Hamamlar, köprüler ve çeşitli islam eslerleri, camiler, kiliseler ve kalesi ile geçmişte önemli bir yere sahip olduğunu kanıtlıyor. Cumhuriyet öncesi nüfusu 18.000 olarak kayıtlara geçmiş. Şimdiki nufusu ise, 1500 dolaylarında. Geçmiş yıllarda, çömlekçilik, bağcılık ve şarap üretimi, halıcılık, taş işçiliği, sarraflık ve daha çok çeşitli el sanatlarıyla, sosyo-ekonomik açıdan çok gelişmiş bir yerleşim yeriymiş. Her ailenin kendine ait bağları varmış. Adını hiç duymadığım bir üzüm cinsi olan Dinmit burada yetişiyormuş ve şarap, pekmez yapımına çok uygunmuş. Hala bu isimde bir üzüm çeşidi olup olmadığını bilemiyorum. O anlatılan bağların tekrar canlanmasını, bölgenin yeniden üzüm diyarı olduğunu görebilmeyi çok isterdim. Peki ne oldu da değişti derseniz; Hüzünlü mübadele yılları öyküleri burada da karşımıza çıkıyor.
Uzun süre Rumlar yaşamış
Sille’de, Ermeni ve Rum vatandaşlarımız uzun yıllar yaşamış. Konya’da yaşayan ve Karaman rumları olarak bilinen, türkçeden başka dil bilmeyen hıristiyanların, 1913 yıllarında Sille’de özel kilisesi olan yazlıklara sahip oldukları, ancak 1923 yılında nüfus değişim politikası ile Yunanistan’a gittikleri de bilgiler arasında. Buradan giderken bir çoğu eşyasını, malını yeniden döneriz diyerek komşularına emanet etmiş, toprağa gömmüş veya kiliselere bırakmış. Mübadele sonrası buraların terkedilmesi ile ticari ve ekonomik anlamda gerileme olmuş. O döneme kadar var olan el sanatları, ticaret, bağcılık vs. gibi işleri yapanların yerini dolduracak kişilerin olmamasıyla beraber, sosyal ve ekonomik yapı değişmiş. Göçlerden dolayı nüfus da giderek azalmaya başlamış. 20.yy. başlarında Maliye ve Arazi Emlak Defterinde, Sille’nin nüfusunun %56’sı müslüman, %44’ü gayr-i müslim olarak kayıtlara geçirilmiş. Bu veriler, bize insanların burada inanç özgürlüğü ve hoşgörü ile yıllarca yaşanmış olduğunu kanıtlıyor.
Fatih'in savunma noktası
Biraz tarihinden bahsedecek olursak; Üst taraflarında bulunan Gevele Kalesi, Fatih Sultan Mehmet’in çok önem verdiği bir savunma noktası. Burası, M.Ö.7-10 yy. da, Arap akınlarına maruz kalıp, sık sık hedef haline gelmiş. Sille, Osmanlı döneminde Vakıf ilan edilmiş. Buradan elden edilen gelir, Alaeddin Cami ve diğer eserlerin yapımı ve ihtiyaçları için kullanılmış. Bölgede epeyce kaya kilisesi var. En önemli kiliselerinden biri Aya Elena kilisesi. Büyük Kilise’de (Mihail Arkhankolos)deniliyor. 1833 yılında, Bizans İmparatoru Konstantin’in annesi Helena tarafından yaptırılmış. Helena, hac için Kudüs’e giderken Konya’ya uğramış.Yamaçlarda kurulu yaşam alanlarını ve burada ilk hıristiyanlık dönemine ait oyma mabetleri görünce buraya kilise kurulması için gereken parayı teslim etmiş. Temeli atılana kadar burada kalmış, daha sonra hac vazifesi için yolculuğuna devam etmiş. Kilise avlusunda kayalara oyulmuş mağara kiliseleri var. eniz mümkün değil.
Yeterince ilgi yok
Burası ile ilgili de bazı tespitlerim oldu, onlardan da bahsetmek isterim. Bu kadar tarihe ve bu şirinliğine rağmen, Sille ile yeterince ilgilenilmemiş. Tanıtım olarak iyi şeyler yapılırsa, burası ziyaretçi akınına uğrar. Esnaf biraz ağır, 10 kişi gelse servis yapmakta zorlanıyor. Ama yine de şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim; Konya’ya bir daha gelsem, buraya gelirim.
Cübbe ile alim olunmaz
Bugün, ikinci bölüme bıraktığımız, 1001 günlük çileyi, dervişleri ve Hz.Mevlana ile Şems’ten bahsedeceğiz. Dervişlerin yemeklerini yediği, sema yaptığı yer olan, Matbah-ı Şerif ile devam ediyoruz.
Matbah-ı Şerif (Mutfak), derviş olmak isteyenlerin, 1001 günlük eğitimlerinin yapılacağı yerdir. “Hamdım, yandım, piştim” süresi burada tamamlanır. Dergaha derviş olmak için gelen kişiye“can”denir. Mevlevi olmak isteyen kişi, üç gün siyah renkli saka postunda oturarak matbahta yapılan işleri izler. Üçüncü günün sonunda, mevlevi olmak isteyen kişiyi, kazancı dede uygun bulmazsa ayakkabasını yola doğru çevirir. Akşam namazından sonra,“can”sessizce dergahı terkeder. Dergahta, Şeyhten sonra gelen aşçı dededir. Aşçı dede, saka postunda 3 gün oturan Can’a şöyle seslenir; “Üç gündür, mevleviliğin namaz, niyaz, hizmet, mihnet meşekkatini gördün. Bunlara sabır ve tahammül ister. Her kim sana kötü davranırsa ona mukabele etme, zinhar bir ferde el kaldırma, el ve dil uzatma. Herkese “eyvallah” de. Yar u ağyardan gelen her belaya ve cefaya sabır ve tahammül eyle. Kendi rızan ile bu tarikatı ve hizmeti kabul edersen, seni bütün ayıplarınla ve hatalarınla kabul ederiz. Bizi üç günlük misafirliğinde gördün. Görüp görmediğin nice ayıplarımız vardır. Sende bizi ayıplarımızla kabul edersen”ikrarını”alırız.” Daha sonra 1001 gün çekilecek“çile”başlar. Çile döneminde olan dervişe “Çilekeş” denilir. Her işi yapmak zorundadır ve bu süre boyunca dergahtan başka yerde kalamaz.
Dervişin önemi
Derviş, kelimeyi meydana getiren”dal, ra, vav, ye, şın” harflerinin sembolize ettiği,”dünya, riya, varlık, yalan, şehvet”ten kendini arındıran insandır. “Cübbe ve sarık ile insan alim olmaz/ Alimlik insanın zatında bulunan bir hünerdir/ Bu hüner ister ipekli bir elbise olsun, ister yünden bir aba farketmez.”
Mevlana demek efendim demek
Mevlana,“efendim”anlamına gelen bir kelime, Rumi ise, Eski Anadolu yerine kullanılan, Rum illerinden geliyor. Mevlana, uzun süre Konya’da kaldığı için bu ünvanı alıyor. Mevlana Celaleddin’in babası Bahaeddin Veled, bilginlerin sultanı, Sultan-ül Ulema olarak anılır. Belh’te, ilim ve tasavvuf anlamında çok değerli bir kişidir. Çevresinin dolu olması nedeniyle fesatlığa, kıskançlığa maruz kalmış, baskılar sonucunda da çareyi Belh’i terketmekte bulmuştur. Belh’ten Nişabur’a doğru yola çıkar. Burada Nişabur’un ünlü şeyhlerinden Feridüttin Attar’ı ziyaret eder. Feridüttin Atar, Mevlana’nın gelecekte olacağı yeri görmüş gibi ; “Hayret! Bir ırmak , koca bir ummanı peşine takmış gidiyor” der ve Esrarname adlı kitabını hediye eder. Mevlana’nın çocuk yaşta edindiği bu kitap onda derin izler bırakacak ve bu etki, Mesnevi’ye yansıyacaktır. Bahaeddin Veled, Nişaburdan sonra Kufe’ye, ve daha sonra Kabe’ye doğru yola çıkar. Buradan da eski adı “Larende” olan, Karaman’a gelirler.
Aşk için ölmek
Mevlana Celaddin Rumi, burada Gevher hatunla evlenir. Sultan Veled ve Alaeddin Çelebi adlarında iki oğlu olur. Gevher Hatunun ölümünden sonra da, bir çocuklu dul bir kadın olan Kera Hatun ile evlenir. Melikehatun adında da bir kız evlat, Emir Alim Çelebi adında bir oğlu olur. Mevlana ve Şems’in yakınlığından rahatsız olmaya başlayanlar, ileri geri konuşmaya başlayınca, Şems Konya’dan ayrılır ve Şam’a gider. Ayrılık ızdırabı ile yanan Mevlana, Şems’e geri dönmesi için yalvarır, mektuplar yazar ulaştırır. ”Aşk için ölmek neymiş/Keşke burada olupta görseydin” Israrlara dayanamayan Şems geri döner ancak hala dedikodular bitmemiştir. Bir süre sonra temelli olarak Konya’dan ayrılır.
Mevlana üzüntüyü affetmez
Mevlana, Şems'ten ayrılmanın üzüntüsünü hiç hafifletemez. Hasta yatağında yatarken üzülenlere kızar ve şöyle der;” Aşıkın maşuku ile kavuşmasını, nurun nuru ile huzura kavuşmasını istemiyor musunuz?” 17 Aralık 1273 yılının şafağında hayatını kaybeder. “Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin/Ayrılık atıma eyer vurdun inadına/Ama bizi unutma, hatırla ama...”
Şems ile Mevlana’nın buluşması
Tebriz’de 1185 yılında dünyaya gelen Şems-i Tebrizi, Melik Dad oğlu Ali adında bir zatın oğludur. “Dinin güneşi” lakabı ile anılmıştır. Genç yaşlarından itibaren diyar diyar dolaşarak, duyduğu bütün şeyhlere gidip feyz almaya çalışmıştır. Gezginliğinden dolayı da “Şemseddin Parende”(Uçan Şems) denilmiştir. Sürekli ilmine cevap verebilecek, derin sohbetler edebilecek insanlar aramış. “Beden bakımından O’ndan uzağız ama/Cansız, bedensiz ikimizde bir nuruz/İster O’nu gör;ister beni/Ey arayan kişi!/ Ben O’yum, O’da ben.” Bir gün Mevlana Celaleddin evine giderken, Konya’da şekerciler hanının önünde fakir kılıklı bir derviş atının dizginlerine yapışır. Bakışlarını Celaleddin’e diker ve “Ey Belh’li Bahaeddin oğlu söyle! Hz.Muhammed’mi büyük, Bayezıd’mı? “O nasıl söz? Elbette Hz.Muhammed büyük” der. “Ama, Hz.Muhammed Allah’a ya rabbi seni tesbih ederim, biz seni layık olduğun vech ile bilemedik” derken, Bayezıd”ben kendim tesbih ederim, benim şanım ne büyük diyor.” Mevlana Celaleddin; “Hz.Muhammed günde yetmiş makam aşıyordu, her makamda bir önceki makamdan istiğfar ediyordu. Bayezıd ise tek makamın yüceliğinden kendinden geçti ve öyle söyledi” diye cevap verince, Şems-i Tebrizi düşüp bayılıyor. Böylece iki deniz, yılların hasretiyle kucaklaşıyor. Olayın geçtiği yere bu sebepten dolayı,”Merec’ül-Bahreyn” yani,”iki denizin buluşması” denilmiştir. “Güneşim, ayım geldi. Gözüm, kulağım geldi/ Altın madenim geldi/Başımın sarhoşluğu geldi/Gözümün nuru geldi/Bir dileğim olmuşsa, işte o dileğim geldi/Dün gece mumla aradığım dost, bugün bir gül demeti gibi yoluma çıkageldi.”
Biraz da Meram’dan bahsedeyim
Meram İlçesi’nden de biraz bahsedeyim. Burası, piknik yapılacak, dinlenilebilecek, eğlenilebilecek bir mesire yeri. Evliya Çelebi, Seyehatname adlı eserinde burayı şu sözlerle anlatmış; “Peçevi şehrinin Baruthane mesiresi, Kırım’ın Sudak bağı, İstanbul’un yüzyetmişbeşten fazla bahçe ve yanında gülistanları, Tebrizin Sehcihan bağı, bu Konya’nın Meram mesiresinin yanında bir çemenzar bile değil!” demiş ama yazık ki ne bağ kalmış ne bostan! Bu arada İstanbul’un gülistanları ve bahçeleri kısmına dikkat edin lütfen. Artık Meram bağları da sadece türkülerde kalmış. Bütün bağ ve bahçeler kaybolmuş yerlerini villalar almış. Eskiden var olan güzellikler ve yaşam anlatılınca, kayıplarımızın ne denli büyük olduğunu düşünüp, üzülmemek elde değil.
Ekmeğe hayır diyemezsiniz
Tarihi Taş Köprü etrafında sağlı sollu küçük alışveriş yerleri ve kafeler var. Köprü boyunca yürüdüğünüzde, meydanda hanımların el ürünlerini sattığı tezgahlar bulunuyor. Unutmadan söyleyeyim, giderseniz tandır ekmeğinin tadına bakın. Yazarken bile canım çekti bir anda. Dumanı tüten, mis gibi kokan ekmeğe”hayır” demeyin.
Üç büyük merkezden biri
Meram İlçesi, Konya’nın 3.büyük merkez ilçelerinden biri. Selçuklu döneminden kalma bir köprü bulunuyor. Sağında, solunda lokantalar, kafeler var. İçindeki su, ilçe sınırları içinde bulunan ve bölgenin su ihtiyacını karşılayan Altınapa Barajının suyu. Burada deniz bisikleti ile gezilebiliyor. Yaz aylarında cıvıl cıvıl olan bir bölge. Karamanoğulları Beyliğinden kalan Hasbeyoğlu Mescidi ve Hamamı da bu bölgede fakat dükkan olarak kullanılıyor. Konya’da , toplam 8 metrelik bir Atatürk heykeli var. Anıt, Avusturya’da dökülmüş ve buraya getirilip monte edilmiş. Atatürk Mareşal ünüforması ile, sağ elinde buğday demeti, sol elinde kılıç tutuyor. Konya Ovası o zamanlar tahıl ambarı deposuymuş ve kurtuluş savaşının ilk protesto mitingi burada yapılmış. Atatürk sırtını Konya’ya dönmüş diye söylentiler oluyor. Oysa Atatürk, Konya’ya ulaşımın sağlandığı ilk yıllarda trenle gelenleri ilk karşılayan kişi olarak yüzünü buraya dönmüş. Kısa bilgi olarak bu yanlışlığıda düzeltelim.
Okunma Süresi: 9 dk
Gözaltına alınan DEM Parti Esenyurt Eş Başkanları'na tutuklama kararı verildi
#İstanbul Haberleri / 22 Kasım 2024
3 araca hasar veren sürücünün otomobilinden boş alkol şişeleri çıktı
#Yerel Haberler / 22 Kasım 2024
Yorumlar
Yorum yapmak için, isterseniz giriş yapabilir veya kayıt olabilirsiniz.
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *