Buenos Aires’ten feribotla geldiğimiz ilk yer, ülkenin en eski şehirlerinden biri olan Colonia del Sacramento. Bu sevimli şehir UNESCO tarafından dünya mirası olarak ilan edilmiş. Yemyeşil, huzuru hissettiren bu yeri ilk gördüğümde kendimi üzeri çiçeklerle dolu bir ağacın altına attım, ama 'İşte yaaa budur' diyerek... Zaman burada duruyor.
Dar ve sevimli sokaklarda yürürken dikkat çeken ilk şey; yürüyen, oturan, yüzlerinden mutluluk akan insanların, ders çıkışı yapmış olan çocukların hepsinin elinde metal bir şişe olmasıydı. Bunun ne olduğunu merak ettim. Mate çayı imiş ve burada en çok tüketilen içecek bu.
Bir de küçük bir sokakta onlarca asılı kilit vardı. O da, orada yaşayan insanların aşklarının sonsuz olmasını dileyerek astıkları kilitlermiş.
Colania'yı Portekizliler kurmuş
Uruguay, İspanya tarafından kolonileştirilmiş. Fakat, Colonia şehri Portekizliler tarafından kurulmuş. Burada, buraya ilk gelen Portekizlilerin ve İspanyolların torunları yaşıyor. 1930 yılında bağımsızlığını kazanan ülkeye, 1958 yılından sonra göçmen çekmek amacıyla kolaylıklar sağlanmış. Ve bu sayede orta Avrupa’dan gelip yerleşen nüfus artmış. Colonia’da nehir kıyılarında da yerleşim var.
Yüzde 40'ı inançsız
Uruguay, Güney Amerikanın en zengin ve refah ülkesi. Ana gelir kaynağı ise tarım. Buğday, soya fasulyesi ve mısır yetişiyor. Süt ürünleriyle de tanınıyor, özellikle peyniri ile...Bir diğer gelir kaynağı ise sığır yetiştiriciliği.
Son yıllarda turizmden de ciddi gelir elde etmeye başlamışlar.
Önemli nehirlerinden olan, Rio de Plato’nun üçte biri Arjantin sınırları içinde. Kalanı da, Bolivya, Brezilya, Paraguay ve Uruguay sınırları içinde. Resmi dilleri İspanyolca, para birimleri ise Uruguay Pesosu.
Uruguay adı yerlilerin dilinde 'Boyalı kuşlar' anlamına geliyor. Nüfusunun yüzde 45’i katolik, yüzde 40’ı inançsız olan ülkenin başkenti ise Montevideo.
Eşcinseller evlenebiliyor
Laf aramızda, yaşadıkları ülkeden kaçıp gitmek isteyenler boşuna bu ülkeye gelmiyor! Burada eğitim ve sağlık ücretsiz. Plajları, otoparkları, müzeleri halka açık ve ücretsiz. Öğrendiğime göre, savunma bütçesinin yaklaşık 20 katı büyüklüğünde eğitime bütçe ayrılıyormuş. Kürtaj serbest, eşcinseller evlenebiliyor. Herkes eşit.
Ve basın özgürlüğü konusunda ilk sıralarda yer alıyorlar.
Dans etmeyi ve eğlenmeyi seviyorlar.
Ülkede marihuana kullanımı serbest fakat satışı yasak. Evlerde saksı içlerinde bile yetiştiriyorlar. Eczanelerden satış yapılması konusunda yasa çıkartmaya hazırlanıyorlar.
Komşu ülkeleri Arjantin ve Brezilya ile ikili ilişkileri gayet iyi. Sadece futbol maçlarında,”iki ülkenin taraftarları birbirlerini öldürebilir”diye espri yapıyorlar.
Çevre çok düzenli, tertemiz
Dünyanın en güzel şelalelerinin burada olduğunun söylendiğini duyardım, ama bu kadar büyüleyici olabileceğini düşünmemiştim. Bu şelalerin adı 'IGUAZU.' Anlamı ise Güney Amerika’nın yerlileri olan Guarani dilinde 'Büyük su' demekmiş. Şelalere ulaşmak için, 67 bin hektarlık alanı içeren İguazu National Parktan geçmek gerekiyor. Park dediğime bakmayın, burası uçsuz bucaksız yemyeşil bir yağmur ormanı! Bunlara Cangıl ormanları deniyor. Dünya ülkeleri arasında yüzde 70 biyolojik çeşitlilik zenginliği olan ülkelerden 5 tanesi Güney Amerika’da bulunuyor. Yeşil alanların bozulmaması için sık örülmüş tellerle patika yürüyüş yolları yapılmış. Akşam saatlerinde park girişi kapanıyor. Çevre çok düzenli, tertemiz. İzleme teraslarında dahi, manzarayı yeşili kapatacak abes şeyler yok. Bastığınız yerin altında bile aşağıdaki bitkileri, canlıları görebiliyorsunuz.
Muhteşem renkli kuşlar
Parkın içinden geçerken inanılmaz güzellikte kelebekleri, papağanları ve adını hiç bilmediğim muhteşem renklere sahip kuşları görüyorum. Hayvanlar o kadar özgür ki, insanlardan ürkmüyorlar.
Burada puma, jaguar, tapir ve panter de yaşıyor. Bunlar arasında 'tapir' bana yabancı geldi o da, Güney Amerika’nın en büyük memelisiymiş.Yürürken her yerden gürül gürül çağlayan su sesi kulağa geliyor.
Aslan, kaplan çıkabilir!
Bu yolu yürümeye başladığımızda müthiş güzel bir yağmura tanık oldum. Bu kadar yeşillik barındıran bir yerde oluşan muhteşem kokunun tarifi imkansız!
Gezerken, 'Aslan, kaplan çıkabilir' levhalarını ve buna istinaden hız limiti levhalarını görebiliyorsunuz. Parkı geçip yürüdükten sonra tren gibi yanları açık araçlarla sizi şelalelerin olduğu yere götürüyorlar. Burada araç beklerken her yerde serbestçe dolaşan”Koaçi”isimli hayvanlar dikkat çekiyor. Sürüler halinde geziyorlar ve koruma altına alınmışlar. Bu canlılara karşı dikkatli olunması konusunda uyarı levhaları konmuş. Koaçi’ler insanların ellerinde bulunan yiyeceklere odaklanıyorlar. Bu sebeple görevliler ormanda denk geldiğiniz meyve türü şeyleri asla yememeniz gerektiğini belirtiyorlar. Çünkü bir Koaçi tarafından ısırılıp atılmış olabilir ve zehirlenme olabilirmiş. Bunun yanı sıra asla açık su içmemek gerekiyor. Tropikal bölgelerde sivrisinek yolu ile bulaşan Dang Humması (Dengue) virüsüne karşı da uyarıcı levhalar bulunuyor. Bu yüzden seyehate çıkmadan önce yanımızda getirdiğimiz sinek kovucu bileklerimizi takıp yürüyüşe çıkıyoruz.
Sular bile coşkulu akıyor
İşte karşımda o büyüleyici görüntüyle akan İguazu... Sular o kadar coşkulu akıyor ki, her taraftan gökkuşağı oluşturuyor. Tam 275 şelale var ve genişlik açısından dünyada 2.sırada. En yükseği 72 mt. Her saniye burada 1.4 milyon litre su akışı oluyor. Burası gerçekten görüp büyülendiğim yerlerden oldu. O anda zaman mı durdu, beynim mi algılarını yitirdi bilemiyorum. Suların aşağı dükülürken oluşturduğu gökkuşağının güzelliği anlatılır gibi değil! Bu kadar gökkuşağını başka nerede izleyebilirim hiçbir tahminim yok!
Bu arada, o akan suların fıskiye etkisi ile tepeden tırnağa ıslandığımızı da belirteyim.
Her şey ahşaptan
Zannetmeyin ki bu büyülenme burada bitti! İkinci büyülenmeyi konakladığımız otelde yaşadım. Büyük bir arazi içine inşa edilmiş her odaya bir çiçek ismi verilmişti ve odada bulunan her şey aynasına varana kadar doğal ahşaptan yapılmıştı.
Manzaraya bakan devasa bir banyo ki, o bile ahşap malzemeden yapılmış, tasarım lavabolar ve balkonunda bir hamak... Yani beni burda unutsalar, bıraksalar olur! Bu manzara ve yağmurun sesi nedeniyle, bir anda uykuya direnmeye başladım. Onca yorgunluğa rağmen...
Ara ara durup, bir süre sonra tekrar başlayan yağmur damlalarının yaprakraklara düşüş sesini bile hissedebiliyordum ve, ne bu sesi ne de bu huzuru kaçırmak istiyordum...
Buradan aklımda ve özlemimde kalan en müthiş his bu oldu bende.
Yerli kültürü çok farklı
Burada benim için farklı deneyimlerden biri de, kaldığımız otele çok yakın bir yerde, yerlilerin yaşadığı yerleri ziyaret etmek oldu. Bu arada yerli diyorum ama edindiğim bilgiler Uruguay’ın yerli halklarının soyunun, Avrupalılar tarafından ayrımcılık sebebi ile tükenmiş olduğunu gösteriyor. Buradakilerin melez olduğunu sanıyorum. O alana gittiğimizde, yalınayak top oynayan çocuklar vardı. Bir yerlerde ateşler yanıyordu ve yemekler pişiyordu. Bir yerli kadın kucağında minik bebeğiyle bizi karşıladı ve akşam saati misafir kabul edemeyeceklerini, ertesi gün gelebileceğimizi söyledi. Ortalarda yetişkin erkek yoktu ve biraz uzağa baktığımda erkeklerin büyük bir keyifle futbol oynadıklarını gördüm. Mutlulukla ve varlıkla ilgili düşüncelerimi yorum yapmadan kendime saklıyorum...
Montevideo eğlence merkezi
Buradan sonra sırada başkenti limankent Montevideo’ya geçiyoruz. Burası ülkenin kültür, sanat ve eğlence merkezi. Uzun ve geniş bir sahil şeridi var. Güney Amerika’nın her yerinde müzik var. Gittiğiniz her kafeteryada, restaurantta yemeklerin lezzeti dışında canlı müzik ve dans ön plana çıkıyor. Motevideo’da 'Candome' adı verilen bir dans ve müzik türü var. Afrika kölelerinden bugünlere ulaşmış.
Burada unutamadığım şeylerden biri ise sabaha karşı gökyüzüydü... Gözümü araladığımda kıpkızıl bir görüntü ile karşılaştım. Gökyüzü yanar mı? İşte burada yanıyordu!Kırmızı, turuncu, gri, mavi ve tonlamalarla rengarenkti ve gerçekten söylüyorum ki; bir eşini benzerini daha önce görmedim...Tabii ki ne yaptın derseniz, odanın penceresinden fotoğraf çekmeye doyamadım...
VE BREZİLYA
Ve şimdi şelaleri farklı bir ülkeden görmek üzere, 1985 yılında yapılan ve Kardeşlik Köprüsü olarak adlandırılan Brezilya’ya geçiyoruz. Sınırlı bir zamanımız var ve burada fazla kalmayacağız. İlk izlenimim, ülkede ciddi bir güvenlik sorunu olabileceğiydi. Çünkü; bizi Brezilya’ya geçirecek araçta şoför kabini camla kapatılmıştı. Yani, yolcularla sürücü irtibat kuramıyor.
Bu ülkeye çok sayıda turist geçiş yapıyor. Doğal taş satan dükkanlar oldukça fazla ve kahve çeşitleri sınırsız. Bir kahvesever olarak ne alacağını şaşırıyor insan bu durumda.
Yolsuzluklar ülkesi
Brezilya biraz da yolsuzluklar ülkesi. Dünyanın en büyük petrol şirketinin hükümete ait olduğunu ve son 15 yıldır ortadan kaybolan paraları olduğunu belirtiyorlar. (Hatta bir örnek verdiler; ABD’ye 550 milyon ödeyip, 1500 ödedik diyebiliyorlarmış.)
Burada et fiyatları ucuz. Dünyanın en büyük tavuk üreticileri de Brezilya’da.Ulusal içkileri ise 'Caipirinha' (kamprinya) denilen bir içecek. Şeker kamışı ve likör ile yapılıyor ve meyve suyu gibi tüketiyorlar. Her yemek yediğiniz restaurantta bu içecek ikram olarak sunuluyor.
Dans var, eğlence var
Bu üçüncü bülüm olan ve size anlatmaya çalıştığım Şili, Arjantin, Uruguay ve Brezilya duraklarını içeren gezim şimdilik bitti. Bu ülkeleri kısa da olsa biraz anlatmaya çalıştım.
Sonuç olarak en son şöyle söyleyebilirim; Dans var, eğlence var, doğa var, ücretsiz eğitim-sağlık var ve en önemlisi özgürlük var. Yaygın bir internet erişimi mevcut ve kafasına esen twitter, wikipedia kapatmıyor! Yaşadığı ülkeden başka ne beklentisi olabilir ki insanın?
Hayatımızda hep büyüleyici güzelliklerle karşılaşmak ve yaşamak umudu ile sevgiyle kalın.
Sevim Güney