Siyasetle hiçbir ilgilerinin olmadığını belirten Kaya ve Çankaya, “Beylikdüzü kentlileri olarak bize sunulana razı gelmeyeceğiz. Bu kamplaşmaya, bu gettolaşmaya çok net bir şekilde hayır diyoruz. Biz kente dair bir duruş sağlamaya çalışıyoruz Bütün yaşadığımız kaygı kente dair” dedi.
Yaklaşık 3 yıl önce 4 arkadaşın kent üzerine yaptığı sohbetlerin ardından ortaya çıkan Beylikdüzü Kent Yurttaşlığı oluşumu herkeste merak uyandırdı. Damga'ya konuşan Nejat Kaya ve Necati Çankaya kuruluş sürecini, amaçlarını, faaliyetlerini ve taleplerini anlattı. Siyasetle hiçbir bağlantılarının olmadıklarını ifade eden Kaya ve Çankaya tek dertlerinin yaşadıkları kent olduğunu vurguladı. “Kent yurttaşlığı yaşadığı kenti önceleyen, onu önemseyen, öne çıkaran birazcık siyaset üstü bir yaklaşım biçimi” tanımlamasında bulunan Kaya ve Çankaya oluşumun nereye varacağı konusunda da “Siyasete kadar götürmeyeceğiz. Siyasete bulaşmayacağız. Bu bir STK’ya mı, vakıfa mı dönüşür bunu bilmiyoruz” yorumunu yaptı.
Öncelikle başarılar. Bu fikir nereden oluştu? Bir örneği var mıdır dünyada? Kimin fikriydi? Bir ortak birliktelik miydi veya öncesi var mıydı?
Teşekkürler. Bu fikir yaklaşık 3 yıl önce dört arkadaşın Turgay Eminoğlu, Nejat Kaya, Necati Çankaya ve Yaşar Erarslan'ın aylık olarak düzenli bir araya gelip sanat, edebiyat, siyaset ve kent üzerine yaptığımız sohbetlerden ortaya çıktı. Hiç ara vermeden iki yıl boyunca her ay düzenli buluştuk. Zaman sınırlaması koymadan fikirsel olarak deyim yerinde ise uçabildiğimiz kadar uçmaya çalıştık. Tartışmalarımızdan lezzet aldıkça daha çok konuştuk ve yorumladık. Başlangıç için dost sohbeti idi fakat sonradan bunu bir sistematiğe kavuşturduk. Zamanla bazı fikirleri tüketip yaşadığımız kente dair neler yapabileceğimizi tartıştık. Açıkçası siyasetin verili durumundan çok sıkıldığımızı farkettik.Kamplara bölünmüş,adeta gettolaşmış ve kimsenin başkasına dair empati dahi yapmadığı herkesin kendini en haklı gördüğü kasvetli ortamdan çok sıkıldığımızı fark ettik. En son seçimler bu reel siyasetten uzaklaşma fikrimizi biraz daha pekiştirdi.Dolayısıyla içinde bulunduğumuz kente dair sorumluluk duymamız gerektığıne bununla yetinmeyip Beylikdüzü için bir şeyler yapmamız gerektiği kanaatine vardık. Beylikdüzü Kent Yurttaşlığı kavramı buradan çıktı. Kent yurttaşlığı yaşadığı kenti önceleyen, onu önemseyen, öne çıkaran birazcık siyaset üstü bir yaklaşım biçimi. Dolaylısıyla kentin sorunlarına duyarlılık gösterme adına, üzerine gelişmiş bir fikir. Yurttaşlık kavramı Antik Yunan'da Sparta’dan bu yana kullanılan bir kavram. Yurttaş olmanın sorumlulukları var. Biz Kent yurttaşlığı ile hem yurttaşlık haklarımızı hem de kente dair beklenti ve sorumluluklarımızı tanımlıyoruz. Biz bunun yanında kent yurttaşlığı kavramını kullandık ama bugün birçok kelime kullanılıyor. Bununla ilgili kent inisiyatifi, kentin uzlaşısı, kent ittifakı kullanılıyor vesaire. Biz bir siyasi parti olmadığımız için kent yurttaşlığı kavramını kullanmaya karar verdik. Bir kent fetişizmi yaratmadan kente karşı duyarlı olma hali diyebiliriz.
Nedir bu kent yurttaşlığı kavramı?
Bu şudur; rahatsızlık meselesinden gidelim. Birincisi Türkiye’de siyaset iki temel eksen üzerinde sıkışmış durumda. Malumunuz Cumhur İttifakı, Millet İttifakı var. Dünyada da buna benzer kutuplaşmalar var fakat Türkiye’de daha farklı ve daha sert. Asla birbirine benzemeyen birbiri ile hiç alakası olmayan, birbiri ile ne programatik ne felsefik ne de ideolojik olarak yan yana gelmeyen bir sürü siyasi partinin farklı farklı gerekçeler ile yan yana dizildiği ucube bir ittifak meselesi. Cumhurbaşkanının “kimin elinin kimin cebinde belli değil” dediği hikâye bizce eksik ama doğru bir tanımlama. Bu işi bu hale ben getirdim deseydi teşhis çok daha doğru olurdu. Şöyle düşünün Sayın Kılıçdaroğlu aday oldu. TİP ile Yeşil Sol ve Zafer Partisi aynı yere oy verdi. Sayın Erdoğan aday oldu Milliyetçi Hareket partisi, DSP, Hüdapar aynı kişiye oy verdi. Bu biraz bizim ülkemize özgü. Siyasetin anti Erdoğanizm üzerinden zehirlendiği, muhalefetin aslında bütün bir sistemini anti Erdoğanizm üzerinden kurduğu, burada da müthiş bir körelmenin yaşandığı bir durumla karşı karşıyayız. Aslında fikirlerin ve ideolojilerin tarihsel serüveni vardır. Her ideoloji aynı zamanda kendi külliyatını oluşturmuştur. Yani sosyalizmin, komünizmin, kapitalizmin diyelim ki milliyetçiliğin vesaire. Tarihsel serüvenleri var. Bu ülkede bütün hikâye sanki insanlık tarihi bütün bunların hepsini yaşamamış gibi bir anti Erdoğanizm etrafında buluşma hikayesi, birinci sıkıntı bu. İkincisi fikir, düşünce ve ideolojik olarak bu yaşanılan kamplaşmada herkes kendi mahallesine gömülmüş durumda. Bu mahalleye gömülme olayında da kimse kimseyi anlamıyor. Yani basit birkaç soru soruyoruz Ülkücü fikriyatın hiç mi haklı tarafı olamaz? Ya da sosyalist ve komünistler hiç mi haklı olamaz? Ya da Türkiye’de İslami fikriyatının hiç mi haklı tarafı yok? Ya da Alevilerin, Kürtlerin, Ermenilerin hiç mi haklı tarafı yok? Veya Türklerin hiç mi haklı tarafı yok? Liberaller ölmeli mi?Dolayısıyla herkesin bir başkasının haklılığına kendisini bu kadar kapattığı, sadece kendi haklılığı üzerinden, kendi doğruları üzerinden birbirini ötekileştırdiği çatışmalı bir durum ile karşı karşıyayız. Bu toplumun siyasetin çok fazla radarına girmesine, toplum siyaset ilişkisinde siyasetin her şeyin belirleyicisi olmasına yol açıyor.Karnını doyurmak,iş bulmak,ticaret yapmak,gündelik sorunları çözmek siyasetin tezgahına bağlı hale gelmiş durumda. Halbu ki toplum siyasetten çok daha değerli bir bileşke ve çok daha dinamik. Çok kültürlü çok sesli,çok inançlı ve çok etnisiteli. Hal böyle olunca siyaset hapşırdığında toplumun hastalanmasına yol açıyor. Halbuki toplum siyaset ilişkisinin bu kadar iç içe olmaması lazım. Siyaset toplumu yönetmek için iddia sahibi olabilir. Ama asıl olan toplumun günlük hayatta ve siyasi yarışma bittiğinde kendi hayatına dönüp yaşamına devam ettiğinde siyasetin bu kadar domınant olmasına izin vermemesi lazım.Şimdi bu aynı zamanda yerel yönetimleri de hasta eden bir durum. Yani bütün bir toplumun dışında yerel yönetim, kentler, kenti yönetenler aynı şekilde genel siyasetin bu kaotik ortamından etkileniyor. Hem kenti yönetenler hemde buna paralel kentler de payına düşeni alıyor. Kentler yorulmuş durumda. Sonuç olarak temsili demokrasi demokrasi pratiğinin en ucuz haline dönüşüyor.Sen ver oyunu gerisini merak etme biz senin adına hallederiz. Kusura bakmayın ama ülkemiz halledilmiş kentler mezarlığına dönüşmüş durumda. Bu artık bize yetmiyor ve sıkıldık bu işten.
Kent yurttaşlığı birlikteliğiniz yerel yöneticilerinden neler talep edecek veya nasıl ilerleyeceksiniz?
Şöyle, özü itibari ile kimseden somut, soyut, tekil herhangi bir talebimiz yok. Biz bir çerçeve çizmeye çalışıyoruz. Kurmaya çalıştığımız çerçeve şu; önce kent ile neden ilgiliyiz? Çünkü şöyle bir durum var. Biz sabah kalkıp evimizden çıktığımızda adımımızı ilk kente atıyoruz. Yaşadığımız kente atıyoruz. Hayatımızda bizi ilk karşılayan şey yaşadığımız kenttir. Bu anlamda kenti yönetenler ile o kenti yaşayanların önceliklerinin siyasetten farklı olarak şekillenmesi gerektiğinin bilincine varmak. Yani kente dair bir duyarlılık. Bunun içinde kent yöneticilerine diyoruz ki ‘siyasetin içerisinde bu kadar boy göstermenize gerek yok.’
Kenti yönetenlere 'sizi gerçekte kim aday yapıyor ve toplumun önüne koyuyor? Ahalinin benimsemediği yöntemle dar bir grubun çıkarlarına hizmet eden anlayışları sorguluyoruz.
Kentle kurduğunuz ilişki, kentte yaşayan yurttaşlar ile kurduğunuz ilişki, kente duyduğunuz saygı, kent için ürettiğiniz şeyler mi sizi tekrar bir kentin başına getiriyor ve seçilmenize sebep oluyor? Yoksa aslında o kentin belli lobilerinin oluşturduğu, bunun siyasi parti merkezlerinin koridorlarında kurdukları ilişkiler ve bu kısır döngü üzerinden mi kent yöneticisi seçiliyor? Yani bir meclis üyesi hangi yöntemler ile seçiliyor? Bir belediye başkan adayı hangi yöntemler ile seçiliyor? Belediye başkan yardımcılıkları hangi yöntemler ile seçiliyor? Bu hikâyenin cevabına göre açıkçası bir belediye başkanının ya da meclis üyesinin kentin kendisi tarafından ya da kentte yaşayan yurttaşlar tarafından seçilmediğini gösteriyor. Burada şöyle bir soru soruyoruz biz. Kaç tane belediye başkanı siyasi partisini bir kenara bıraktığında belediye başkanı olabiliyor? Veya tekrar seçilebilir? Maalesef bir elin parmakları kadar az örnek var. Aklıma il gelenler: Yakın tarihte dürüstlüğü, mütevazi yaşamı, cesareti ve kent için ürettiği hizmetlerle gönüllerde taht kuran İzmir’in efsane belediye başkanı İhsan Alyanak, Ankara’da yapıları, yolları, parkları, meydanları, göbekleri, camileri ve benzeri pek çok işinin ötesinde, insana ve topluma bakışı, coşkusu, devrimci duyarlılığı, halkçı, emekten yana politik seçimleri ve belediyeciliğe kattıkları ile “Ben bu kentin anasıyım” diyerek bir belediyecilik tanımı yapan Vedat Dalokay, Fatsa’da karşısında tüm siyasi partilerin aday çıkarmasına rağmen, bağımsız olarak girdiği seçimde açık ara önde kazanarak, kentin yıllardır çözülemeyen sorunlarını dokuz buçuk ay gibi sürede çözen ve kenti orada yaşayan halkla beraber yönetmenin pratiğini ortaya koyan Terzi Fikri (Fikri Sönmez), Şanluurfa'da “Ceketimi Koysam Kazanır” gibi üstenci nobran bir dili ve anlayışı yerle yeksan eden Fakı Baba var. Türkiye’de kent modellemesi ile ilgili bir sıkıntı var. Söylediğim gibi müspet örnekler çok az. Mesela, Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen. Bir kenti yeniden oluşturmak, bir kenti yeniden dizayn etmek konusunda. Bir de kısmen Beypazarı’nda Mansur Yavaş’tan bahsedilir. Oradaki yaptıklarından bahsedilebilir. Bunu dışında Türkiye yerel yönetimler tarihinde oturup üzerinde bir yeni kent yaratmak konusunda sayabileceğimiz maalesef fazla isim yok. Türkiye’de siyaseti belirleyen lobiler, katmanlar ne ise bunlar ile ilişkili yerel yöneticilerin kentle olan bağını kestiğini düşünüyoruz. Belediye başkanları veya yerel yöneticiler bir kenti iyileştirmek yerine kendisini iktidara getirene yeniden onun ihtiyaçlarına cevap vermek üzere enerji sarf ediyor.
2 yıldır olgunlaştırdığınız bir düşünceyi nereye kadar taşımayı düşünüyorsunuz?
Şöyle söyleyelim, bu oluşum reel siyasete mesafeli duracak. Biz kentle ilgili meselede siyaset üstü bir konumda durmak istiyoruz. Bu bir STK’ya mı, vakıfa mı akademiye mi evrilir bunu bilmiyoruz. Açıkçası bununla ilgili hiç tahminimiz yok. Biz sadece şunu yapıyoruz adaylar üzerinde kentin çıkarları için baskı oluşturmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda samimi olarak düşüncelerimizi insanlarla yüz yüze paylaşıyoruz. Şimdi de düşüncelerimizi basın yoluyla topluma yavaş yavaş duyurmaya çalışıyoruz. Uzun soluklu bir yola çıktık. Bunla ilgili bir kurumsallaşmaya gidebiliriz ama kurumsallaşmanın çatısının nasıl olabileceğini daha tartışmadık. Fakat siyasetin kendisine bulaşmayacağız. Biz kentli olarak kalmak istiyoruz. Kente karşı duyarlılıklarımız ile kalmak istiyoruz. İkincisi de kimse ile bir şeyin pazarlığını yapmıyoruz, kimse ile bir al ver ilişkisi kurmuyoruz. Bizim tam da cepheden karşı çıktığımız şey bu. Biz diyoruz ki ‘al- veri bırakın’ bize kent için ne yapacağınızı söyleyin. Yani basit bir soru soruyoruz, mevcut belediye başkanımız içinde söylüyoruz. Diyoruz ki; yaşadığımız kentte bu güne kadar ne kadar alan kent yurttaşlarının ihtiyaçlarına ve günlük yaşamlarına ayrılmış? Ne kadar yeşil alan yurttaşların elinden alınıp, sermaye geliri adı altında ranta çevrilmiş? Ya da belli bir gruba verilmiş. Kentin yeşil alanları konuta çevrildiğinde veya iş merkezlerine çevrildiğinde bundan kentin yoksulları, kentin orta halli insanları ne kadar faydalanıyor o kentin burjuvazisi bu ranttan ne kadar faydalanıyor.Eğer bahse konu yerel yönetici sosyal demokrat belediyecilik yaptığını iddia ederse biz bu soruyu iki kere sorma hakkımız doğuyor.
Veya bu kararlar alınırken bu kişileri kim denetliyor?
Sanıyorum ki Sayıştay denetliyor herhalde. Ama toplumun denetlemediği kesin. İşte onun için bizde şunu söylüyoruz, bu siyasetin, bu karmaşanın içerisinden biz yukarı doğru çıkıp kente dair duyarlılık geliştirmek istiyoruz. Ben size çarpıcı bir örnek vereyim ve belki sizin gazeteniz aracılığı ile bu tartışmayı da yaygınlaştırmış oluruz. Kendi aramızda yaşadığımız bir tartışmadır. Türkiye’de fenomenleşen bir kadın vardı. Muhalefetin de üzerinde çok tepindiği bir hikâye. “Erdoğan’ın g...n kılı olurum’’ diyen bir kadın. Biz bu kadının durumu ile ilgili de kendi aramızda çok tartıştık. Biliyorsunuz Ak Parti tabanını aşağılamak için bu sözleri çok kullanıldı. Bir kadın üzerinden yapıldığı için hiç hoş değildi. Fakat kimse kadının sosyolojisini hiç incelemedi. Biz buna şöyle bakıyoruz, büyük ihtimalle dezavantajlı bir yurttaştı. Belki AK Parti'nin herhangi bir ilçe örgütü veya bir üyesi bu kadının hayatına dokundu. Sonra bu kadın kendi kültürel birikimi ne kadarsa, eğitimi ne kadarsa bunun üzerinden doğal bir refleks ile bir pozitif elektrik yakaladı ve cumhurbaşkanına bağlılığını bu sözler ile ilan etti. Ve bu bugün anti Erdoğanizm üzerinden şekillenen toplum bu söz üzerinde sürekli tepindi. Aslında bir aşağılama konusu haline geldi. Şimdi ben sizin aracılığınız ile şunu söylüyorum. Bizim gibi okumuş, yazmış, kitap okumuş, üniversite mezunu, iş insanı, belli bir entelektüel birikimi olan, toplumun aydın diye kabul ettiği birçok kişi cumhurbaşkanı adayını yetersiz bulduğu halde gidip oy bağlılığını ilan etmedi mi? Birçok kişi kendi belediye başkanına, sokakta, mahallede küfür edip sonra seçimde aynı belediye başkanına oy vermiyor mu? Bunların hepsi kallavi insanlar. Bunlar söz söyleme yeteneği olan insanlar. Analiz yapabilenler ve kendi hayatında, kendi başlarına kararlar alabilen insanlar.Bir kadının kendi dünyasında birine dair kurduğu duygusal bağ üzerinden tepinmek hiç ahlaki gelmiyor. Doğruluğuna yanlışlığına bakmadam söylüyorum.Bizce kadın son derece samimi. Yoksul bir kadının böyle bir cümleyi kurmasını bizim anlamamız lazım. Empati yapmamız lazım. Bu kadının neden bu sözü söylediğinin sosyolojisinin bulmamız gerekiyor ve biz anlayabiliyoruz. Fakat okuyan yazan çizenlerinde günün sonunda nerelerin kılı olduklarına bakmaları lazım. Beğenmediğin siyasetçiye başkaları üzerinden korkutularak oy verme mecburiyeti garabetinden kurtulmak lazım. biz 2 yıl boyunca bu konularda kendimizi sorguladık ve bu sonuçlara vardık.
Farklı bir bakış açısı...
Felsefe yapmıyoruz.ülkemizin fotoğrafını çekmeye çalışıyoruz. Ben size söyleyeyim birileri bize izah ederse bizde seviniriz. Birbirleriyle taban tabana zıt partilerin bir araya gelip aynı kişiye oy vermesini kimse bize siyasal kimlik, ideolojik kimlik ile ideolojik perspektif ile, ilkelerle, tutarlılıklar ile açıklayamaz. Anti Erdoğanızm dediğimiz tam da budur. Bu Türkiye siyasetinin geldiği nokta ve ucubeliği ile ilgili mesele. Bu aslında ilkesizliktir. Hem Millet hem de Cumhur ittifakı bileşenleri için aynı şeyi söylüyoruz. Yani bu taşınabilir bir şey değil. Şimdi herkes bir yere sorgusuz sualsiz dahil olmuş durumda. Herkes durduğu yerin bir felsefesini yapabiliyor ve gerekçelerini bize açıklayabiliyor. Fakat bizim bir farkımızın olması gerekiyor. Onun içinde biz şöyle diyoruz; kafayı kırmışız. İşin gerçeği bu. Beylikdüzü kentlileri olarak burada yaşayan yurttaşlar olarak bize sunulana razı gelmeyeceğiz. Hepimizin zihni açık, hepimizin yaşı belli bir noktada, biz bu hayatı deneyimledik, Hayata ve kentimize dair biriktirdiklerimiz var. Size verdiğimiz röportajda olduğu gibi konuşabiliyoruz, görebiliyoruz ve söz söyleyebiliyoruz. Bunun içinde siyasi patiler, siyasi parti mensubiyetleri, bu kamplaşma, bu gettolaşma, bu mahallelere bölünme şeyine biz çok net bir şekilde hayır diyoruz. Dolayısı ile içimizde siyasi parti mensubu olan arkadaşlar varsa siyasi partilerinden ihraç bile edilebilirler. Herkes bunu göze almış durumda. Biz bir duruş sağlamaya çalışıyoruz, kente dair. Bütün yaşadığımız kaygı kente dair. Net olarak genel siyaset ile yerel yönetimlerin bu kadar iç içe girmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Kent yönetmenin genel siyasete göbekten bağlı olmaması gerektiğini kendine özgü bir alan olduğunu düşünüyoruz. bu alanı doldurabilecek, taşıyabilecek kendi kentindeki bütün kültürel mozaiği koruyabilecek, temsiliyetini sağlayabilecek, kent mimarisini, kent sosyolojisin, kenti bir bütün değerlendirip, birlikte karar verebileceği kent gelişimini böyle sağlayabileceği bir yapı istiyoruz. Başarabilir miyiz, başaramaz mıyız bilmiyoruz ama bunun böyle olması gerektiğini düşünüyoruz. En önemlisi belediye başkanının özgür olmasını istiyoruz.
