Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Orta şiddetli yağmur
16°
Ara
Damga Yaşam Şili’den Arjantin’e uzanan yolculuk!

Şili’den Arjantin’e uzanan yolculuk!

Şili gezimize sevimli bir liman şehri olan Valparaiso’dan başlayacağım. Önce yolumuzun üzerinde bulunan Casablanka Vadisi ziyareti var. Vadi, Santiago’dan yaklaşık 90 dakika uzaklıkta. Vadinin üzüm bağlarını gezeceğiz

Okunma Süresi: 10 dk

Şili dünya da sofralık şaraplık üzüm üretiminde 9. sırada bulunuyor. Dünyaca ünlü Şili şaraplarının üretimi, vadide 38 bin hektarlık alanda yapılıyor. Üretim aşamalarını izleyip, şarap tadımı yapıp, fabrikayı ve bağları gezebilirsiniz

Sırada, Pablo Neruda’nın Pasifik Okyanusu kıyısındaki gemi şeklinde yapılmış evi Isla Negra var. Evi gördüğünüz anda Neruda’nın denize aşık olduğunu anlayabilirsiniz. Hatta yatağı bile odada çapraz bir şekilde duruyor. Bunun sebebi ise“Güneş başımın arkasından doğmalı, ayak ucumdan batmalı”demesinden...Pablo Neruda, her ne kadar edebiyatçı yönü ile ön plana çıksa da, politikanın içinde yer almış siyasi kimliği de olan biri. Salvador Allende’nin en yakın dostlarından...

Sevdiğiniz bir yazarın evini gezmek, eşyalarını incelemek, ifadesi zor bir his...O anda edebiyatçıya ait, geçmişte okuduğunuz şiirleri, yazıları zihninizde canlandırıp, bir de üzerine onun nasıl yaşadığı, neleri sevdiği konusunda gözlem yapmak sanki ruhsal olarak bazı şeylerin tamamlanmasına sebep oluyor. Mesela;“bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim/ şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu ve yıldızlar masmavi titreşiyor uzakta/ şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı/ bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim...” şiirini acaba gecenin bir vakti uyanıp, okyanusa bakan bu pencerenin önünden dalgalara bakarak mı yazmıştır? “Sevdim ben onu, o da beni bir ara”sözleri acaba hangi kalp kırgınlığına yazılmış dizelerdi?...

Yazmamak mümkün değil
Evi görünce insanın aklında şu cümle oluşuyor. "Bu evde yaşayıpta şair, yazar olmamak mümkün değil!" Evde, biriktirdiği deniz kabuklarının, cam eşyaların, dünyanın her yerinden gelen hediyelerin ve daha bir sürü farklı objenin kolleksiyonları var. 1971 yılında Nobel ödülü almış olan yazarın evindeki bar kısmında dostlarının her birinin adı yazılı. İşte orada hayranı olduğum Nazım Hikmet’in adını görmek benim için tarifsiz bir mutluluktu. Bu masa geçmişte kimbilir ne muhteşem sohbetlerin tanığı olmuştu...

Pablo Neruda ve Nazım
Pablo Neruda, yakın dostu Nazım Hikmet’i "biz onun yanında şair bile olamayız" sözleri ile övüyordu. Hatta onun ölümünden sonra yazdığı şiirde, duygularını şu sözlerle kağıda döküyordu; "Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum/ ve güney denizlerinde parıldayan soğuk ay ışığını/ halkların kavgasını ve benim kavgamı/ boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan.../ Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım sensiz/ senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden yoksun dostluğumuzdan, bana nimet olan/ rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle/ kuyu gibi kapkara zindanlardan zulümlerin, zorbalıkların, acıların, eziyetlerin izi vardı ellerinde / hınç oklarını aradım gözlerinde, oysa sen parıldayan bir yürekle geldin yaralar ve ışıklar içinde. Şimdi ben ne yapayım?” Neruda’nın diğer bir evi La Sebastiana, Valparaiso’da bulunuyor. Bu arada, yazar öldüğünde ülkede 3 gün yas edildiğini de belirteyim.

Sahili tsunami vurmuş
Valparaiso, Akdeniz iklimine sahip. Sabahları genellikle hava sisli. Feniküler ile tepelere çıkıp, şehri izlemek oldukça keyifli. Bir gün öncesi hafta sonu olduğu için sokaklar boş. Herkes geceden kalma... Burada 25 km'lik oldukça uzun bisiklet ve yürüyüş yolu var. Geçmiş yıllarda büyük deprem ve tsunamiler yaşandığından sahil kesiminde bulunan binaların hemen hemen hepsi yeniden yapılmış. Donanmaya ait birçok bina var ve kuzeye doğru liman genişletme çalışmaları var. Bu da demek oluyor ki, maalesef evlerin manzarası kapanacak...

Kutlama yapmaya geliyorlar
Valparaiso daha çok sanatçıların ve öğrencilerin yaşadığı bir yer. Buradaki liman, Panama kanalı açılmadan önce Güney Amerika’nın en önemli limanlarından biri olmuş. Ancak, Panama kanalının açılması ile önemini yitirmiş. Bu arada, yollarda deprem ve tsunami tehlikesi oluşması halinde toplanılacak yerlere yollardaki tabelalarla işaret ediliyor. İnsanı ürpertmiyor değil hani... Valparaiso casinoların, barların, cafelerin bolca olduğu bir tatil yeri. Buraya yılbaşını kutlamak için akın akın ziyarete geliyorlar. Havai fişek gösteriyle yapılan kutlamaların muhteşem olduğunu anlatıyorlar. En fakir insan bile o akşam bir oda tutup, balkonda şampanyasını yudumlarmış. Belki ileride bir yılbaşını burada kutlamak gibi hayali bir kenara koyabilirim değil mi?

sevim güney fotoğraf


Şehrin duvarları rengarenk
Valparaiso’nun sokaklarında insanı etkileyen 'grafiti' olarak tanımlanan o kadar çok duvar resmi var ki, sanki bir galeri geziyormuş hissi veriyor. Merdivenler, duvarlar rengarek... Hatta gelen ziyaretçilerin o kadar ilgisini çekiyor ki, bir duvar önüne sprey boyalar konmuş, herkes bu alanda resim yapabiliyor. Küçük sevimli kafelerde, restaurantlarda dinlenip, limanın ve kentin resimlerinin satıldığı küçük tezgahları gezerek, alışveriş yapabiliyorsunuz. Burası fotoğraf gezginleri için de harika bir bölge. Etrafta ucuz konaklama yapmak isteyenler için bolca hostel var.

Romantik şehir ve Arjantin
Şili’den ayrılıp, Arjantin’in başkenti Buenos Aires'e gitmek üzere, Santiago Havaalanı'ndan, yola çıkıyoruz. Uçak havaalanına inmek üzere alçalmaya başladığında, aşağıya bakarken çok renkli ve romantik bir şehire geldiğimi hissetmiştim. O kadar planlı ve ışıltılı görünüyordu ki... Buenos Aires’liler yarı İtalyan, yarı İspanyol. "Porteno" diyorlar kendilerine. Anlamı; "Limanda yaşayan" demekmiş. Bu yüzden de "Denizden doğduk" diye bahsediyorlar. Arjantin’in Şili, Bolivya, Paraguay, Brezilya ve Uruguay’a sınırı var. İspanyol ve İtalyan göçmenlerin torunları yaşıyor.

Şeritleri sayamadım
Buenos Aires’te ilk dikkatimi çeken şey caddeler oldu. O kadar geniş ki, kaç şeritli olduğunu sayamadım. Karşıdan karşıya geçmek bile tuhaf geldi. Trafiği, İstanbul’u hatırlatıyor. Metrolar epey kalabalık. Sabah saatlerinde yürüyüş ve koşu yapan çok insan var. Plajları olmadığından parklarda bikini ile güneşleniyorlar. En büyük parklarından biri olan Palorma parkının, kentin akciğerleri olduğunu söylüyorlar. Dev bir çiçek anıtı var. Özelliği ise güneş batarken kapanması, sabahları da yeniden açılması. Mimarı Eduardo Catalano.

arjantin gezi yazısı


Her işi ağır yapıyorlar
İnsanları çok rahat, her işi ağır yapıyorlar. Ulusal sağlık hizmeti var eğitimde ücretsiz yapılıyor. Arjantin de göç alan ülkelerden biri. Hatta bu sebeple bir otel yapılmış ve göç için gelenler burada bir hafta süre ile misafir edilebiliyor. Şiddetli ekonomik kriz yaşayan Arjantin’de kriz döneminden sonra ülkenin yarısı satılmış. Geceleri sokaklarda, parklarda yatanlara rastlamak şaşırtıcı değil. Güvenlik sorununun çok ciddi olduğu anlaşılıyor. Alt kattaki evlerin, dükkanların pencerelerinin hepsi korumalı. Sigara, içki satan ufak dükkanlarda ise küçük ve demirli pencere içinden ancak istediğinizi söyleyip alabiliyorsunuz. Çünkü, geceleri kapıları kilitli.

Meydanda toplanıyorlar
Buranın önemli meydanlarından biri olan Plaza de Mayo (Mayıs meydanı), 1977 yılından beri kayıp annelerin toplandığı yer. Bizim Cumartesi anneleri gibi onlarda, darbe sırasında kaybolan yakınları için perşembe günleri eylem yapmaya başlamışlar. 1976-1982 yılları arasında ülkede yapılan darbe ile, dinlerinin korunması bahanesi ve komünizm korkusuyla bir çok şey yasaklanmış. Bu doğrultuda, insanların gruplar halinde toplanmasına izin verilmemiş. Ancak bir gurup kadın, yasaklara rağmen kayıp 30 bin kişinin araştılması için 1977 yılında bu eylemi başlatmış. Olaylara maruz kalan diğer ailelerin de katılımıyla topluluk büyüyüp, yönetim normale döndüğünde kayıplarının araştırılmasını sağlamayı başarmışlar.

San Telmo orta sınıf
Kentin sembollerinden olan Obelisk (dikilitaş), 9 Temmuz Bulvarı üzerinde. Bu cadde dünyanın en geniş caddelerinden biri. Üzerindeki yazıda, Arjantin ulusal bayrağının 23 Ağustos 1812 yılında burada göndere çekildiği yazıyor. Kentin tarihi semtlerinden olan, San Telmo orta sınıf bir yer. Burada çok eğlenceli olan antika pazarının kurulduğu güne denk geldik. Çeşitli ürünler, dans ve çeşitli gösteriler sunanlar, müzisyenler tüm alanı dolduruyor. Çok sayıda kafe ve rertaurant var. Daha sonra, La Boca bölgesi var sırada. Burada bulunan evlerin cepheleri rengarenk ve gemi malzemelerinden yapılmış. Bunun sebebi de sanayi devriminden sonra gelen göçmenlerin, toprakla uğraşacak donanıma ve çalışkalığa sahip olmamasıymış. Bu nedenle gemilerde çalışmayı tercih etmişler. Bu evleri tersanelerde kalan malzemelerden yapmışlar ve tekne boyaları ile boyamışlar. Bölge olarak gece gezmek için güvenli değil. Burada gezilecek diğer yerler ise, 9 Temmuz Bulvarı, El kabildo ve Katedral.

arjantin gezi yazısı


Orada opera izleyeceğim
Ve işte hayallerime bir yenisinin eklenmesine sebep olan opera ve tiyatro binası, "Teatro Colon" Akustik olarak dünyanın 5 en iyi beş tiyatrosu arasında kabul ediliyor. Arjantin’in ulusal bayramı olan 25 Mayıs 1908 tarihinde Guiseppe Verdi’nin Aida operasıyla açılmış. Pavarotti’ye burada konser yapması için teklif yapılmış ama akustiğinin çok iyi olması sebebiyle kabul etmediğine dair bir şeyler duysam da, emin olmadığım için bu konuda kesin bir şey söyleyemem. Bina, 1910 yılında anarşik bir eylemde bombalanmış fakat inşaası yeniden yapılmış. 3 bin kişi oturma kapasiteli. Ayakta da 500 kişi izleyebiliyor. En üst katı daha az ücretle izlemek isteyenler için düzenlenmiş. O bölüme 'tavuk kümesi' diyorlar. Bina içinde çok çeşitli heykeller ve objelerle donatılmış. İçeriyi gezmek için gelenler, saat;10:00-15:00 arası 15 kişilik guruplar halinde alınıyor ve her bölümle ilgili bütün bilgiler, tiyatronun görevli rehberi tarafından dinlenebiliyor. Senin hayalin ne diye sorarsanız eğer, büyük harflerle ve en içten dileklerimle söylüyorum; "Ölmeden önce, bu tiyatroda bir gün opera izleyeceğim!"

Aşk, dans ve futbol
Bu ülkede en önemli üç şey var; Aşk-seks, dans ve futbol. Başka hiçbir şey fazla dikkat çekmiyor. Arjantin’in köklü futbol takımı Boca Juniers’ın güzel bir hikayesi var. Daha önce renkleri siyah-beyazmış. Fakat aynı renklerde başka bir futbol takımı daha olunca, buna çözüm aramaya başlamışlar. Diğer takım ile aralarında maç yapmaya karar vermişler. Maçı kazanan siyah-beyaz renklerin sahibi olacak. Boca bu maçta yenilmiş. Ancak takım, renklerinin ne olması gerektiğine bir türlü karar verememiş. Bunun üzerine limana gidip orada beklemeye ve ilk gelen geminin renklerini forma rengi yapmaya karar vermişler. Gelen İsveç gemisi olmuş ve sarı-lacivert renkleri takımlarının rengi yapmışlar. Dünyaca ünlü futbolcu Diego Maradona işte bu takımdan...

Eva Peron çeok seviliyor
Eva Peron, ülkenin tarihinde çok önemli ve sevilen bir isim. Çoğu yerde heykellerini görmek mümkün. Eva Peron, 1946 yılında Arjantin Cumhurbaşkanı olan Domingo Peron’un eşi. Domingo Peron, İşçi sınıfları içinde sevilen bir lider olmuş, ancak 1955 yılında askeri darbe ile devrilmiş. Uzun yıllar sürgün hayatı yaşamış fakat 1973 yılında yeniden ülkeye dönerek devlet başkanı olmuş. Yönetimde yer almasından bir yıl sonra hayatını kaybetmiş. Daha sonra, 3.eşi İsabel Peron devlet başkanı olmuş ama başarısız olunca 1976 yılında o da devrilmiş.

Ülkenin en güzel yerlerinden biri de Caminito sokağı. Adını bir tango parçasından almış. Rengarenk evler, sokak müzisyenleri ve gösterilerle çok canlı bir sokak. Dans eden insanlar, her yerden gelen müzik sesleri ve gösteriler ile burada zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor insan. Arjantin deyince akla ilk gelen şeylerden biri tango değil mi? Elbette akşam bir gösteri izlemek gerek diyerek soluğu La Playa restaurantında alıyoruz. Tango gösretisi, akşam yemeği yenip bittikten sonra başladı. Dançıların dikkatini dağıtmaması için de çekim yapmak yasak. Cep telefonundan görüntü ve video alabildim sadece. Sahne, herkesin rahat görebilmesi için biraz yukarıda kurulmuştu. Çiftlerin kıyafetleri ve kareografi çok şıktı.

Fahişelik endüstrisi gelişmiş
Tango’dan biraz bahsetmek gerkirse; Buenos Aires, Montevideo, Uruguay kökenli bu dans, aşk ve tutkunun dansı olarak biliniyor ama ortaya çıkışına sebep, yaşanılan derin acılar ve umutsuzluk olmuş. Sosyal haklara sahip olamamak, fakirlik, özlem, hayal kırıklıkları, duygusal boşluklar, bu dansın ortaya çıkmasını sağlamış.1800’lü yıllarda işçi sınıfından birçok insan, Fransa, İtalya, Macaristan gibi ülkelerden, Güney Amerika’ya gelmişler. Buenos Aires’e gelen göçmenler ile birlikte erkek nüfusunun artması, burada fahişelik endüstrisi yaratmış. Genelevlerde kuyruklar oluşmaya başlayınca, dışarıda bekleyen erkekleri eğlendirmek adına “TANGO” gösterileri yapılmaya başlanmış. Bu sebepten de yıllar boyu ahlaka aykırı bulunmuş. Dansın salonlara taşınması, 1920-1940 yılları arasında gerçekleşiyor. Gözlerinizi kapatıp bu müziği dinlediğinizde bile o melankolik duyguya kapılıp gidiyor insan. Kostümlerinden, kullanılan ayakkabılara kadar hem göze hem kulağa hitap eden bu dansın, fakir alt sınıftan ve genelevden çıktığına inanmak zor.

Son söz; Gezimize 'beni burda bırakın sonra unutun' dediğim başka bir yer ile devam edeceğiz. Şimdilik,

Sevgiyle kalın.

Sevim Güney

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *