Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Parçalı bulutlu
9°
Ara
Damga Gazetesi Gündem Meral Akşener: 2010 referandumu 15 Temmuz’u getirdi

Meral Akşener: 2010 referandumu 15 Temmuz’u getirdi

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Halk TV’de yayınlanan Liderler ile Bayram Sohbetleri programında gazeteci Özlem Gürses’in sorularını yanıtladı. Akşener, "Sayın Emine Erdoğan’ın da sayın Hayrunisa Gül’ün de, sayın Selvi Kılıçdaroğlu da bu cumhuriyet projesinin eseriyiz" dedi.

Okunma Süresi: 7 dk

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, "Bir köyde doğacaksınız, 3 sınıf birlikte okuyacaksınız, öyle bir sınavdan geçeceksiniz ki üniversiteden mezun olup akademisyen olacaksınız. Bu imkanı bana veren bu cumhuriyet. Bu sistemin içinde Sayın Emine Erdoğan’ın da sayın Hayrunisa Gül’ün de, sayın Selvi Kılıçdaroğlu da bu cumhuriyet projesinin eseriyiz" şeklinde konuştu.
Akşener'in açıklamalarının satır başları şu şekilde:
 
"Bizim laiklik ilkesi yıllardır tartışılır"
Benim çocukluğumda ve genç kızlığımda dindarın da daha sekülerin de milli bayram diye kabul edilen o bayramlara karşı derin bir saygısı vardı. Benim babamın babası Rumeli'nin önemli hocalarından, din alimlerinden birisi müderris ama mesela bize öğrettiği şey şu; Yeme haram, söyleme yalan” “Kıl beşi, kurtar başı” yani ne demek istiyorum: Şimdi herkesin kendi işini yaptığı bir Türkiye’ye ihtiyacımız var. Bizim laiklik ilkesi yıllardır tartışılır. Kimler tartışır? Din adamları tartışır, siyasetçiler tartışır. Ama hukukçu tartışmaz. Laiklik esasında bir hukuk kavramıdır. Şimdi Ankara Barosu ile Diyanet İşleri Başkanı arasındaki polemikte gördük ki esasında inanan dindar insanları da korur laiklik yani ne demek istiyorum? Kavramların uzun yıllardır Türkiye'de içi boşaltıldı. Hep bu konunun uzmanı olmayanlar tartıştı ve gelinen nokta böyle bir şey. Hukuk normlarının da insanların taleplerine ve ihtiyacına göre şekillendiği günü geldiğinde ihtiyaca göre değiştiği hukuk sisteminde de işte laikliktir esas olan, laikliğin olmadığı bir demokrasiyi götüremezsiniz.

"Kavram istismarı"
Bugünün siyasetçisine baktığınız zamanda yani Türkiye'de hep kavramların istismarı söz konusu olmuştur. Fakat o kavramlar bir zamanlar en azından estetik, zarif incitmeden istismar edilirdi. Kavram istismarı diye siyasette bir kavram vardır. Burada ise çok çirkin bir istismar dili oluştu. Önce kavramlar üzerinden. Bu çok rahat konforlu bir hayat. Korkuyla burayı korkutursun, sonra burayı korkutursun. İki tarafı da korku üzerinden hiçbir şey yapmasan oy verilir. Bu konfor alanını belli grupların, belli siyasetçilerin bırakmadığını gördük. Şimdi aşağı yukarı yani tarihi belki 15 yıldır özür dileyerek söylüyorum pis bir dil hakim oldu siyasete.

"Hiç beklemediğim bir tepkiyle karşılaştım"
Devletimizi yönetenler diyor ki; “Londra'dan bize saldırı var. Ekonomimizi göçertmek istiyorlar” buna yönelik nasıl bir tedbir alınması gerekir? Birlik ve beraberlik ben de dedim ki Sayın Erdoğan'a yani şimdi dijital teknoloji hayatımızda bir memleket masası kuralım. Tek tek saydım yani Sayın Bahçeli'yi de Sayın Kılıçdaroğlu'na diğer arkadaşlarımız da tek tek saydım.  İster tek tek ister bir arada o bilgisayar ekranında o fotoğrafı Londra'ya, Amerika'ya dünyaya verelim birlik beraberlik açısından; “Bas müminin dalına, gör ondaki imanı” Hiç beklemediğim bir tepkiyle karşılaştım. Sayın Bahçeli'nin tutumu, Sayın Erdoğan’ın yani AK Parti Genel Başkanı adına Sayın Ömer Çelik'in açıklamalarını izledim ve gördüm ki aslında bu konfordan memnun arkadaşlar. Yani hem birlik beraberlik denilip hem de o birlik beraberliği gösterecek o fotoğrafı oluşturmaktan nasıl imtina ettiklerini ve nasıl çekindiklerini çok çirkin sözlerle gördüm.

"2010 referandumu 15 Temmuz’u getirdi"
Siyasetçi olmaktan hiç pişman olmadım. Siyaset dediğiniz şey aracısız hizmet alanı. Siyaset bana ülkemi tanıttı. Ben siyasetten önce 43 ülke gezdim. Ülkemi sadece Marmara ve Ege’den ibaret sanıyordum. Şimdi bütün ilçeleri en az 2 kere görmüş, bir sürü yerde dostluklar kurdum. Bende bir çelebilik yarattı. Ben Bitlis’i ayrı severim. Referandum öncesinde gittim, eşim de benimle geldi. Oturduk, DYP döneminin il başkanı geldi. Bir abi-kardeşsiniz orada. Eşim sana, sen siyaseti hatasız yapmaya çalışıyorsun, ama şımardın sen orada dedi. Sanki şehirden köye misafir götürmüş gibiydin dedi. 2010 referandumu zamanı Muş’a gittik, Muş, Bitlis, Siirt’ê gittim. Ben özel talep ettim oralara gitmeyi. Hayır için çalışacağım. 2010 referandumu 15 Temmuz’u getirdi. Esnaf ziyareti yapıyoruz. Baba kasada, oğlu da tezgahta. Ben çok coşkulu biriyim. MHP’nin il başkanı da şaşırdı o halime. Baktık eşarplarda PKK’nın renkleri var. Ben DYP’deyken gitmişim, bana bir eşarp hediye edip fotoğraf çekmişler, kasadan çıkarıp gösterdi. Dedi ki, gittiniz ve gelmediniz, bizi bıraktınız. Kalbimi delip geçti o sözler. Dolayısıyla ne demek istiyorum ülkemin her ilçesinde her şehrinde birebir tanıdığım dostum ahbabım olan insanlar oluştu. Seçmenle kurduğunuz dostluk bağı sizi partilileriniz karşısında onure eder

"Ön saflarda yer alan bir politikacıydım"
Kadın olmak aslında siyasetin başlangıcında bir avantajdı. Çünkü çok gençtim 37 yaşında başladım. Daha böyle bir koruyucu, kollayıcı bir yapı vardı. Hiç bu dönemdeki kadar bugünün iktidarının oluşturduğu atmosfer gibi bir çirkinlikle karşılaşmadım. Ben cinsiyetinin özne yapıldığı hiçbir kelamla kelime ile cümle ile karşılaşmadım. Hep çok eleştirilen bir politikacı olmuşumdur o dönemlerde ama hep siyasi argümanlar üzerinden eleştirildi. Eylemlerim söylemlerim üzerinden eleştirildim ama hiç cinsiyetimin özne yapıldığı, ailemin devreye konduğu babamın annemin bunlarla hiç karşılaşmadım en fırtınalı zamanlarda bile. O günün medyasıyla DP dövüşüyordu, bilerek seçtim bir kelime bildiğiniz dövüşüyordu. Ben de ön saflarda yer alan bir politikacıydım. Ama eşimin ağabeyimin böyle çok baş aktör olduğu bir politik hayatım yoktu. O günün medyası siyasi argümanlar üzerinden lime lime etmiştir zaman zaman da kendime haksızlık olarak gördüğüm bir sürü şey olmuştur ama Allah var ailemin hiçbir ferdinin özne yapılmadığını biliyorum.

"Bana en ağır gelen 16 Nisan 2017' referandumudur"
Benim hayatımın bana en ağır gelen gecesi 16 Nisan 2017'deki referandum sonucudur. Çünkü bugünün böyle olacağını öngörmüştüm. Bakın ben 28 Şubat’ı yaşadım. 7 Haziran seçimlerinde 2015'te namusum şerefim üzerinden çok çirkin pis bir iftira ile karşılaştım. Bunlar beni çok üzdü gerçekten çok üzüldüm ama bu başka bir şey. 16 Nisan 2017 referandum sonuçlarını bir kara gün olarak tanımlama nedenim sizler için ve bugün gelinen nokta. Burada keşke ben haksız çıksaydım; haklı çıktım.

"Erdoğan’ın yerinde olsam ne yaptık da İstanbul’da kaybettik diye bakardım"
Ben MHP’deyken sayın Bahçeli’den uyarı almadım. Meclis Başkanvekiliyken ilk gündem dışı sözü ben verdim. Hatta Sayın Demirtaş grup başkanvekiliyken neden gündem dışı söz verdiğimi sordu. Ben kuralcı biriyim. İç tüzük, size bu hakkı tanımış ama sizin de bu hakkı kullanırken sorumluluklarınız var. Gündem dışı konuşmaya Bakan cevap vermek zorundadır. Gündeme getireceğiniz şey seçmenin derdi olmalı. Ben bu kuralı beğenmiyorum deme hakkınız var ama değiştiremezsiniz. O zaman Selahattin Demirtaş, ben hukukçuyum siz İngiliz demokrasisi tarzındasınız demişti. Sistemi kırmızı kuvvet-mavi kuvvet üzerinden belirlerseniz, seçim kazanırsınız ama sevgiyi kaybedersiniz. Ben ANAP’a hiç oy vermemiş biriyim. Ben üniversitede hocayken Özal vefat ettiğinde bir otobüs dolusu farklı görüşlerden hoca birleşip cenazeye gitmiştik. Kutuplaştırıp seçim kazanabilirsiniz ama bir gün birisi bir strateji belirler ve seçimi kazanır, siz kaybedersiniz. İstanbul’un kazanacağına muhtemelen benim kadar inanan olmamıştır. Şahsen çok çalışmıştım. Bağcılar benim seçim bölgemdir. 31 Mart’ta CHP’lier, AKP’liler, hiç HDP’ye oy vermemiş Kürtler oy vermedi. İstanbul’da insanlar hoyratlıktan, korkutulmaktan, parmakla gösterilmekten bıktı. Biz çalıştık ama ben Erdoğan’ın yerinde olsam ne yaptık da İstanbul’da kaybettik diye bakardım.

"Memleket Masası bir bayram masası olabilirdi"
Memleket masası meselesi anlaşılmış olabilse; o elin uzatılması Sayın Erdoğan'ı AK Parti Genel Başkanlığı’ndan hepimizin Cumhurbaşkanı olmaya taşıyacak bir adımdı. Keşke anlaşılabilseydi. Çevrilmek yerine alet etmek yerine düşünülebilseydi ama ben anlıyorum ki, mesele yurt dışına birlik beraberlik fotoğrafı vermek falan değil. Derinleştiren ihtilaf sahalarını, bir de darbe üzerinden dövüş, darbe üzerinden konuş, seçmenini darbe üzerinden konsolide etmeye çalış ve ama bu kimsenin işine yaramıyor. Sayın Erdoğan'a da yaramıyor yaramayacak.

"Hala beni arayan AKP’liler var; biz düşman değiliz."
Hala beni arayan AKP’liler var. Biz düşman değiliz. Siyaseti biz sevgi ve saygı üzerinden kurmalıyız. Çok ağır sözler gelince kafayı da çevirmezsiniz. Rasyonel bir bakış açısı gerekir. En fırtınalı dönemlerde aileleri, karakterleri, mahremiyet içeren hiçbir kelimem olmamıştır. “O bana bunu dedi” “Ben sana şunu dedim” üzerinden siyaset yapamayız. Ama çok ağır çirkin sözler söyleyip de kafayı da çevir oda insanlıkla insan olmakla ilgili problem yaratır. Onun için temel rasyonel soğukkanlı bir bakış açısı ile ve öznenin Türk milletinin olduğu, insanlarımızın olduğu bir bakış açısı siyaset yapılır.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *