden risklidir” ifadelerini kullandı.
Kafalar karıştı
İstanbul'daki kafa karışıklığının Nature Dergisi’nde yayımlanan bir yazıyla başladığını belirten Üşümezsoy, “Bu yazıda, Adalar fayı, Silivri’nin kuzeyi ve Tekirdağ’ın kuzeyi olmak üzere 3 fayın, 30 yıl içinde 7’in üzerinde 3 deprem oluşturma riskinin olduğu söylendi. Burada yazılan model de rahmetli Aykut Barka’nın modelidir. Bu modelde fizik olarak faylara kolon formunda bakıldı ve fayların kırılma ihtimaline, ihtimalen enerji yüklendi. Fay doğru anlaşılmadan, ortaya böyle bir kurgu çıktı. Sonrasında bu modelin yerine biri doğuda, biri batıda, ortasında fay olmayan bir model gündeme geldi. Bu modele göre Tekirdağ ve Adalar fayı kırılacak, bu kırılma 7.4’lük bir deprem üretecek, ortadaki Silivri ve Kumburgaz fayında risk olmayacak, 7.4 lük deprem yüzde 65 ihtimalle 30 yıl içinde gerçekleşecek denildi” açıklamasında bulundu.
5 tane kitap yazdım
Bu modellerin hepsinin Fransız jeolog Rolando Armijo’nun Marmara denizinin tabanına inmesiyle geçersizleştiğini ifade eden Üşümezsoy, “Marmara Denizinin tabanı bilimsel olarak gerçekleri gösterdi. Burada az önce de açıkladığım gibi fayların ne zaman ve nerede kırıldığı, fayların kırılma tekrarları ve üreteceği depremler gün yüzüne çıkmış oldu. Ve Rolando Armijo, bu çalışmalardan önce öne sürülen modellerin, çöpe atılması gerektiğini tüm dünyaya açıkladı. Çünkü konuşulan ve yazılan modeller, bilginin ışığında modeller değildi. Sadece olabilirlik üzerine çalışmalardı. Kısacası halen 30 yıl içinde olabileceği söylenen depremler diye bir işleyiş yoktur. Yakın sürede yıkıcı deprem beklemiyorum. Bu sözlerim, bilimsel gerçeklere dayanıyor. Marmara denizinde yapılan taban çalışmaları gerçek ve en son yapılan çalışmalardır. Bilimsel gerçekleri detaylarıyla açıkladığım, 5 tane kitap yazdım. Kaç kişi okudu bilmiyorum. Ama bizim yabancı dilde yazılmış açıklamalara karşı nedense bir hayranlığımız var. Buna da dikkatleri çekmek istiyorum. Yurt dışında yayınların olması, illa daha güvenli olması anlamına gelmez. Tam da aksine yurt dışı yayınları, hızlı bir şekilde sürekli birbirini çürütüyor. İyi araştırmak işin doğrusudur” dedi.
Açıklamaları değişti
1999 depremi sonrasında “Yalova Çınarcık kırıldı ve fay İmralı’ya doğru gidiyor” dediğini aktaran Üşümezsoy, “Celal Şengör '2 ila 10 yıl içinde Bolu’dan başlayıp, Gelibolu’ya kadar gidecek Büyük Kıyamet bekliyor İstanbul’u. Bu 1509 depremi. Daha sonra İstanbul’dan başlayıp Gelibolu önüne giden Küçük Kıyameti İstanbul’un beklediğini söyledi. Bu 1766 depremi. Bunlar, Marmara denizi tabanı incelenmeden önceki açıklamalardı. Sonra boydan boya 7.8’lik deprem gündeme geldi. 'Adalar fayı, Orta sırt fayı, Silivri – Tekirdağ fayı olarak bu 3 fay aynı anda kırılacak, 7.7’lik deprem üretecek.' dediler. Bu haber o dönem Hürriyet’te tam sayfa çıktı. Kimler dedi? Naci Görür ve Celal Şengör dedi. Sonra Marmara Denizini incelemek için Türkiye’ye deprem araştırma gemisi geldi. O dönem Naci Görür’ün açıklaması değişti” ifadelerini kullandı.
Geriye şehir kalmaz
Naci Görür'ün o dönem, “En fazla 7’lik deprem olur. 3 ayrı fay var. Adalar fayında olursa en fazla 7’lik olabilir, orta orta Marmara ve Tekirdağ – Silivri Fayı birlikte kırılırsa 7’nin biraz üzerinde olabilir ama ayrı kırılırlar bunlar. Dolayısıyla 7’nin altında deprem yaparlar” dediğini hatırlatan Üşümezsoy, “Ronald Almijo Marmara Denizinde çalışmalar yapınca ve sonuçlar ortaya çıkınca, Tekirdağ – Silivri fayının kırıldığı, sadece 50 km'lik kırılmayan mesafe kaldığı öğrenilmiş oldu. Bu kısaca şu demek. Marmara’da yıkıcı deprem olmayacak. Ben bunları 5 kitabımda da yazdım. Rolando Armijo ayrıca şunu da ekledi. “Marmara’da hiçbir zaman Le Pichon’un söylediği gibi boydan boya bir fay ne geçmişte kırılmıştır ne de gelecekte kırılacaktır.” Korkutan açıklamalar yapan bu isimler 8’lik depremi bilmiyorlar. Çünkü 8’lik deprem yaşanan bir yerde, geriye şehir kalmaz, o bölge tarihe karışır. Akdeniz’de ve Ortadoğu’daki 8'lik deprem yaşanan yerler yok oldular. Kısacası bu korku dolu ihtimalleri, bilimsel veriler geçersiz kılmıştır” dedi.
200 yıl sonra yazılmış
Ambresey'in 1509 depremi için, “7’nin biraz üzerinde ve 70 km’lik bir fay kırılmış” dediğini ifade eden Üşümezsoy, “Bunun kayıtlarını ayrıca inceledim ben. Bu kayıtlar Galata Kulesinde ve Rumeli Hisarı’ndadır. Bu ikisi temiz kalmıştır. Ayasofya tamir edildiği için örnek göstermiyorum. Ama diğerleri gerçek kanıtlardır. Bir de tsunami söylemleri var. Haliç’te görüldü dedikleri tsunami, depremden en erken 200 yıl sonra yazılmış yazılar. Ondan öncesi bir kayıt olmadığı için Büyük Kıyamet tezi çürümüş oldu. Evet İstanbul çok büyük bir deprem görmedi. Ne zaman nerede deprem olsa, İstanbul deniliyor, korku salınıyor topluma. Ben İstanbul’da bir risk yoktur diyorum. 5 kitabımda da söyledim bu gerçeği ve söylemeye de devam ediyorum” açıklamasında bulundu
YÜZYILIN EN ACI OLAYI
Panelde konuşan Prof. Dr. Mustafa E. Erkal ise yüzyılın en acı olayı olarak adlandırılan Kahramanmaraş depremlerinin fiziki yapıyı yıktığı kadar, Türk Milletinin sosyal dokusunu da olumsuz yönde etkilediğini, aynı zamanda unutulan milli, dini ve manevi değerlerin hatırlanıldığına dikkat çekti. Depremlerin sosyal ve psikolojik etkilerinden bahseden Erkal, yaşanan depremleri, “Küçük bir kıyamet” olarak isimlendirdi. Erkal, “El birliği ile yıkıntıların üstünden geleceğiz” diyerek “Toplumun temeli olan aileler parçalanmış, bazıları hayattan kopmuş veya aile tamamen yok olmuştur. Geride kalanlar bu acı facianın psikolojik yıkımı altında kalarak hayat boyu bu ezikliği ve altüst olmayı unutamazlar. Korku, kaygı ve çaresizlik hayatın bir parçası olmuştur. Ailenin fonksiyonlarının yerini hiçbir kurum veya kuruluş alamaz. Çünkü aile ferdi doğuştan itibaren sosyalleştiren, güven veren ve rehber olan ilk sosyal müessesedir” dedi.
Güven sarsılır!
Deprem gibi afetlerin topluma aidiyet duygusunu tartışılır hale getirdiğini dile getiren Erkal, “Fert – toplum ilişkileri yara alabilir. Kötümserlikten doğan yalnızlaşma, bunalım ve geleceğe güvenin sarsılması, belirsizliklerle mücadele sorunu dayanışma ihtiyacını zirveye çıkarır. İç göç ve yurtdışı göç hareketleri tetiklenir. Yeni bir hayat kurma endişesi ve mecburiyeti fertleri yıpratır ve eritir. Kayıplar dolayısıyla çekilen acılar, maddi ve manevi yıkıntı yeni ölümlere sebep olabilir. Yaşadığımız büyük felaket, fay hattı üzerindeki bölgeyi imara açmayla başlamıştır. Hiç bir iktidarlar yer değiştirmeyi kaale almamış ve ihmalkar davranmış, yer değişimi düşünülmemiştir. Artık kolonlarla oynanmamalıdır. Doğru denetim yapmayan yapı denetim şirketleri cezalandırılmalıdır. DASK tazminatı karşılayabilecek duruma getirilmelidir. Kentsel dönüşüm için ayrılan bütçe arttırılmalıdır. Yardım ve kurtarma faaliyetlerine katılan herkese, illerimizin itfaiyeci guruplarına, maden işçilerimize, AKUT, AFAD, UMKE gibi kuruluşlarımıza, 100 askerimizi şehit veren en önemli kurumumuz Türk Silahlı Kuvvetlerine, çeşitli vakıflarımıza ve maddi yardım için kuyruk oluşturan gerçek vatandaşlarımıza ve başta Azerbaycan ve Katar olmak üzere, yurt dışından gelen ve yoğun çalışma içine giren yabancı ekiplere ne kadar teşekkür etsek azdır. İtfaiyecilerin buldukları yüklü parayı gerekli yerlere vermeleri şeklindeki ahlak dersinden bazıları da istifade etmelidir” uyarısını yaptı.
Ders olarak okutulmalı
Ortaöğretim ve teknik üniversitelerin ilgili bölümlerinde deprem dersleri konulması gerektiğinin altını çizen Erkal, “Türkiye bir deprem ülkesidir. Deprem turizmden tarım ve hayvancılığa ve ihracata kadar her şeyi etkilemektedir. Yumuşak topraklı tarım alanlarının betonlaştırılmasının ne kadar yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Şu halde, tarım ve hayvancılık gerekli desteği bulmalıdır. Mülteciler Irak ve Suriye’deki konteynerlere taşınmalı, Bölgede ve bilhassa Hatay’da yabancılara emlak satışları kesinlikle durdurulmalıdır. Hüllecilik önlenmelidir. Askeri hastanelere ihtiyaç vardır. Hastane şeklindeki gemiler sağlanmalıdır ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrine verilmelidir. EMASYA protokolü ihtiyaçlara uygun tekrar yürürlüğe konmalıdır. Kızılay ailesinde bilgili, afeti idare edecek kapasiteli insanlarımız göreve getirilmeli, sadakat liyakatin önüne geçirilmemelidir. Sözde bazı dost ve müttefiklerimizin HAARP teknolojisi kullanıp deprem faylarını tetikleyebilecekleri ve her şeyi yapmaya hazır oldukları unutulmamalıdır. Her an deprem olacak şeklinde halkı şartlandırmak son derece yanlış ve gerçeklerden de uzaktır. İnsanımızın morale ihtiyacı olduğu gibi, hazırlıklara da ihtiyacı vardır” dedi.
BİNALARIN YÜZDE 70'İ YENİLENMELİ
Panelin kapanış konuşmasını yapan İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi olan Mimar Süleyman Uluocak, Kahramanmaraş merkezli 10 ili etkileyen depremlerin Türkiye’ye getireceği ekonomik sıkıntının da henüz belli olmadığını söyledi. Uluocak, depremin can ve mal kaybının yanısıra ülke ekonomisi de vurduğunun altını çizdi. Özellikle Marmara depreminin ardından herkesin sağlam binalarda oturma bilincine varmış olması gerektiğini ifade eden Uluocak, İstanbulda 1 milyon 200 bin bina olduğunu, bunların yüzde 98’inin yığma ve betonarme olarak inşa edildiğini, 260 bininin 1980 öncesi, 550 binin 2000 yılı öncesi inşa edildiğine dikkat çekerek, “Dolayısıyla yenilenen yapı stoğumuz çok az. İstanbul’da yüzde 70 oranında binanın yenilemesi lazım” dedi. Kentsel dönüşüm konusuna da değinen Uluocak, vatandaşın üçte iki çoğunluğu oluşturarak elini taşın altına koyması, devletin de desteğini arttırarak dönüşümü cazip hale getirmesi gerektiğini ifade etti.
Devletin TOKİ ve KİPTAŞ gibi kuruluşları kentsel dönüşümün içine dahil etmesi gerektiğini belirten Uluocak, “Kamu alanlarını imara açtılar, emsallerini arttırdılar, bina yıkmadan dönüşüm yaptılar. Kentsel dönüşüm eski binaların yenilenmesi ile olur” dedi.
Deniz kumunu kim sattı
Çin’den sonra en çok sosyal konut yapan devletin Türkiye olduğunu vurgulayan Uluocak, “O kadar bina yapmışız ama bir asansör firması yapamamışız” diyerek, her deprem sonrası bir suçlu arandığına dikkat çekti. Uluocak, “30 yıl önce imara açtıkları yerde vatandaş bina yapmış. Şimdi arsa sahibini, müteahhiti tutukluyorlar. Ama buraları neden imara açtık demiyorlar. 4-5 katlı binanın altına 10-15 katlı bina yaparsan yıkılacağını ön göreceksin. ‘Deniz kumu ile binalar yapılmış’ deniliyor. Bu kumu devlet satıyor. Vatandaş devletin sattığı kumu aldı da bu yapıları yaptı. 30 sene önce yapılan demirlere bahane bularak ‘Nervürlü demir kullanılmamış’ deniliyor. Peki bu demirleri kim getirdi de o binalara koydu? Bunların yapılmasına ve fabrikada üretilmesine kimler izin verdi? Meslek odalarını devre dışı bırakanların hiç mi suçu yok? Elinde riskli bina raporu olan vatandaşları oturdukları binadan çıkarmayan, güvenli bölgelere taşımayan, riskli yapıları yıkmayan belediye, kaymakamlık veya çevre şehircilik müdürlüklerinin hiçmi suçu yok? Yerel ve genel yöneticilerin, 4 yıllık eğitim sonucu mezun olan öğrencilere saha deneyimi, riskli bina dersi vermeden her türlü yetki veren üniversitelerin hiç mi suçu yok?” eleştirisinde bulundu.