Gazete okumadığını, televizyon izlemediğini belirten Batu, “Tartışma programlarını hiç izlemiyorum. TV'lerde körler sağırlar birbirini ağırlar durumu var” dedi. Türkiye'nin büyük bir devrime ihtiyacı olduğunu belirten Batu, “Korkusuz, vatanperver, idealist siyasi figürlere ihtiyacımız var. Genç insanlara ihtiyaç var. 30 yıldan beri koltuğunu bırakmayan insanlardan çok sıkıldık” dedi.
SÖYLEŞİ: MEHMET MERT - Oyuncu, şair ve tarihçi kimliği ile öne çıkan Pelin Batu ile keyifli bir söyleşi yaptık. Genel bir Türkiye eleştirisi yapan Batu, özellikle eğitim konusunda önemli açıklamalarda bulundu. Eğitim sisteminin yapboz tahtasına çevrildiğini belirten Batu, iktidarın okuduğunu anlamayan bir nesil yetiştirdiğini savundu. Son yıllarda gençlerin Türkiye'yi terk etmeye başladığını belirten Batu, “Kime sorsanız kaçma derdinde. Artık dünya çok küçüldü her yer birbirine çok yakın ve internetten de her şeyi görebiliyorlar” dedi. Mevcut dönemi, 3. Murat dönemine benzeten Batu, idealist siyasi figürlere ihtiyaç olduğunu vurguladı.
Pelin Batu şu anda neler yapıyor?
Son bir yıldır gerçekten çok acayip yoruldum. Yoğun geçti. Çok da mutluyum bu yoğunluktan çünkü her hafta mitoloji dersi veriyordum. Bazen sanat tarihi bazen spesifik tarihle ilgili. Youtube’da bir program vardı orada böyle platin plaket gönderdiler. Dünyada en fazla dinlenen ilk 10 Podcast’e giriyormuş. O da genel dünya tarihiydi, yani Big Bang’den başladık, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar getirdik bıraktık orada. Bir de Tarih Tv’de program yapıyordum. Orada da haftada bir gün İlber Ortaylı’yla genel her hafta farklı bir konu. Bir hafta Napolyon yapıyoruz bir hafta Osmanlı’yla ilgili bir şey yapıyoruz. Bir de çok sevdiğim bir profesör vardır Nezih Başgelen, onunla da antik tarih yapıyorduk. Arkeoloji tarihi ve antik çağ tarihi. Yani hafta bittiğinde ben de bitiyordum. Sürekli bir koşturma ve araştırma. Bu yaz biraz nefes alma fırsatım oldu. Bu yaz da yeni, daha bir ay olmadı, bir kitabım çıktı. Arkadaşımla birlikte yazdığımız, bir şiir kitabı. Tematik şiir kitabı. Velhasıl, böyle bir koşturmaca ile geçti. Medyadan biraz uzak kaldım diyebilirim aslında. Yani gazetecilik anlamında medyadan. Pek de bir yer kalmadı, en son bi’ umutlanmıştım Beylikdüzü’nde bir haber sitesinde başlayacaktım. Samimi Haber diye bi haberde başlayacaktım. Beylikdüzü’nde tam girişindeydi ama, o da olmadı.
Damga sizi bekliyor. Niye Damga’yı düşünmüyorsunuz?
Düşünmüyor değilim de şöyle, yani siyasi bi şeyler, o kadar uzaklaştım ve koptum ki; seçimlerden sonra zaten…
Tarih yazın bizde, hayat yazın, yaşam yazın, şiir yazın…
Onlar olabilir. Yani siyaset artık çoğu insan gibi moralim bozuldu. Çok uzaklaştım.
Bizim Youtube kanalımız yok. Şöyle var ama, yok. Çünkü Youtube kanalı artık çok. Ben şundan yanayım; mesela bizim Türkler gidiyor şahane bir balık restoran yapıyor, sonra buna gelip diyorlar ki köfte de koyalım, mangal da koyalım. Ben buna karşıyım.
Balıkçı balıkçıdır köfteci köftecidir.
Pelin Batu, Avrupa’yı bilen bir insan. Gördüğümüz kadarıyla Türkiye’de yaşıyor. Türkiye’den herkes kaçarken Pelin Batu’yu Türkiye’de tutan ne? Böyle bir planı var mı?
Çok az sayıda kalmış olan ailem: yani kardeşim teyzem. Artık aile olarak saydığım arkadaşlarım. Şunu fark ettim, sizinle daha önce de bunu konuşmuştuk, yurt dışında eğer, yani ben üniversiteden mezun olup kalmış olsaydım ve o arkadaşlarımla devam etmiş olsaydım, işte samimi dayanışma kültürüne bağlı ve insanın hakikaten can dostum diyebileceği hasta olduğunda çorba getirecek türde arkadaşlar. O zaman yurt dışında herhangi bir yerde de yaşayabilirdim. Her yerde kendimi rahat hissediyorum, her yerde mutlu olabilirim ama bugün ekonomik şartlardan dolayı, özgürlük eksikliğinden dolayı, diğer insanlara kızamıyorum anlıyorum. Bugünki doktorlarımız işte akademisyenlerimiz ifade özgürlüğünden, mobbingden, kötü muameleden, şartlardan dolayı gidiyorlar. Kızamıyorum, anlayabiliyorum. Ya da çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak için… Ama ben zaten hayatımın yarısından çoğunu yurt dışında geçirdim. Bu saatten sonra kendimi güvende hissettiğim ve iyi hissettiğim bi yerde olmak istiyorum. Orada gitsem mesela Fransa’da bir tane bile tanıdığım yok benim. Bir süre sonra arkadaş edinirsiniz, çok medeni insanlarla vakit geçirebilirsiniz ama o yani 20 yıldır inşa ettiğim, 30 yıldır süregelen arkadaşlıkların hiçbirisi olmayacak. O da hani artık 45 yaşındayım, ben kendimi iyi hissettiğim, rahat hissettiğim insanlarla olmak istiyorum. Onlar da burada şu anda.
Bildiğimiz kadarıyla bir evladınız var. Onu tutabilecek misiniz Türkiye’de?
Ya bakalım o büyüdüğünde nereye kaçmak isteyecek, ya da belki o büyüdüğünde gerçekten çok daha iyi bir Türkiye olacak. Onu ümit ediyorum. Yani şu anki gençler kime sorsanız kaçma derdindeler. Çünkü akranlarını görüyorlar. Artık dünya çok küçüldü her yer birbirine çok yakın ve internetten de her şeyi görebiliyorlar. E onlar öyle yaşarken mesela Rafa’yı bu sene Berlin’e götürdüm. 4 günlüğüne müze gezdirmek için götürdüm. Her gün bir müze gezdirdim. Kıskandım çünkü her yer yemyeşildi. O çocuklar için yaptıkları parklar, o müzelerdeki oyun alanları falan bizde hiçbir yerde yok. Bizde, iyi bir yere götürmek için hem maddi hem manevi yollarda sürünüyorsunuz. Taksi sizi almıyor ya da işte ne bileyim, araba ile gidebildiği belli yerler var ama metronun gidebildiği her yer yok. Dolayısıyla hem çocuğunuza güzel bir pencere açabilmek için kendiniz baya uğraşmanız gerekiyor. Yapıyor musunuz, yapıyorsunuz. Ama öbür tarafta sizlere devlet her şeyi sunuyor. Onların yaratıcı birey olması için her şeyi yapıyor. Zaten daha ilkokuldan itibaren çocukların ne olacağı belli oluyor. Ona göre eğitim veriliyor. Bizde öyle bir şey yok. Biz de çocuklar tarikatlar tarafından tecavüze uğramasın, ya da ele geçirilip de piyon gibi olmasın diye korkarak yaşıyoruz.
Sizce Türkiye’nin yaşadıkları bire bir iktidarla mı alakalı, devlet yönetimi ile mi alakalı ya da bu iktidar değişirse Türkiye’nin değişeceğine inanıyor musunuz?
İktidar değişirse en azından hukuk gelir diye ümit ediyordum. Son seçimlerde benim en büyük umudum zaten hapiste çürüyenlerin çıkması, adaletin yerini bulmasıydı. O yüzden iktidarın büyük bir payı var. Son 20 sene demiyorum, 30 senedir aslında pek çok şeyi değiştirdiler. Kurumların içini boşalttılar. Hakikaten bağımsız olarak işleyen pek çok kurumun bağımsızlığını elinden aldılar. Dolayısıyla tabii ki büyük bir rolü vardır onların önümüzdeki liyakatsizlikte. Ama muhalefeti de suçlamamız lazım, kendimizi de eleştirmemiz lazım. Kendimiz derken vatandaşı da eleştirmemiz lazım. Pek çok insan sadaka kültürüne alıştırıldı ve bundan memnun gibi gözüküyor. O yüzden de her seçimde biz ‘aa nasıl oldu’ diye şoke oluyoruz. Bu ekonomik şartlarda nasıl oy verdiler, verdiler çünkü ya kaçak elektrikten nemalanan ya bir torba kömüre ya da işte ne bileyim sadaka almaya alıştırılmış büyük bir kitle var. Onlar da halinden çok memnun olmamakla birlikte en azından bu vardır diye devam ediyorlar. Oysa hepimiz bu sorunun bir parçasıyız.
Muhalefet de bir taraftan iktidarın sistemini uygulamaya koydu. Ya başaramadı ya da orijinali varken insanlar da sahtesini seçmedi.
Tabii, yıllardır konuşmuyor muyuz, mesela Ekmeleddin İhsanoğlu, yani neden? Mesela Büyükerşen gibi muhteşem bir insan varken, neden Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösteriyorsunuz? Yani kaç yıldır süregelen aynı ‘aa işte biz dinden bahsedelim ki iktidardan biraz oy alalım.’ Dediğiniz gibi orada orijinali varken neden taklitlerle ya da sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir parti neden din üzerinden siyaset yapmaya çalışıyor, ne gerek var? Zaten bizler öbür tarafın bu dini siyasete alet etmesinden şikayetçiyiz. Sürekli tarikat din vesaire diyorum çünkü bana göre her tarafı sardıkları için çok büyük bir tehlike var. Biz şu anda parkta oturuyoruz ve Atatürk posterlerinin arasında oturuyoruz. Tamamen bağımsız hür düşünebilen, bilime fenne önem veren ve eğitim üzerine kurulmuş bir cumhuriyetten bahsederken bugün eğitimin nasıl mahvedildiğini her yıl yapboza dönen eğitim sisteminden görüyoruz. Eğitim neden önemli? Çünkü eğitim gelecek demek. Siz geleceğinizi ipotek altına alıp o gençlerinizi kaçırıyorsunuz, artı bir de hakikaten okuduğunu bile anlamayan bir jenerasyon sistematik bir şekilde yetiştirdiniz. Çünkü, ses kayıtlarından da çıkmıştır hatırlarsınız, ‘eğitimli seçmen bize oy vermiyor’ diyen bir bakan vardı zamanında. Bunun tesadüfen olmadığını da biliyoruz.
Pelin Hanım, medyayı da biraz o günlere benzetiyorum. Bilirsiniz, Kurtuluş Savaşı döneminde İstanbul medyası sarayı desteklerdi. Anadolu medyası Kuvayi Milliye’yi desteklerdi. Bugün de sanki öyle bir medyayla yüz yüzeyiz.
Çok doğru.
Dün nasıl İstanbul medyası sarayla birlikte kaybettiyse yarın da iktidar medyası yani gücün yanında olanlar kaybedecek. Ama bunu ne zaman yaşayacağız, bunu yapmak için de neler gerekiyor, neler önerirsiniz?
Yasa gerekiyor. Aynı İtalya’daki gibi. Hatırlıyorsanız o mafyozo(?) adamların siyasete karıştığı zamanlarda ve Berlusconi gibi adamların olduğu zamanlarda, şu anda da gerçi başka bir faşist, Meloni var ama, siyasetin medyayla birbirine karıştığı ve medya patronlarının resmen ihale almak için o gazeteleri televizyonları aldığı zamanlarda bir yasa çıkardılar: bir medya patronu fabrikatör olamaz, gaz şirketine sahip olamaz, ihale alamaz. Bunu bizim yapmamız lazım çünkü medya denilen yer aynı siyasetçi, bilimci gibi bağımsız olmalıdır. Birisinin dudağının arasından çıkan lafa bakmamalıdır, ya da oradan ne kadar para kazanacak diye bu işi satın almamalıdır. Ama on yıllardır bakıyoruz dediğiniz gibi tam işte o faşizan İtalyan tarihinde ya da bizde olduğu gibi çok benzer bir şekilde kimin eli kimin cebinde belli değil. Bağımsızlığını kaybetti. O yüzden de dediğiniz gibi fabrika ayarlarına dönülmesi lazım.
Mustafa Kemal 1927 yılında kağıt fabrikası açtı. Niye kağıt örneğini veriyorum, çünkü bugün kitapların gazetelerin ne kadar pahalı olduğunu biliyoruz. Çünkü dışa bağlıyız. Euro ile Dolar ile alıyoruz. Niye 1927 yılında o kadar fakir bir cumhuriyet bunları alabiliyor? Aldı, yaptı, kurdu.
100 yıl sonra niye satıyorsun? Yine aynı şekilde 1860 yılında Ali Suavi diye bir vatandaş bilirsiniz, sizden dinleyelim ne yapmış?
Öyle yazılar basıyor ki resmen kellesi gidecek.
Kellesini ortaya koyuyor. Ali Suavi’nin Muhbir gazetesi kapanınca gidiyor İngiltere’de basıyor gazeteyi. Ve İngiltere’de gazetenin sürmanşetinde diyor ki: Muhbir gider gazetenin yasak olmadığı bir yer bulur ve yine çıkar. Biz bu Ali Suavi’lerden bugün günümüze maalesef böyle bir yalaka üç maymunu oynayan bir medyaya kaldık...
Özellikle son seçimlerden sonra daha da kötü oldu. Ben zaten pek okuduğum yok çünkü onu bir gazete olarak kabul etmiyorum. Ya da televizyonlarını televizyon olarak kabul etmiyorum. Tartışma programlarını hiç izlemiyorum. Televizyon bağlamadım ve hiç de eksikliğini duymuyorum. Çünkü orada da maalesef bu deyimi kullanacağım, körler sağırlar birbirini ağırlar. Orada da muhalifmiş gibi bazı insanları gösteriyorlar. Kontrol edilebilir muhalefet, güya muhalefet varmış gibi orada gösteriliyorlar. Hepsi birbirinin ekmeğine kaymak bal sürüyor.
Son olarak, sizin gençlere, medyaya, Türk insanına söylemek istedikleriniz önemli...
En umutsuz olduğumuz zamanlarda bile her zaman bir ışık vardır. Ben hep bugün cumhuriyetten bahsettik, 100. yılında olduğumuz için şunu hatırlatmak istiyorum. 100 yıl önce şeyhülislam fetva vermiş, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını içeri atmak istiyorlar. Sultan İngilizlerle manda hayalleri kuruyor. Belki de Amerikalılar gelir bizi kurtarır diye düşünüyor. 100 yıl önce bunları yaşarken bir grup idealist çıkmış ve hiç kimsenin başaracağına inanmadığı şeyi başarmış. Dolayısıyla 100 yıl önce bunları yaşamışken 100 yıl sonra neden yaşamayalım? Hiçbir zaman umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini düşünüyorum. Hatırlarsanız seçimlerde yurt dışına gitmiş Boğaziçili gençler video yayınlamıştı. O insanların da ülke birazcık daha refaha kavuşsa, birazcık daha demokratikleşse geleceğine yüzde yüz eminim. Birlikte kaldırabileceğimizi düşünüyorum. Şu anda hepimiz umudumuzu yitirdiğimiz için son seçimlerden sonra da bir bıkkınlık geldiği için belki de hiçbirimiz elimizi taşın altına koymuyoruz. Ama eminim, bir iki hamle, bir kıvılcım olsa, hepimiz sokaklarda olacağız. Hangi dalda olursa olsun harekete geçeceğiz.
20-30 SENE İÇİNDE 300 SENE GERİYE DÜŞTÜK
Tarihi çok iyi bilen bir insansınız, Türkiye’nin bugününü kimi Lale Devri’ne benzetiyor kimi Fetret Devri’ne benzetiyor. Sizin böyle bir yorumunuz var mı?
Ben III. Murat dönemine benzetiyorum. 1570- 1590 arası bana göre, Şeyhülislamın fetvalar verip oradaki rasathaneyi indirdiği zamana tekabül ediyor. Bilimin bittiği zamandı. Bilim, tehlikeliydi çünkü; bilim demek bağımsız, hiçbir şaha, sultana, krala kayzere bakmayan tamamen ideolojiden uzak; fenle, matematikle, geometriyle, bilimle konuşan insanların bağımsız olduğu bir zamanda bunların tehlikeli olarak görülüp de indirildiği zamandı. Bana göre Osmanlı İmparatorluğunun sonunun başlangıcı orada başladı. Sarayından çıkmayan bir sultan, halkın ne yaşadığının farkında bile değil. Ben bugünü birazcık ona benzetiyorum. Bilim diye bir şey kalmadı TÜBİTAK gibi yerlerin ne hale geldiğini gördük, görüyoruz. Osmanlı bu dönemde Batıyla yarışamaz hale geldi. Öbür tarafta çok geçmeden Gutenberg basım aletini keşfetti. Bilgi çoğaldı, insanlara ulaşabilir oldu. Sadece bir grup aristokrata, bir grup zengine değil, halka indi. Öyle olunca da tabi ki 20-30 yıl içinde bizim 300 sene önümüze geçtiler.
TÜRKİYE'NİN İDEALİST SİYASİLERE İHTİYACI VAR
Türkiye'nin sorunlarından kurtulması için öncelikli olarak neye ihtiyacı var?
Bence kesinlikle bir devrime ihtiyacı var. Korkusuz, vatanperver, idealist siyasi figürlere ihtiyacı var. Genç insanlara ihtiyacı var. Ben bu koltuklarında oturan insanlardan 30 yıldır siyaset yapan, sanki bir tımarlı sipahi gibi orası babadan oğula geçmiş bir siyaset gibi bir durum var. Ya da anneden kıza geçmiş gibi. Ben artık aynı insanları o koltuklarda görmekten çok sıkıldım. Eminim çoğumuz aynı hissiyattayız ki sizin bugünkü başlığınıza bakınca da aynı şeyi görüyoruz. Meral Hanım olsun, Kılıçdaroğlu olsun, Devlet Bahçeli olsun sağ olsunlar görevlerini yaptılar ama artık yeter. Ben bu insanların sizin dediğiniz gibi torunlarıyla ilgilenmesini istiyorum. Onlar hayatlarını kendi kalitelerinde güzel yaşasınlar. Genç, idealist insanların gelip de bu ülkeyi silkelemesi ve bu idealist insanların olmasını istiyorum. Çünkü sanki garanti maaş diye giren pek çok insan var orada. Çoluğuna çocuğuna da gayet güzel geliyor, maaşından nemalanıyorlar. Eskiden milletvekili seçilmek demek kişinin baya yüksek maaş alması demek değildi biliyorsunuz, eskiden hakikaten ülkesini kurtarma derdinde kıvılcım olarak giren çocuklar meşale olarak giriyordu. O meşalelerin tekrar gelmesi lazım.
ŞU ANDA OĞLUMU DÜŞÜNÜYORUM!
Pelin Batu da bize göre genç bir aydın. Siyasette ya da medyada yeni bir şey denemeyi düşünmez mi? Hep başkalarından bekliyoruz, biz de ortaya çıksak
Olabilir, ben oğlumun bir tık daha büyümesini istiyorum. Çünkü bu ülkede ne olacağı belli olmaz. Mesela ben şu anda içeri girersem daha yeni 5 yaşına girmiş olur. Çünkü malum, Türkiye’deki hapishanelerin durumu. İçeri bir girdiğiniz anda çıkamıyorsunuz. Bataklık durumu söz konusu. Girdiğinizde de unutuluyorsunuz. Kaç arkadaşımız var içeride, yıllardır. Oğlumu düşünüyorum.