Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Açık
10°
Ara
Damga Dünya İddialı sözler

İddialı sözler

   Mustafa Bekaroğlu ile aramızdaki anlama ve anlaşılma çabasını hedefleyen yazıya bu kez maddeler halinde devam ediyorum. Ancak bu yazılarımı salt Bekaroğlu’na bir cevap olarak değil, bu vesileyle konuları biraz daha detaylandırıp düşüncelerimi genel olarak ifade etmeye çalışacağım. Böyle olunca da yazı epeyi uzadı ve ikiye bölmek zorunda kaldım. Köşe yazılarında arkası yarın şeklinde bir devam olamaz ama bazı durumlar için okuyucunun anlayışına sığınıyorum. 

Okunma Süresi: 4 dk

   Mustafa Bekaroğlu ile aramızdaki anlama ve anlaşılma çabasını hedefleyen yazıya bu kez maddeler halinde devam ediyorum. Ancak bu yazılarımı salt Bekaroğlu’na bir cevap olarak değil, bu vesileyle konuları biraz daha detaylandırıp düşüncelerimi genel olarak ifade etmeye çalışacağım. Böyle olunca da yazı epeyi uzadı ve ikiye bölmek zorunda kaldım. Köşe yazılarında arkası yarın şeklinde bir devam olamaz ama bazı durumlar için okuyucunun anlayışına sığınıyorum. 
***
   1) Bekaroğlu’nu tanımıyorum ama o kendisinden (dini konular için) “Bendeniz bu konuda okyanus gibiyim” diyor. Doğrusu iddialı ve şaşırtıcı sözler; biraz alçakgönüllülük dilerim. 
***
   2) “Okyanus gibi bir bilgi birikimine sahip olduğunun beyan eden cümlesinin devamında “Ancak görülüyor ki Hüseyin Şengül, din olgusuna ‘metafizik’ hatta hiç kusura bakmasın önyargı ile yaklaşıyor.” diyor. Bir cümlede iki yanlış. Metafizik, felsefenin temel bir disiplini/kolu olup bir deryadır. Grek felsefesinin temeli, doğa felsefesi ve metafiziktir. Ancak orta çağ ile birlikte kilise ve kimi filozoflar metafiziğin etimolojisinde kayma yaratarak, epistemolojisi ve soyutlama alanını daraltarak teolojiye indirgediler. Dolayısıyla varlık sorununu maddi/madde olmayan dünyanın ötesinde, duyularla kavranılamayan ‘şeylerin’ ifadesi için metafizik kavramı, felsefeye bu şekilde yerleşti. Bütün dinler, metafizik alana ait olup metafiziğin ana konusudur. Bu husus ‘iyi’ veya ‘kötü’ gibi bir değerlendirmeye tabi tutulamaz. Yani dinler metafiziğin alanına/konusuna girer demenin iyi veya kötü ile ilgisi yoktur. İtirazınızın böyle bir intibaından kaynaklandığını sanıyorum.
*** 
   Din konusunda hangi önyargılarla davrandığımın açıkça ifade edilmesini, adının konulmasını isterdim.  
***
   3) Bekaroğlu, Prof. Aziz Sancar’ı kastederek “Gerçekten hak ederek ve dalavere yapmadan Nobel almış bir tane bilim adamımız var…kutluyorum kendisini. Ancak; Nobel almış hiçbir eser bile ‘oku’ diye başlamaz. Çünkü bu Kuran’a ait.” diyor  
***
   Hak ederek ve dalavere yapmadan Nobel almak ne demek? Bu cümle, Nobel ödülünün hak etmeyenlere ve dalavere yapanlara da verildiği anlamına gelir ki, bu iddianın dayanakları nedir? Hem Nobel’i böyle suçlayacaksınız hem de onun bir    Türk bilim insanına verilmesine sevineceksiniz. 
***
   Ayrıca Nobel ödüllü bir kitap niye ‘oku’ diye başlasın ki? Anlamsız ve gereksiz! Kuran’ın böyle başlamasının koşulu ile Nobel eserlerini karşılaştırmaya tabi tutmak ve buradan hareketle Kuran’ın üstünlüğüne vurgu yapmak, doğrusu anakronik ve çok şaşırtıcı!
***
   4) “Aslında bu emperyalist güçler, yer üstü ve yer altı zenginliklerimizi sömürürken birde tahrif edilmiş muhafazakar Yahudilik dogması buldular. Arz-ı mev’ud, yani Yaudilere vaat edilmiş toprak anlayışı.” diyen Bekaroğlu, neyin tahrif edilmiş olduğunu nereden biliyor? 
*** 
   Emperyalizm 100 yıllık bir olgu. Vaadedilmiş toprak mevzuu ise, takribi 3 bin yıllık. Açın Tevrat’ı (Eski Ahid), kitabın ana fikirlerinden biri, Kenan / Filistin illerinin İsrailoğllarına / Yahudilere Tanrı’nın vaat ettiği topraklar olduğu işlenir. Elbette bu durum, İsrail’in işgalciliğini haklı kılmıyor. Ancak Yahudiler o topraklara gökten gelmediler. O bölgeler Filistinlilerin de İsraillilerin de vatan topraklarıdır! 
***
   Ayrıca Osmanlı’nın 1850’li yıllarda o bölgede yapılan ilk nüfus sayımlarından bu yana, Filistin coğrafyasındaki Yahudi nüfus, Müslümanlardan biraz daha fazla. Tabi ki 1945’lerden sonra çok sayıda Yahudi, İsrail’e göç etti. Bu ek bilgiyi, sanki    Osmanlı döneminde orada Yahudi nüfus yoktu gibi bir yanlışı düzeltmek için yazdım. Demek ki bu mesele bir emperyalizm uydurması ve Yahudi dogması değil.  
***
   “Bu vaadedilmiş topraklar bizimde yirmi küsur ilimizi kapsıyor” diyen Bekaroğlu’na birtakım uyduruk haritalara bakarak fikir oluşturmamasını öneririm. Kimi mahfillerin öyle onlarca haritası olabilir. Bunun önemi yok. Kim gelip alacaksa, alsın bakalım! Hangileriymiş bu yirmi küsur il. Böylesi uyduruk söylemlerle reel politika oluşturulamaz. Olsa olsa kitlelere gaz verilir. 
***
   Bu İsrail meselesine bir Müslümanlık-Yahudilik karşıtlığı üzerinden bakanlar, başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinin İsrail ile ilişkilerin kesmesini önersin ve bu doğrultuda politik kitle baskısı oluştursunlar. Yeter artık 50 yıldır aynı plağı dinlediğimiz! Hükümete söyleyin! Hem ne oldu şu Mavi Marmara meselesi? Kim gitti tekrar ilişki kurdu? Bir tarafa dönüp ajitasyon çeker gibi konuşulacak, diğer tarafa dönüp ticari ve askeri ilişkiler artırılarak devam ettirilecek. Yani kitleler gaza getirilecek, gazı alınacak; bir yanıyla da mevcut duruma devam denilecek! Sonra bütün bu olanlar İslam dünyasının ayağa kalkması olarak lanse edilecek!
***
   Filistin ve İsrail tarafında barışı savununlar vardı ve bunlar (Enver Sedat, İzak Rabin) tarafların dincileri ve milliyetçileri tarafından öldürüldü! 
***
   İsrail’in işgalciliğine karşı nasıl politikalar üretilir, doğrusu bu karmaşık ve spesifik bir sorun ve ben bunu pek bilmiyorum. İşin bu kısmına ilişkin yazacaklarım ahkam kesmenin, laf kalabalığı yapmanın ötesine geçmez. Bu da en hafif deyimle ayıptır! Ancak Filistin-İsrail sorununu din matrislerinin dışında bir eşitlik, hak ve adalet esasıyla ele almak ve barış dilinden şaşmamak gerekir. Bunun ilk şartı da İsrail işgalciliğine karşı tavır almaktan geçer.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *