Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Parçalı az bulutlu
15°
Ara
Damga Yaşam O bakış!

O bakış!

Dün, öğle suları... Seyir halindeyken aracıma arkadan sert bir şekilde çarpan araçta kaç kişi var diye düşünürken, doğal bir refleksle dikiz aynasından "O bakış"ı fırlattım ve akabinde hışımla bana çarpan araca doğru yöneldim. Aklıma, beş gün önce vurulan meslektaşım Ali Tarakçı gelince, paranoyaya dönüşen mesleki huzursuzluk, adeta sorgu sürecini başlatmıştı. 

Okunma Süresi: 3 dk

Dün, öğle suları... Seyir halindeyken aracıma arkadan sert bir şekilde çarpan araçta kaç kişi var diye düşünürken, doğal bir refleksle dikiz aynasından "O bakış"ı fırlattım ve akabinde hışımla bana çarpan araca doğru yöneldim. Aklıma, beş gün önce vurulan meslektaşım Ali Tarakçı gelince, paranoyaya dönüşen mesleki huzursuzluk, adeta sorgu sürecini başlatmıştı. 

-Silahın var mı?
-Ne silahı abi! - Sıkacak mısın?
-Ne sıkması abi! 
- Kimsin sen? 
-Perdeci. 
-Ehliyet, ruhsat var mı? 
-Yok. 
-Kimlik? 
-O da yok...Evde unutmuşum hepsini. 
-Nereye gidiyorsun? 
-Cuma'ya... 
-Bana niye vurdun? 
*  
Son soruya cevap yerine, sadece 'O bakış' vardı...
Öylesine şaşkın, boş, ifadesiz ve çaresiz baktı ki, ikna edici bir söz bulamayınca "Ne bileyim abi" dedi, geçiştirdi... 

Beş gün önce...Tarakçı'nın vurulduğu an... 

Tarakçı'ya peş peşe mermi yağdıran "vicdanlı vicdansız" tetikçi, asfalt betona çivilenmiş gibi kaldı. Kaçmakla, yardım etmek arasında gitti geldi. Ayakları kaçmayı tercih ederken, aklı, ruhu, vicdanı, hep geride, vurduğu adamdaydı. Yere yığılan Tarakçı, 'Beni niye vurdun' sorusunu sormak istedi ama bir türlü kelimelere döküp, dile taşıyamadı...Soramadı... 

Onun yerine... 

Devreye, "O bakış" girdi. Tarakçı'yla, tetikçi arasındaki en uzun soluklu ve etkili iletişim, iki çift gözün, birbiriyle konuşmasıydı. Yerdeki adam, sessiz sedasız, "Beni niye vurdun" diye sordu. Tetikçi, o soruyu hiçbir zaman duymadığı için cevap da veremedi. 

Ancak... 

Para karşılığı üstlendiği görevi tastamam yerine getiren vicdanlı vicdansız tetikçiye, Tarakçı'nin bakışlarıyla sorduğu soruyu yakınları, dile getirip sordu; 
-O adamı tanımayız, etmeyiz, niye vurdun? 
-Ne bileyim! 

Ve ekledi... 

Vurduktan sonra bana öyle bir baktı ki, "O bakış" beni çok etkiledi. Hatta geriye dönüp hastaneye götürmek, yardım etmek istedim, ama yapamadım. O bakışı hiç unutamayacağım... 

On dört yıl önce...Eylül, 23... 

Büyükçekmece Belediyesi'nin üstdüzey müdürleri, zabıtaları, sair personeli, yetmemiş gibi, takviye güç itfaiye müdürü bir araya gelip voltran'ı oluşturdu, belediye önüne protesto maksatlı siyah çelenk koymak isteyen gazeteci Mehmet Mert'e bir araba dayak attı. Böyle bitse iyiydi, hırslarını, hınçlarını alamayan linç ekibi, şuan Tarakçı'nın ortağı durumdaki gazeteci Mehmet Mert'i, o dönem tuttukları gibi cumburlop havuza attı. 

Bir vesileyle o olayın anbean resmedildiği fotoğrafları gördüm. Hırpalanan, meydan dayağı çekilen gazetecinin dağıtılan ağzından burnundan ziyade, dikkatimi çeken en önemli şey ise, insanı, mıh gibi çakılı bırakan, vicdana peş peşe ateş eden "O bakış" oldu. 

Bir anlık dalgınlığıyla kaza yapan perdeci'nin girdiği anlık şokla, vurulan, dövülen gazetecinin sersemlediği anda kelimelere dökülemeyen, ancak hiç susmayan, sonsuza kadar konuşan "O masum bakış" yani...

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *