Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Orta şiddetli yağmur
16°
Ara
Damga Yaşam Nezaket, zarafet ve marifet

Nezaket, zarafet ve marifet

Kendimi hırpaladığımı, yorduğumu hissettiğim günlerde üzerime yapışan mahcubiyet duygusunun kültürel kodlarımda gizlenmiş olan genetik yapımdan kaynaklandığına, bunun kesinlikle böyle olduğuna inanıyorum.

Okunma Süresi: 3 dk

Kendimi hırpaladığımı, yorduğumu hissettiğim günlerde üzerime yapışan mahcubiyet duygusunun kültürel kodlarımda gizlenmiş olan genetik yapımdan kaynaklandığına, bunun kesinlikle böyle olduğuna inanıyorum. Kabalaşmadan sözleri söyleyebilmenin zarafet ile ve hiç şüphesiz hakikatle çok güçlü bir bağının olduğundan kuşkum yok. Nezaketin bize ağır geliyor olmasının arkasında bu mahcubiyet eksikliğinin olduğunu düşünüyorum. Yaşanan bu sertliğe üzeri örtük bir alınganlığın sebebiyet verdiğini düşünmem için yeterli tanıklığımın olduğunu (mahcubiyetle!) düşünüyorum. Bu sertlik öç alma duygusunun tezahürüdür. Şundan şüphem yok artık, düşünmeye uzaksan merhamet, mahcubiyet, nezaket ve zarafetten de uzaksındır.
Rahmetli babam Şêxê Şero tıpkı benim gibi kendini hırpalayıp yorduğunu sandığı zamanlarda, bana dönerek, o şefkatli ses tonuyla şunları söylerdi kendi anadilinde. Yani Kürtçe olarak “Ji dil be, bi rehim be,xweşik binêre, xweşik bibîne. Jîrbuna xwe ji vê xweşikbunê bêpar nehêle.’’ Anlatmaya çalıştığı diğer bir deyimle anlamamı istediği marifetin ta kendisiydi. İlmin bilginin yeteneğin bir başına marifet için yeterli olmadığını söylemeye çalışıyordu. Tek kelimeyle zarafetten söz ediyordu.
Yıllar önce okuduğum bir İngiliz edebiyat eleştirmeni bir insana en çok yakışan yüz ifadesinin şaşkınlık olduğunu yazıyordu. Mahcubiyet ve şaşkınlık adı nezaket olan derginin ön ve arka kapak yüzleri gibidirler. Mahcubiyet duygusunu yitirmiş olan birey hiçbir şeye şaşmaz artık. Onu hiçbir şey hem mahcup etmez hem de saf bir çocuk gibi, büyülenerek, mutlak hakikatlere derinden teslim olmaz.
Mahcup olamıyorsanız her şeyi biliyorsunuz demektir; şaşkınlık duygusunu kaybetmişseniz her şeye şaşmaz bir kesinlik içinde hakimsiniz demektir. Bunun anlamı "ben her şeyi biliyorumdur. Bilmenin mutlak tekeli benim kontrolümdedir." Aslında bu kibirden başka bir şey değildir.
Mahcubiyet ve şaşkınlığın bedenimize yansıttığı o harika nezaket estetiği, başkasına zarafet olarak yansır. Öteki insanları bize ilişkin dillendirdikleri zarif kişi algısı, bütün bunların dışavurumudur. Bunun tam tersi ise itici bir kibrin ürünü olan, doymak bilmez açgözlü benliktir. Bencil bir benliktir.
Bencil benlik diğer insanları ötekileştirmekle kalmaz, onlardan düşman da yaratmayı becerir; çünkü, hedef gösterecek düşmanı olmadan varlığını konumlandıramaz, besin damarlarını kesmek zorunda kalır ve hiçleşir. Ben biliyorum, tek doğru olan benim, her şey benim kontrolümde olmalı anlayışı hiç kuşkusuz bir zehirlenmedir. Hayatı derin dondurucuya koymadan hayata dair her şeyi bilme imkanı yok; çünkü hayat akan en büyük değişim dalgalarıdır. Tarihi kesintiye uğratmadan, onun önüne bir yerlerde büyük setler oluşturup, ileriye doğru akışını durdurmadan, tarihe hakim olunamaz. Tarihin akış mecrası değiştirilemez.
Oysa ne güzel söylemiş Socrates "Bugüne kadar bütün bildiklerimin bana söylediği şudur; ben ne bilmediğimi biliyorum.’’ 
Ne bilmediğini bilmek, hatta bu bilinci öne çıkarmak, sadece bilgelik olarak tarif edilemez, o aynı zamanda nezaket ve zarafetin en üst seviyesi olur. Ve bana kalırsa hakiki marifet de budur. Marifet evvel emirde ne bilmediğini bilmektir.
Editörün Notu: Sahici ol! Şefkatli ol! Güzel bak! Güzel gör! Aklını ve zekanı bu güzellikten yoksun bırakma!

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *