Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Orta şiddetli yağmur
16°
Ara
Damga Yerel Haberler 'Çerkes Sürgünü' sonun başlangıcı

'Çerkes Sürgünü' sonun başlangıcı

Beylikdüzü Belediyesi ile Çerkes Kültür Evi Derneği’nin Çerkes Ulusal Kıyafet Günü dolayısıyla düzenlediği “Çerkes Kıyafetleri’nin Zamanda Yolculuğu” temalı programa katıldım.

Okunma Süresi: 7 dk

Beylikdüzü Belediyesi ile Çerkes Kültür Evi Derneği’nin Çerkes Ulusal Kıyafet Günü dolayısıyla düzenlediği “Çerkes Kıyafetleri’nin Zamanda Yolculuğu” temalı programa katıldım. Yaşam Vadisi’nde gerçekleşen ve Çerkes Kültür Evi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Çötok ile Kafkas Dernekleri Federasyon Başkanı Yaşar Aslankaya'nın da katıldığı programda Çerkes ulusal kıyafetlerini giydim. Bunun gibi birçok aktivitede Beylikdüzü’nün bir merkez olma noktasında her zaman yanlarında olacağımızın altını çiziyorum.

Çocukluğumun geçtiği köyümdeki Çerkes Mezarlığı isimli yeri üniversite yıllarında sorgulama imkanına kavuştum. Ve Büyük Çerkes Sürgünü ile karşılaştım. 1864 yılında Çarlık Rusyası tarafından sürgün edilen ve Çerkesler için 'sonun başlangıcı' olan o büyük ölüm yolculuğu. O yolculuktan geriye kalanların ise Trabzon'daki en büyük mirası Çerkes Mezarlığı...

Köyüm, bir çocuk için ideal bir yaşam merkezi gibiydi. 
Karadeniz dışında göremeyeceğiniz, siyah kumlu uzun bir sahili vardı. Kumsal kadar, başını denizin içlerine sokan kayalıklar bizler için özel dizayn edilmişti sanki. Türlü akrobatik hareketlerin finali, denize en güzel atlama yarışı ile biterdi.
Deniz kıyısındaki bu köy, benim çocukluğumun ikinci köyü. Ailemin buraya taşınmasından önce daha yükseklerdeki Cevizli köyünde yaşardık. Aslında tarımı orada öğrendim. Fasulye, patates, domates vb.
Tütün ile Sera’da yani yeni köyümde tanıştım. İsmini dereden alan yeni köyüm Karadeniz’in nadir bulunan düzlük alanlarından birine sahipti. Mikro iklimi sayesinde de tarım için çok elverişli imkânlar sunuyordu. 


2 bin kişi yaşıyordu


Şimdi ki adı Yıldızlı olan köyüm Sera, geniş tarım alanlarına rağmen sadece 2000’e yakın insanı barındırırdı. Köy, Trabzon ile Akçabaat’ın tam ortasında kalıyordu. Ahalisi çalışkan, kabiliyetli ama daha da iyisi neşeliydi. 14 aylık emeğin ürünü olan tütünü yetiştirmek için de tüm bu özelliklere ihtiyaç vardı zaten. Köyün içinde 2 ırmak geçerdi. Belli ki kendine has iklimi nedeniyle tüm canlılar için ideal bir yaşam merkeziydi. Çünkü pek çok hayvanı köyümde tanıma imkânı buldum. Minik bir kuş cenneti de sayabilirim Sera köyünü. Karatavuk, Dirvana ve Rusya’dan koca Karadeniz’i uçarak geçen bıldırcınlar. 
Bıldırcınlar aslında uzun menzil uçucular değildir ama büyük kayıplarına rağmen Karadeniz’i uçarak geçmekten de vazgeçemezler. Bu yorucu yolculuk Karadeniz sahilinde noktalandığında, binlerce bıldırcın artık yorulmuş olurdu. Eylül ayı başlarında hafif çiseli günlerde yağmur gibi tarlalarımıza dökülen bıldırcanlar hala gözümün önüne gelir. Bir de geceleri ellerinde adına’ lüküs’ denilen fenerlerle kolayca bıldırcın yakalayan ahali…
Köyümün öne çıkan karakterleri de vardı. Bunlardan biri de balıkçı Adil Ağa idi. Oranın efsanesi olmuştu artık. Tam da evimizin önündeki küçük yalıda bordo mavi kayığı ile en verimli balık avlarını o yapardı. Tüm Karadeniz’de olduğu gibi hazır cevaplılığı ile de meşhurdu. Hiç unutmam rahmetli dedem Hac vazifesinden yeni dönmüş ve konu komşuya ikram edilmek üzere Zemzem suyu getirmişti. Adettendir zemzem kıbleye dönülerek içilir. Balıkçı Adil Ağa öyle yapmadı. Zemzemi tam aksi istikamete, yüzünü Karadeniz’e dönerek içti. Ahalinin "Yav, yanlış yöne bakıyorsun Adil Ağa, kıbleye dön. Dağa doğru dön, güneye doğru dön." Seslenişlerine aldırmadan suyu içti ve döndü. "Valla, ben, onu bunu bilmem. Benim kıblem denizdir." dedi.
Karadenizli bir balıkçıya yakışmıştı bu söz. Allah rahmet eylesin. Trabzon denince, düzlük alan vardı denince kuşkusuz köyümüzün futbol aşkından bahsetmeden olmaz. Bir tanesi köyün biz çocuklarının keşfettiği alan olmak üzere, futbol maçlarının yapıldığı 3 bölge vardı. Öyle sıradan maçlar sanmayın. Buralardan Türk Milli Takımı’na kadar yükselen oyuncular oldu. Size bugün asıl anlatmak istediğim şey işte bu üç alandan biri olan bir yer…


Takımımızın adı Çerkesspor


Halk arasında adı; Çerkes Mezarlığı. Burası aslında geniş bir mera. Köy ahalisi bir araya gelmek için bu alanı kullanıyor. Çoğu zaman futbol maçları burada yapılıyor. Öyle ki bizim kendi aramızda kurduğumuz takımın adı bile Çerkesspor.
Mavraspor, Çatırdağıspor, Söğütlüspor ve biz: Çerkesspor
Köyümden ayrılalı uzun yıllar olmasına rağmen Çerkesspor tezahüratları, Çerkez Mezarlığı ismi hiç aklımdan çıkmadı. Çocukken sorgulamak aklıma bile gelmezken üniversite yıllarımda bölgeye ve yöreme olan merakım beni çok sevdiğim Çerkes Mezarlığı adının nereden geldiğini sorgulamaya itti.



Büyük Çerkes Sürgünü


Evet, Kafkaslar’daki o acı göçü okumuştum.
O göçe neden olan olayları da. 
1763-1864 yıllarındaki Rus-Kafkas savaşları, tarihin en kanlı savaşlarından biri olarak kayıtlara geçti. 101 yıl süren savaşlarda 500 binden fazla Kafkasyalı hayatını kaybederken, savaş sonunda yüz binlerce Çerkes ana vatanını terk etmek zorunda kaldı. 21 Mayıs 1864’de Soçi yakınlarında Kbaada Vadisi'ndeki savaş Çarlık Rusyasının galibiyetiyle sonuçlanırken, Çerkesler için de "sonun başlangıcı" oldu. Çarlık Rusyasının nüfus politikası çerçevesinde yaklaşık 1,5 milyon Çerkes, Tuapse, Soçi ve Sohum gibi liman kentlerine toplanarak başta Varna, Samsun, Sinop ve Trabzon olmak üzere Osmanlı topraklarına sürüldü. Ancak sürgün sırasındaki yol şartları, salgın hastalıklar, açlık gibi nedenlerden dolayı, resmi olmayan rakamlara göre 400 bin ila 500 bin arasında Çerkes hayatını kaybetti. Bu acı olayı okudukça insan gerçekten ürperiyordu. Ben biliyorum ki Çerkesler mücadeleci insanlardı ve o insanların Anadolu’ya hatta daha güneye Orta Dogu’ya, Lübnan’a, Mısır’a kadar yayılışı, işte bu göçler sebebiyle olmuştu. Tam da Osmanlı Tarihi’nin bu sayfalarını karıştırdığımda gördüm ki Trabzon’da ciddi bir trajedi yaşanmış. Sadece Karadeniz’e kurban verilen insanlar değil, zor hayat koşulları nedeniyle meydana gelen salgınlar da çok sayıda ölüme yol açmış. Hatta o dönemde Trabzon Valisi Emin Muhlis Paşa, Osmanlı padişahı tarafından soruşturmaya tabi tutulmuş ve görevden el çektirilmiş. Sebebi, zamanında ilaç tedariki ve tıbbi müdahalelerin yapılmaması. Daha sonra İstanbul’dan gelen bir komisyon müdahaleleri yapmıştır.
Tutanaklarda okuduğum kadarıyla Trabzon’a yakın mesafelerdeki bir takım sahil bölgelerindeki köylere ve o kıyılara toplu mezarlıklar şeklinde birçok insan defnedilmişti. Çünkü ölüm sayıları on binlerle ifade ediliyordu.  Bu acıyı, bu büyük trajediyi okuyunca hafızamda başka bir şey canlandı. Neticede benim köyümde Çerkes yoktu. Benim köyümde Çerkes kökenli kimse yaşamıyordu. Ama bir meranın adı, Çerkes Mezarlığı idi ve orada biz top oynuyorduk. 
Belki de bu Çerkes Mezarlığı diye üzerinde top oynadığımız yer, 154 yıl önce yaşanan bu trajedide bir toplu mezarlık olabilir miydi? 
Olabilirdi.


Tam anlamıyla ikna olmadım


Bu araştırılmalı, mutlak bu yönde tetkikler yapılmalı. Bu arazinin bir bölümünde devlet okulu yapıldı. Soruşturdum, “Acaba hafriyatında bir takım kalıntılar çıktı mı?” diye. 
Verilen bilgiler çıkmadığı yönünde oldu. Yine de tamamen ikna olmuş değilim. Bu alan, gerçekten tutarlı ve ciddi bir araştırmaya tabi tutulmalı. Yıllar boyu ağızdan ağıza bu alana Çerkes Mezarlığı denilmesinin arkasında bir gerçek olmalı diye düşünüyorum. Ve kuşkusuz bu ciddi araştırmayı yapmanın hem hayatını kaybedenlerin anısına saygı, hem de Türkiye’deki milyonlarca Çerkes’e karşı sorumluluk olduğunu düşünüyorum.


Çerkesler Karadeniz balığı neden yemiyor?


Evet, keşke bu tespit yapılsa ve acı olayların yıldönümlerinde burada hayatını kaybeden kurbanlar için anmalar yapılsa. Batı Karadeniz’de Kandıra – Karaağaç bölgesinde bildiğim kadarıyla Çerkes yurttaşlar anma yapıyor.  Binlerce insanın yaşamını kaybettiği Karadeniz’in doğusunda ise böyle bir anmanın olmamasını da anlayamıyorum. Çerkes Mezarlığı sadece bir alan adı ise bile, Anadolu'nun bugünlere gelmesinde büyük emekleri olan Çerkes kökenli vatandaşlarımızın böyle bir anmayı hak ettiğini düşünüyorum. Sorumluluk makamlarında oturanların artık bu konuda harekete geçmesini arzularım.
Karadeniz ne yazık ki Çerkesler adına acı anılar bırakmış, kara bir deniz.
Çerkeslerin hafızalarında silinmez izleri var. 
Mesela Karadeniz balığı yemezler. 
Burada görev daha çok Karadeniz’e düşüyor. Büyük trajediyi  ve çocukluğumdaki  Çerkes Mezarlığı üzerindeki anlarımı birleştirdikçe mutlak Trabzon’da yetkililerin buraya bir anıt yapması gerektiğine inanıyorum. Bu dünyada büyük insanlık trajedileri yaşanmıştır. Ama Karadeniz’in balığını yemeyen Çerkesler’in bu sürecinin, mutlaka gelecek nesiller tarafından öğretilmesi gerekiyor. İnsanlığın büyük göçlerle büyük yer değiştirmelerle hayatlarını kaybederek bu sürecin oluşturacağı büyük trajedilerin bir daha yaşanmaması adına, geçmişle ilgili bu hafızalarımızın mutlak taze tutmamız gerektiğini düşünüyorum. 
Ruhları şad olsun.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *