Türkiye geçen senenin şubat ayından itibaren koronavirüs ile mücadele ediyor. Farklı bir hayatın başladığı bu tarihten sonra eskiye özlem giderek artıyor. Sosyal ve ekonmik olduğu kadar psikolojik alanda da insanlar giderek daha fazla zarar görüyor. Kimisi umutlu kimisi değil. Oyuncu Ayça Güngör ile hem mesleği hem özel hayatı hem de söz konusu zaman diliminde başına gelenleri konuştuk.
Ayça Güngör kimdir? Kendini tanıtabilir misin...
Merhaba. Öncelikle teşekkür ediyorum davetiniz için. Ayça Güngör kimdir? 1987 Ankara doğumluyum. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı mezunuyum. Bu detaylar dışında; sıradan bir insanım. Bunu diyerek sıradanlığı biraz perdelemiş olabilirim, Sanatçı dediğimiz zaman insanların aklına farkı yaşamlar süren bireyler geliyor. Elbette içimizde, yaşamı bizden daha farklı olan arkadaşlarımız var. Benim yaşamım mütevazı bir ev hayatı, 3 kedim ve eşimden ibaret.
İncir Ağacı'ndaki rolün sona erdi. Dizide nasıl bir süreç geçirdin? Hayatının hangi noktasına koyarsın karakterini ve bugüne kadar yaşadıklarını?
İncir Ağacı benim kariyerimde, uzun soluklu ilk projem olarak ayrı bir önem taşıyor. Özellikle canlandırdığım Sabriye karakteri, oyunculuğum adına çok keyifli bir tecrübe oldu. Sabriye insanı duyguları körelmiş, daha doğrusu köreltilmiş bir kadın olarak yaşamını fayda-çıkar ilişkisi üzerinden kuruyordu. Sabriye, eşi ve üvey kızına yaklaşımı bakımından, anlayıştan uzak, donuk ve tehlikeli bir karakterdi. Bir oyuncu için böyle bir karakteri canlandırmak, geliştirici ve keyiflidir. Benim adıma da böyle oldu. İncir Ağacı’nı bende ayrı kılan bir diğer noktada, sahne arkasında çalışan set emekçisi arkadaşlarımızın özverisi ve sıcaklığıydı. Çok güzel insanlarla tanıştım. Dizinin 10.bölümü’nden finale kadar geçen aylarda oldukça keyifli bir çalışma süreci geçirdim. Bazı günler gece yarılarına kadar süren çekimler olurdu. O yorgunlukla eve döndüğümde, sabah olsun yeniden sete gideyim isteği muazzam bir duygu. Ve maalesef her projede yakalayabileceğiniz bir durum olmuyor bu. Bu anlamda her zaman gülümseyerek hatırlayacağım bir projedir.
Canlandırdığın karakter ile gerçeke hayattaki sen arasında benzerlikler ve farklılıklar neydi?
Canlandırdığım karakter ile gerçek hayattaki ben arasında en ufak bir benzerlik yok Hatta öyle ki, çoğu zaman senaryo elimize geçtiğinde “Bu ne kadar acımasız bir kadın, şu yaptığına bak” diye kendi kendimi karaktere kızarken buluyordum. Bu senaristin karakteri ne kadar güçlü kıldığının da göstergesi elbette. O anlamda, senaristimiz Ayla Hacıoğulları’na buradan da teşekkürlerimi sunuyorum.
Dizi sektöründe şu an kendini nerede görüyorsun? Hedeflerin neler?
Yaşadığımız ve bizi hazırlıksız yakalayan salgın dönemiyle birlikte mesleki planlarımızda hasar aldı. Kendimi gördüğüm değil de, görmek istediğim yer ile şu an ki durumum arasında elbette uçurum var. Üstelik bunu bir tek ben yaşamıyorum. Birçok meslektaşım, sanatçı arkadaşım da aynı süreci yaşıyor. Hedeflerim arasında ilk sırayı; pandemi sürecinden ruh sağlığımın en az hasar almış şekilde çıkması var. Pandemi sürecinde eğitim almaya başladığım metin yazarlığı-senaristlik üzerine bazı çalışmalarım var. Onları geliştirmeyi ve hazır olduğunda da değerlendirmeyi planlıyorum. Oyunculuk anlamında elbette sahnelerin bir an önce açılmasını ve yeniden seyircimizle buluşmayı umuyorum. Yıllardır yer almak istediğim bir dönem filmi hayalim var. Bunu da hedeflerimin arasına koyabiliriz sanırım En büyük hedefimde, adil bir insan olarak anılmak. Bunun henüz zamanı var diye düşünüyorum. Daha 34 yaşındayım.
Yeni projeler var mı televizyon için? Pandemide biraz sıkıntılı tabi ama herhangi bir teklif oldu mu? Kararını neye göre vereceksin?
Şuan için bir proje yok. Ancak bu süreci siz belirleyemiyorsunuz maalesef. Bugün çok fazla “maalesef” kelimesini kullanacağım maalesef televizyon ve sinema sektörü, pandemi öncesinde de içinde var olmanızın meşakkat istediği bir alandı. Dinamikler çok farklı. İyi bir eğitim almış olmanız, yetenek ve becerileriniz; bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde maalesef öncelik olarak belirlenmiyor. Ekonomik ve insani çıkarların ön planı çıktığı, eğitim gerekliliğin aranmadığı bir sektörde, ekran önünde görünün olmanız da zorlaşıyor. Ancak ben bu nokta da karamsar değilim. Israrla olamamaya da çalışıyorum. Bir gün bu röportajı yeniden okuyup, iyi ki de ısrarcı bir şekilde umut etmeye devam etmişim diyeceğim biliyorum Buradan evrene debir enerjiyle selam yollamış olalım. Ancak son soru cevapsız kalmasın; bir proje geldiğinde değerlendirmeye alırken dikkat ettiğim elbette birkaç nokta oluyor. Hikaye çok önemli. Kendi içinde bir bütünlüğü var mı? Ne anlatmak istiyor… Akabinde, senarist ve yönetmen devreye giriyor. Daha önce yapmış oldukları işleri incelemeye çalışıyorum. Bu noktada görüntü yönetmeni de çok önemli. Bir dizi projesini ev gibi düşünürsek, temellerini oluşturanlardan biri de görüntü yönetmenleridir. Elbette sonrasında kanal ve bütçe değerlendirmesi başlıyor. Sanat sektörü, maalesef ödeme ve emeğinizin ücrete dönüşmesi noktasında dengenin olmadığı bir sektör. Emeğimin karşılığını asgari düzeyde de olsa alabileceğim projeleri tercih etmeye çalışıyorum.
Sanat ne içindir? İnsan neden “Sanat” yapar?
Oldum olası cevaplamaktan bile isteye kaçtığım ve zorlandığım bir soru. Şu an durduğum yerden cevaplayabilirim sanırım. Birkaç yıla bu cevabım değişip dönüşebilir çünkü. Sanat yaşamın, yaşamanın kendisidir diyebilirim. Sanat, içeriğini ve biçimini yaşamdan alıyor çünkü. Dolayısıyla da, her an değişen dönüşen bir evren de bu sorunun da cevabı değişecektir. İnsan neden sanat yapar? İnsan inanılmaz defolu bir canlı. Defolarımızın da söz hakkı var. Onlarda dile gelmek istiyor. Sanat bu defoları, başka disiplinlerle birleştirip, yaşamın içine bırakıyor. Gerçeğimizle tanışmanın, barışmanın, kavgaya tutuşmanın en güzel icadı sanat.
Sence Türkiye'de sanat yaparak geçim sağlamak mümkün mü? Sanata gereken değer veriliyor mu?
Her iki sorunuza da çok net HAYIR! Diyorum. Bu beş harf kendi içinde çok şeyi anlatıyor.
Sen aynı zamanda tiyatrocusun. Tiyatro bölümü eğitimi almış biri olarak, oyunculuk eğitimi kökeni olmayanların televizyon ve tiyatro dünyasında olmasına nasıl bakıyorsun?
Dürüstçe açıklamam gerekirse bu soruyu bende kendime çok sordum. Aslında şu an kendime verdiğim cevabı bulmam zaman aldı. Mesleğe ilk başladığım yıllarda oyunculuk eğitimi almamış insanların televizyon dünyasında olmasına tepkili yaklaşıyordum. Ancak naçizane tecrübelerim, ekranın başka dinamiklerine baktığını öğretti. İnsan beden ve ruh olarak bir bütün. Bazen istediğiniz kadar eğitimli olun, o karakterin isteklerini yerine getirmekte zorluk yaşıyorsunuz. Bir gülüş, bir bakış ya da sadece duruş, ses tonu seyirciyi yakalayabiliyor. Bu ekran için böyle olabilir ancak tiyatro sahnesi için eğitimin gerekliliğine inanıyorum. Tiyatro çok başka bir dünya. Bir ustanın ya da bir okulun disiplininden, daha doğrusu ben orayı dergah gibi düşünüyorum O dergahta pişmeden sahne size kucak açmıyor. Açıyormuş gibi yapıyor belki, ama uzun vadede varolmanıza imkan vermiyor.
Avrupa'da da sahneye çıktın? Türkiye ile yurt dışı arasında hangi farklar var?
Farklı bir ülkede, kendi dilinde ve kültüründe oynamak başka bir deneyim. Biriktirdiğim en güzel anıların başında gelir yurt dışında sahne almak. Türkiye ile en büyük farklı sahne imkanları ve tabii sanata bakış. Kendi ülkemizde en sık karşılaştığımız sorunlar sahne ve olanak yetersizlikleri. Özellikle Avrupa bu anlamda, oldukça donanımlı. Teknik imkanlar, salon kapasiteleri, akustik vb. sanatçıyı motive edici düzeyde. Elbette orada da olanakların kısıtlı ya da yetersiz olduğu salonlarla da karşılaştık. Ancak bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az bu salonlar. Diğer yandan, Ortadoğu ülkelerinin sahneye koydukları oyunlara, bu oyunların sahneye konuş biçimlerine oldukça meraklı bir seyirci kitlesi var. Bizler sıcak kanlı ve duygusal zekası gelişmiş bir milletiz. Avrupa bu nokta da daha analitik bakıyor birçok şeye. Bizde ki o duygusallık sahneye de yansıyor. Bu da seyirci de farklı bir karşılık buluyor. Birçok ülke ve şehrine gittim. Hepsinde de yoğun bir ilgiyle karşılaştık.
Tiyatro mu televizyon mu?
Üçüncü bir seçenek yok mu Bu toprakların en büyük çelişkilerinden biri de bu sanırım. Ya siyah ya beyaz. Oysa üçüncü, dördüncü, onuncu seçeneklerde var, ya da olmalı. Yalnızca tiyatro sanatını icra ederek ayakta kalmanın henüz mümkün olmadığını göz önünde bulundurursak, gönlüm tiyatrodan, kursağım televizyondan yana.
Ayça Güngör oyunculuk için kendisine hedefler belirledi mi? Nerede olmak ona 'zirvedeyim' dedirtir?
Riskli bir soru. Klişeye kurban giderek söylemeliyim ki, zirvedeyim dediğim an Allah rahmet eylesin. Hoş, bu mesleğin zirvesi de neresidir ya da zirve var mıdır, olmalı mıdır bilmiyorum. Kendimce elbette ki geliştirmek istediğim noktalar var. Örneğin, lisans eğitiminde şan, müzikal, dans, akrobasi dersleri almış olmamıza rağmen bunları geliştirmek, bu alanda ortaya çıkan yeni tarzları öğrenmek istiyorum. Yabancı dilimi geliştirmek, yeni diller ve kültürler öğrenerek, Türk Tiyatrosu’nu diğer kültürlerle birleştirmek istiyorum. Bir de çok uzun yıllardır bir hayalim var; Cirque du Soleil' in parçası olmak istiyorum Bu da büyüyünce ne olmak istersin sorusuna çocukların verdiği cevaplar gibi oldu Olsun, hayat bu. Belli mi olur.
Birlikte oynamak istediğin bir oyuncu ve canlandırmayı arzu ettiğin karakter var mı?
Birlikte oynamak istediğim birçok oyuncu, usta var. Burada sıralamam zor olacaktır. Ne çok isterdim Münir Özkul, Adile Naşitle birlikte oynama onuruna erişmeyi. Işıklar içinde uyusunlar. O kuşak bizim ustalarımız… Birçok isim var. Halen hayatta olan ve dilerim ömrü uzun olsun, Şener Şen'le bir projede oynamayı çok isterim. Onun dışında Amerikalı kadın oyuncu Elisabeth Singleton Moss’u, çok beğeniyorum. Yine son dönemde çok beğendiğim Türk kadın oyunculardan Merve Dizdar ve Ayla Sözeri’yle çalışmak isterim. Ingrid Bergmanla aynı döneme denk gelseydik, onunla da oynamayı çok isterdim. Lubna Azabal hala hayatta, belki onunla yollarımız kesişir. Canlandırmayı arzu ettiğim karakter ya da karakterlere gelince; kendi içinde çelişkisi ve kusurları olan karakterleri çalışmayı daha çok seviyorum. Çalışma süreci daha meşakkatli oluyor, bu da beni daha fazla empatiye itiyor. Ötekileştirilmiş, yaşamın kıyısında kalmış karakterler daha ilgimi çekiyor diyebilirim.
Salonlar kapalı değil ama kapalı. Uzun süre eskisi gibi olamaması gündemde. Getirilen kısıtlamalar büyük problemleri de doğurdu. Yaşadığınız sıkıntıları anlatır mısın...
Sadece bu soruyla tam sayfa röportaj verebilirim. Çok doluyum, doluyuz. Pandemi herkesi olduğu gibi biz sanatçıları da çok etkiledi. Sıkıntıların en başında psikolojik anlamda bir dayanak bulamama geldi birçoğumuz için, ardından da tüm ülkenin yaşadığı gibi ekonomik problemler. Bir ülkeyi en hızlı kalkındıracak unsurların başında gelen sanat faaliyetleri ve bunları icra eden insanlar gereken desteği alamadı. Hem meslektaşlarımız hem de yöneticiler tarafından kendi halimize bırakıldık. Sanat, içinde ciddi rekabeti barındıran bir alan. Bir sanatçı yaşamının büyük çoğunluğunu kalabalıklar içinde yalnız geçiriyor aslında. Üzerine bir de bu tarz kriz, afet, salgın dönemleri gelince psikolojik gardınız daha da düşebiliyor. Bu durumda en çok ihtiyacınız olan şey, özellikle devlet tarafından geliştirilecek olan bir destek, dayanışma. Maalesef Kültür ve Turizm Bakanlığı bu süreci bizim lehimize iyi yönetemedi. Birtakım destekler oldu ancak bunlar kime ne kadar ulaştı, yeterli miydi… Bu tarz durumlarda devlet sırtınızı yaslayabileceğiniz sağlam bir ağaç gibi olmalıdır. Bu güveni hissetmediğiniz de, direncinizde zedeleniyor. Pandemi sürecinin yaşattığı ekonomik krizden en çok etkilenen sektörlerin başında geliyor aslında sanat sektörü. Ancak basın bunu gündemde tutamıyor. Bir kültür sanat mirası çöküyor ama yetkililer bu tehlikenin farkında mı emin değilim. Daha bireysel örnekler vereyim; tiyatro sanatçıları, oyuncular olarak bizler; gerek sahnede gerek dizi ve filmlerde her karaktere bürünüp, o karakteri gerçeğe en yakın haliyle yansıtmaya çalışıyoruz. Bu yansımanın gerçeğe en yakın halini alabilmesi içinde doğallığını koruması gerekiyor. O doğallıkta sahne altından yani yaşamdan besleniyor. Yaşamı iyi tanımak, sokakta olmaktan geçiyor. Hal böyle olunca da birçok meslek grubunu yakından inceliyorsunuz. Ben işsiz kaldığında hizmet sektöründe çok çalıştım. Cafe çalışanı, temizlik görevlisi, yaşlı ya da çocuk bakımı gibi birçok işi deneyimledim. Ancak pandemi, hizmet sektörünü de darmadağın bir hale getirdi. Bırakın kendi mesleğimizi yapmayı, başka alanlarda da iş bulamayacak duruma geldik, getirildik. Birçok arkadaşımız göç etti, şantiyede kaynakçı, otelde oda görevlisi olarak çalışan yakinen tanıdığım meslektaşlarım var. Bunlar zor ve ciddi emek isteyen işler. Bu işleri yapan insanların emeğinin karşısında boynum kıldan ince. Sadece bu örnekleri vermemdeki amaç başka; bir ülke kendi sanatçılarını istihdam edemiyor, kendi meslekleriyle yaşama devam etme olanağı sağlamıyor. Daha da kötüsü, toparlanması çok uzun zaman alacak bir birikimin, enkaza dönüşmesini izliyor.
Mağduriyetlerin azalması için neler yapılması gerekiyor?
Bu noktada bireysel çabaları çok kıymetli bulmakta birlikte, beraber hareket edilmesinden yanayım. Pandeminin başından itibaren birçok sanatçı ve tiyatronun bir araya gelmesiyle çeşitli platformlar ve mücadele zeminleri oluştu. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi bunlardan en kapsamlı olanı. Bende orada gönüllü çalışma yürütüyorum. Şuan Kültür ve Turizm Bakanlığıyla görüşmeler yapılıyor. Özel tiyatroların ihtiyaçları noktasında mağduriyetlerini giderici bir destek paketinin açıklanmasını umut ediyoruz. Bir tiyatro sahnesinde sadece oyuncular yok. Işık teknisyeni, dekor sorumlusu, sahne amiri, temizlik görevlisi, fuaye sorumlusu vs bir sürü çalışan var. Bu insanlar da şu an işsiz. Acilen meslek tanımlarının yapılması ve bu tanımlara karşılık gelen ekonomik desteklerin devlet tarafından planlanması gerekiyor. Bakın AVM'ler açık, tribünler belli kapasiteyle taraftar alıyor. Birçok alanda çark dönmeye devam ediyor. Tiyatrolar yüzde 30 kapasiteyle açık ancak oyun saatlerinde sokağa çıkma yasakları var. Bunun hiçbir geçerliliği yok. Yani sonuçta tiyatrolar kapalı. Devletin bunun denetimini yapması oldukça kolay. Öte yandan belediyeler kendi yerellerdeki tiyatrolardan toplu bilet alıp, halka kültür sanat hizmeti olarak sunabilir. Bu üç taraflı bir fayda sağlıyor. Hem sanatçılara destek, hem belediyelerin saygınlığını arttırıyor hem de halka pandemi de güzel ve anlamlı bir hizmet sağlıyor. Bunun gibi birçok şey yapılabilir. Yeter ki niyet olsun.
Tüm bunların dışında eğitim de veriyorsun. Eğitimler nasıl gidiyor ya da gidiyor mu? Devam edebiliyor musun?
Aslında eğitmenden çok genelde eğitilen tarafım Eğitmenliğini verdiğim dersler, ya da eğitmen olarak karşısına çıktığım insanlar tarafından eğitilirken buluyorum kendimi. Bu da hoşuma gitmiyor değil. Okuldan mezun olduktan sonra farklı şehirlerde ve yurtdışında bazı alanlarda eğitim verdim. Yaratıcı drama bunların başında geliyor. Onu diksiyon ve beden dili izledi. Oyunculuk, rol-mimik derken en son kendimi evde kedilerim tarafından sabır eğitimi alırken buldum Eğitimler pandemiden kaynaklı yüz yüze devam etmiyor. Ancak zaman zaman onlıne dersler yapıyorum. Bunlarda daha çok iş olarak değil, gönüllük, destek anlamında oluyor. Ben neysem, öğrencilerde aynı durumda.
Koronavirüsle birlikte başlayan kısıtlamalar sebebiyle herkes evde farklı uğraşlar buldu. Sizde değişen neler oldu? Özellikle mutfakçılar patlama yaptı. Eşinle birlikte keşfettiğiniz yeni şeyler var mı?
Kilo almak. Eşimde bende yemek yemeyi ve yapmayı çok seviyoruz. Bu süreçte internette gördüğümüz birçok yemek tarihini mutfağımıza ve midemize taşıdık. E doğal olarak o taşınan gıdalarda, bize kiloları armağan etti. Ama yolun yakınından döndük. Şuan düzenli spor yapıyoruz. Sporcu lisansı aldık. Yasaklar olmadıkça koşmaya çalışıyoruz. Evde zumba yapıyoruz. Bol bol dizi ve film izleyerek algılarımızı açık tutmaya çalışıyoruz. Ben seramik yapmaya başladım. Aldığım tepkiler üzerine bu alanda uzmanlaşmamaya karar verdim.
Pandemi sürecinin kattığı olumlu şeyler oldu mu hayatında?
Bekir. Yani eşim Pandemi başlamadan kısa bir süre önce tanıştık ve pandemi sürecinde evlenmeye karar verdik. Hayatımda aldığım en doğru kararlardan biriydi. İçsel olarak, daha sakin bir insan olmayı öğrendim. Öncesinde fazla tezcanlıydım. Bu da bazı kararlar alırken beni yanıltabiliyordu. Şimdi daha sakin düşünmeye başladığımı hissediyorum. Ayrıca bu süreçler birer elek görevi görüyor. Kurduğum ilişkileri sorgulamak için enteresan bir zaman verdi. Hayatımız daha sadeleşti. Demlendi
Bu zorlu süreci atlatabilmek, ayakta kalabilmek için neler yapıyorsun?
Yarına olan inancımı ayakta tutmaya çalışıyorum. O inancı zenginleştirecek şeylerle uğraşıyorum. Daha öncesinde yüzleşmekten çekince duyduğum düşüncelerimle ringe çıkmaktan eskisi gibi korkmuyorum. Yaşamla mücadele etmenin farklı yollarını keşfediyorum. Bazen çok sıkılıyorum, yorulmuş ve üzgün hissediyorum sonra, bu da insana ve yaşama dair diyorum. Olumsuz düşüncelere kapıldığımda, kedilerimin yanına gidiyorum. Onlarla sohbet ediyorum, onları seviyorum. Bizi anlıyorlar. Onlara bakarken her şeyi unutuyorum.
Evlilik nasıl gidiyor? Tavsiye ediyor musun?
Bekir'le tanışana kadar evlenmeyi düşünmüyordum. Açıkçası evliliğin gerekliliği üzerine de emin değildim. Ancak Bekir hayatıma girdikten sonra her şey farklılaştı. Aşık olduğunuz insanın, aynı zamanda en iyi yol arkadaşınız olması eşsiz ve zor bulunan bir durum. Bekir benim hayatımın emek işçisi İlişkimizi ustalıkla ve özenle inşa etme noktasında inanılmaz özverili bir yoldaş. empati sahibi bir insan. Önyargısız ve insanlara, yaşama karşı saygısını koruyan biri. Doğayı ve hayvanları çok seviyor, emek veriyor. Bu birçok şeyi açıklıyor aslında. Pandemide ruhsal olarak zor süreçler geçirdik, özellikle işsiz olmam beni çok hırpaladı. Eşim bu süreçte benimle ciddi bir dayanışma içindeydi. Enkazları birlikte toparlamak için bana güç verdi. Geçmiş ve geleceği, şimdiyi bir bütün olarak kabullenmemiz gerektiğini ondan öğrendim. Tanıdığım en komik adam. Bu ona aşık olma nedenimdir. Onunla karşılaşmak, birlikte bir yola çıkmak, aile olmak hayatımın en güzel kararı oldu. Tüm bunlardan sonra evliliği elbette tavsiye etmem lazım Ancak burada ufak bir ayrım var. Evliliği değil, 1+1=1 olmayı tavsiye ediyorum. O olduktan sonra analar, babalar zaten seni everiyor İşin toplumsal kodlarıyla onlar ilgileniyor.
Hangi dizileri izliyorsun? En son seyrettiğin film hangisi?
Pandemi sürecinde hiç izlemediğim kadar dizi ve film izleme imkanım oldu. En son Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikastı filmini izledik. Hem oyunculuk hem de olayın kurgulanma şekli çok hoşuma gitti. Tavsiye ederim izlemeyenlere. Birçok dizi izledim bu süreçte. İçlerinde beni en çok etkileyen Wallender oldu. Kenneth Branagh’i karakteri nakış gibi işlemiş. Senrayo, oyunculuklar ve çekim dramaturgisi çok iyiydi. Onun dışında; Mare of Easttown, Fatma, Mandalorian, 50 Metrekare, Homeland, Handmaid’s Tale aklımda iz bırakan diziler olmuş. Şuan hala Homeland’in son sezonunu izliyoruz.
BURAK ZİHNİ