Meslekleriniz nedir? Ne iş yapıyorusunuz? Nerelisiniz?
Bize çok kişi bu soruları soruyor.ne iş yaptığınıza nereli olduğunuza bakarak bir yargıya varmak istiyor. Anlıyoruz.öğrenilmiş çaresizlik durumu. Beylikdüzülü ve İstanbullu olduğumuzu söylüyoruz. Mesleğimizin ne olduğunu ne iş yaptığımızı kimseye söyleme gereği duymuyoruz. Bunu önemsemiyoruz. Bizimle ilişki içinde olan insanların mesleklerimiz ve statülerimiz üzerinden, bir yargıya varmalarını istemiyoruz.Söylediklerimizin bir anlamının olmasını daha çok isteriz. Onun için bizi fikir işçisi gibi düşünebilirsiniz.Bir yönüyle mesleksiziz biz. Kendimizi öyle tanımlıyoruz. İkincisi biz hiçbirimiz hiçbir yere aday değiliz. Dervişane bir hareket diyebilirsiniz. Dervişane bir birliktelik diyebilirsiniz. Kente dair her şeyi isteyebiliriz. Kendimize dair hiçbir şey istemeyiz. Bizim temel sloganımız da bu. Yaptığımız bir çok görüşmede insanlar 'siz bu kadar iyi olamazsınız' diyor. Yani siz bu kadar iyi ve kendiniz için bir şey istemiyorsanız mutlaka bir hesabınız vardır diye bakıyor.Onlara şunu söylemek isteriz, biz kendimiz ve kentimiz için iyilik yapabiliyoruz siz yapamıyorsanız aramızda ki fark bu olsun. Dolayısı ile kendimize dair bir şey istemeden devam etmek istiyoruz.
İstediğniz kriterlerde bir aday ve ekip ortaya çıkmazsa ne yapacaksınız?
Hiç olmasa yanlışa ortak olmamış oluruz ve bu anlayışta olanlarla da mücadele deriz. Yanlış olanın ne kazananı nede kaybedeni bizi ilgilendirmiyor.
BİZE DERVİŞANE BİR HAREKET DİYEBİLİRSİNİZ
Bu oluşumunuz bir dernek değil, vakıf değil, siyasi parti değil. Bu tür oluşumlarda üç kişiyi geçtikten sonra, bu toplantıların resmiyete dönüşmesi gerekiyor. Beraber hareket etmek zorlaşabilir. Bu sorunu nasıl aşmayı düşünüyorsunuz?
Toplumun bu tarz kurumlaşma bolluğundan çok sıkıldığını düşünüyoruz.Biz bu konuda yaklaşık olarak 2 yıl boyunca 300'e yakın görüşme yaptık. Sadece kendimiz ve yakın dostlarımızla değil kendimizin dışında da 200-300 şahsiyetle Beylikdüzü’nde veya farklı ilçelerde bu fikirler etrafında tartışmalar yürüttük. Bazen tekil, bazen yüz yüze, bazen yazışarak, bazen gruplar halinde. İkincisi bu dönemde biz Ak Parti'nin belediye başkan aday adayları, AK Parti ilçe başkanı, Beylikdüzü'nün mevcut belediye başkanı Sayın Murat Çalık, Dem Parti, Türkiye İşçi Partisi, DEVA Partisi, Beylikdüzü Sosyal Demokrasi Derneği ile görüşme yaptık. Kuşkusuz kabul ederlerse Saadet, Gelecek ve İyi Parti ile de görüşme yapmayı düşünüyoruz. Aynı zamanda bu kentin ileri gelenleri, kente dair fikri olanlar ile de şahsi olarak görüştük. Bütün bunların sonucunda oturacağız, seçimlerden sonra nasıl bir yol alacağımıza karar vereceğiz.
DOĞRULUĞUMUZA GÜVENİYORUZ
Kente dair istediklerinizi karşılamak için nasıl bir yol izleyeceksiniz? Elinizde bir güç var mı?
Savunduklarımızın doğruluğuna güveniyoruz. İkincisi, bu iki yıllık süreç içerisinde görüştüğümüz bütün insanların bizim söylediklerimize pozitif bakmasına, buna omuz verebileceklerini söylemelerine güveniyoruz. Yani herkes, hepimiz günün sonunda bir kurtarıcı bekliyoruz. Biri gelsin bizi derlesin, toparlasın, kurtarsın. Bakın biz de bu toplum içerisindeki birer birey ve yurttaşız. Kimse gelip bizi kurtarmak için bir şey yapmadı. Yani biz kendimiz bir araya geldik ve kentimize dair daha iyi şeyler olsun diye fikir ürettik, düşündük ve buralara kadar getirdik. Ben sadece kalabalıklar üzerinden oluşmuş bir gücün geçerli olduğunu düşünmüyorum. Yaşadığınız kente dair söylediğiniz sözlerin hakiki olmasının yanında da sözlerimizin bir gücünün olması gerektiğini düşünüyoruz. Aslında kimi etkileyip kimi etkilemediğimiz bizim sorunumuz değil. Bu sorun kenti yönetmeye talip olanların sorunudur. Neden? Mesela ben şuna gerçekten inanamıyorum. Bir belediye başkanı; aslında kendisinin nasıl seçildiğini, nereden onay aldığını, bu onayın bedelinin ne olduğunu, bunu geriye dönük nasıl ödeyeceğini, bunun için kentten bu beklediğini nasıl alacağını, nasıl geri bildirimde bulunacağını çok iyi biliyor. Yani bir yerel yönetici yaşadığı kente bu haksızlığı nasıl yapabilir? Yani bir kentin kültürel mirasını, mimari yapısını, kentiı tahrip edip bütün bunun üzerinden kendisinin bu kenti yönetebilir ve seçilebilir hale getirmenin bedelini nasıl bu kente yükleyebilir? Şöyle yapması gerekmiyor mu? Maliyetsiz bir şekilde bu bedelin altına girmeden, bu yükü kendi sırtına ve kendi vicdanına, kendi ahlakına yüklemeden, kent ile doğru bir ilişki, kentte yaşayan yurttaşlar ile doğru bir ilişki kurarak bunu maliyetsiz bir şekilde gerçekleştiremez mi? Niye bu yol tercih edilmiyor? Çünkü, hepimiz biliyoruz, bu yol zahmetli bir yol. Meşakkatli bir yol. Sizin sabahtan akşama kadar toplum ile ilişki kurmanız gerekiyor. Toplumu dinlemeniz gerekiyor. Daha öncede söyledik.Ülkemizde şöyle bir kolaycılık var. bize deniliyor ki ‘verin oyu, gerisini biz hallederiz’. Yaklaşım bu. 'seç beni, gerisine karışma.Bu anlayış her şeyin sarpa sarmasına sebep olmuş durumda.Şu konuda son derece gerçekçiyiz.Biz bunları konuştuk,düşündük,yazdık diye kimse mahallesinden gettosundan koşarak gelip bize sarılmayacak. Bunu bilmemize rağmen hiçbir şey yapmayıp evimizde oturmaya niyetimiz yok. Biz zincirlerimizi kırmaya çalışıyoruz.Umarım kentlilerimiz biz anlamaya çabalar.