Belki benimde fotoğrafta gördüğünüz sert mizaçlı, yas tutar gibi hep sakallı biri görünmemin yanında kalbi, gönlü, duyguları olan sizin gibi bir insan olduğumu anlamınız için..
Ve yaşama bakışımı, onu nasıl yorumladığımı fark etmeniz için..
Evet biraz da beni de anlatan, dünya hayatına akışımı sağından, solundan, ucundan ve her satırından ortaya koyan bu yazımda bugün yaşamı biraz anlatacağım, anlamayanlar için..
Şimdi sorayım..
Yaşam dedikleri bazen hırçınca, bazen sakince yatağında akan suya benzemiyor mu?
Ve yol alırken bu süreçte bazen bir çakıl taşına, bazen paçasına yapışan bir yosuna takılmaz mı yaşam denen olgu?
Önüne çıkan çakıl taşını sevgilinin saçlarını, ya da saten vücudunu okşarken geçen yaşam denen olgunun önünü kesip, paçasından tutunmak isteyen yosuna da hayat verdiğini anlatamaz demi?
Hedefi belli olmayan, nerede duracağı bilinmeyen yaşamın aslında aktığı yatağında bazen U dönüşleri ile bazen de tüm hırçınlığı ile geçip, giderken asıl hedefinin içinde kayıp, olup gideceğini bile bile daha büyük denizleri oluşturma, tusinamilerin dans ettiği, keskin dişleriyle ünlü köpek balıkların kendisini beklediği anlamadan o okyanuslara kavuşma arzusunu da belli etmez yaşam dediğimiz şey..
Yada anlamaz, anlamak istese de inat ve onca hatadan ders almadan yeni hatalar eder ve sen olmasan da deyip, hep homurdayan gönlünü olduğu gibi kendisini de, onu sevenleri de yakacak olan yanardağın zirvesine ulaşma arzusu ile ve ‘yenilerini bulurum’ umuduyla anlamsızca kanat çırpar yaşam denen olgu..
Bazen kapısına, kalbine, gönlüne, kollarına kadar gelen geminin önemini anlamaz, yelkenleri dökülmüş, kürekleri kırık, delik sandalı tercih eder, o ucu bucu olmayan okyanuslara açılmak ister yaşam denen ve her geçen saniyede tükenen diğer adı hayat olan şey..
İşte budur yaşam ve hayat denen şey..
Ve kimi zaman beklenmedik anda kalp kapını çalanla, kimi zaman hayatını alt üst eden duygular yaşatanla geçirdiğin yaşamın ölümsüz olmadığını, değerini kavrayıp, anlamayız da..
Sorgularız, mız mızlaşırız.. Ve hem kendimizi yorar hem de içinde bazen sağa, bazen sola yani kıvranarak yol aldığımız yaşamı kendimize zehir eder, durup durduk yerde sorun yaratır, bir günaydın yada iyi geceler dileği ile güzelleştireceğimiz yaşamı ters düz ederken karşıdakinin yaşamını, duygularını ve yaşantısını da felç ettiğimiz anlamayız..
Yorar, üzer, kıskanır, belki de bundan zevk alırız..
Ama kendisinin aktığı o su yatağına benzeyen yaşam denen yolda yeni yaşamlar için tüm gücüyle tersten yüzüp, çıktığı zirve yolunda bazen bir Ayı’nın keskin dişlerine yem olur, bazen de yukarıda beklenmedik anda ok hızıyla gelen Kartal’la birlikte nefes aldığı sudan çekip, çıkarılıp, ölüme doğru yol alan Alabalık gibidir yaşam..
Bazen zifiri karanlığa gömülür, bazen gök kuşağı aydınlığında renklenir, bazen de yeter bu kadar dedirten ve nefesini kesen olaylara şahit eder seni yaşam denen olgu.
Kimi zaman adı aşk, kim zaman zulüm olur, kimi zaman da ‘çile bülbülüm, çile’ şarkılarını dinletir..
Ve o yaşam denen şey yeri, zamanı geldiğinde virgülü kaldırıp, noktayı koyman gerektiğini anlatır yaşanması gerekenleri yaşadın diyerek..
İşte benim yaşama ve yaşananlara göz yaşlarını belli etmemek için direnen ve bunu için yağmurların camını ıslattığı küçük bir pencereden yaşama bakışım..
Peki, bunları yaşayan, yaşatanlar anlar mı anlatmak istediğim yaşamı ve yaşananlara bakışı mı?
Onu da direnip, yaşayarak son virgülü kaldırdığımız gün koyduğumuz noktaya bırakalım..