Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Orta şiddetli yağmur
16°
Ara
Damga Röportaj Kimse geçmişini değiştiremez

Kimse geçmişini değiştiremez

Damga’ya konuşan Aile Danışmanı Semra Aydın Avşar, hiç kimsenin geçmişini değiştiremeyeceğini belirterek, “Anne babamızı, yaşadığımız acıları, çocukluğumuzu değiştiremeyiz. Ama bugün bir karar verip bundan sonrası için kendimize yeni bir son yazabiliriz” ifadelerini kullandı.

Okunma Süresi: 13 dk

Aile Danışmanı Semra Aydın Avşar, canlı yayında Mehmet Mert'in sorularını cevaplandırdı. Ailenin toplumlar ve kültürlerden bağımsız düşünülemeyeceğini dile getiren Avşar, bireyselciliğin önemine değindi. "Biz kendimizi tanıyıp, kendi acımızla, kendi travmalarımızla yüzleşebileceğimiz sürece güçleneceğiz" diyen Avşar, "Bazen kendi yara kabuklarımızı kanatmamız gerekiyor. O acıyı göze alıp devam etmek gerekiyor" tavsiyesinde bulundu.

Aile bizim her şeyimiz. Dünyadan gelmiş geçmiş herkesin bir ailesi var. Filozofların, komutanların, sporcuların ailesi var.  Aile kavramı olmayan bir insan yok. Peki aile bizim her şeyimiz olmasına rağmen, her şeyimiz olan o yuvada ilişkilerimizi iyi tutma noktasında eşimize, çocuğumuza, annemize, babamıza nasıl bir davranış sergilemeliyiz?
Bu aslında çok genel, görece bir kavram. Çünkü aile dediğimiz konuyu gündeme getirdiğimizde aslında toplumlar ve kültürler de devreye girmiş oluyor. Yani diyorsunuz ya 'Herkes aile sahibi', dolayısıyla bizim yaşadığımız coğrafya, bulunduğumuz toplum, geçmişimiz ailenin dinamitlerini oluşturuyor. Aslında aile danışmanlığı yapabilmekte bir nevi bu toplumsal yapıyı doğru anlamakla ilgili bir şey. Nereden baktığımız önemli. Ama temel olarak ister Amerika'nın bir ucunda yaşayın, ister Ortadoğu'da yaşayın temel olarak aslında bir arada olacaksak, temel düsturun sevgi ve güven olması lazım. Eğer sevgi, güven ve doğru iletişim varsa aile dediğimiz müessese sağlam bir şekilde ayakta duruyor. Bu da zaten yeniden belirteyim, kültürlerle ilgili bir durum. Aile içi iletişim dediğimizde farklı kimliklerle konuşuyoruz aslında. Ben annemin, babamın çocuğuyum dolayısıyla benim evlat kimliğim var. Eşimin eşiyim eş kimliğim var. Kızımın annesiyim anne kimliğim var. Ama tüm bunların dışında Semra var. Semra'nın bireysel olarak bir kimliği var. Ben Semra'yı yok saydığım taktirde, diğer bütün kimliklerimde, şapkalarımda bir şeyleri eksik yaparım. Aileyi güçlendirmek, aile ile iyi bir iletişim kurmak aslında özümüzde kendi içimdekiyle doğru iletişim kurmamızla mümkün. Eğer kendi içimizde, kendimizi doğru duyabiliyorsak, kendimizle doğru bir iletişim kurabiliyorsak bu bizim çocuğumuzla, eşimizle ve anne babamızla da doğru iletişimi kurabilmemize destek olabiliyor. Diyelim ki biz birilerinin rahatlığından rahatsız oluyorsak veya birilerinin çok göz önünde durmasından rahatsız oluyorsak muhtemelen kendi içimizde yeterince rahat olamadığımız ve çok fazla sınırlarımızın çizilmesiyle ilgili bir şeydir. Yani biz karşımızdaki birisinden bir konuda rahatsız oluyorsak, önce kendi içimizde bunun neye denk geldiğini bilmeye ihtiyacımız var. Aile içi ilişkilere baktığımızda da genelde eşler diğerinden yana beklentiye girer. Onun anlamasını, onun anlayışlı olmasını bekler. Ama sağlıklı bir aile müessesini devam ettireceksek her iki tarafta, veya kaç taraf varsa, öncelikle kendisine dönüp 'Ben neyi verebilirim', veya 'Ben burada neyi yanlış yapıyorum, neyi doğru yapabilirim' diye sormalıdır. Kendi bireyimizi doğru anlamakla, kendi içimizde doğru iletişim kurmakla ilgili. Kendi istek ve arzularımıza kulaklarımızı tıkıyorsak şayet, kendimizi yeterince tanımıyorsak kızımızın ya da oğlumuzun farklı taleplerini çokta doğru yorumlayamıyor olabiliyoruz. Bireyci bir şekilde düşündüğümüzde de  bireycilikten kastım şu; bencillikle, beni sevmeyi birbirinden ayırt etmemiz lazım. Dünyanın merkezinde ben varım demek değil ama buradaki beni de seveceğiz ki başkalarının da bizi sevmesine bir nedenimiz olsun.

Ben daha birey olmayı becerememişim, birden bire yuva kuruyorum, iş sahibi ve çocuk sahibi oluyorum. Daha kendimi bilmeden, tanımadan eşime ve çocuğuma nasıl davranacağım? Bunun önüne nasıl geçebiliriz, insanlara birey olmaları yönünde nasıl yardımcı olabiliriz? Kimse öğretmediyse sonuçta bu o insanın da suçu değil ki...
Ben hep şunu söylüyorum danışanlarıma; kimse geçmişe gidip geçmişiniz değiştiremez. Anne babamızı, yaşadığımız acıları, çocukluğumuzu değiştiremeyiz. Ama bugün bir karar verip bundan sonrası için kendimize yeni bir son yazabiliriz. Burada da bireysel farkındalık önemli. Bugün bu konuları konuşuyoruz ama, Semra kimliğine baktığımızda Semra çok mu muhteşem bir çocukluk geçirip süt liman bir hayat yaşadı? Değil. Hepimizn kendi ailelerinde, gelişim süreçlerlerinde cam duvarlara toslamışlığı var, toslamaya da devam edeceğiz. Burada önemli olan her yere düşüğümüzde veya her canımızın yandığında ayağa kalkıp yola devam edebilme cesaretini gösterebilmektir. Yani aslında hayat bize, "Bu hayatta birçok kez düşebilirsin, yaralanabilirsin. Ama senin görevin dersini al ve yola devam et" diyor. Eğer orada kalıp, 'Ben neden düştüm, ayağıma kim çelme taktı' diye boğuşursak oradan bir adım ileri gidemiyoruz. Sorunun sonunda söylediğiniz gibi, kimse öğretmediyse ne yapacağız? İşte kendimizle bu süreci aşmak zorundayız. Bizden başka kimse yok. Biz kendimiz tanıyıp, kendi acımızla, kendi travmalarımızla yüzleşebileceğimiz sürece güçleneceğiz. Bazen kendi yara kabuklarımızı kanatmamız gerekiyor. O acıyı göze alıp devam etmek gerekiyor.

Acılarla pişmeye devam ediyoruz
Yani bir anlamda insanlar size kimin çocuğusun veya kimin ebeveynisin demiyorlar. Bana Mehmet, sana Semra, ona Osman diyorlar, sen kimsin diyorlar. O sorunun cevaını da bulmak için hatalarımızı onda bunda değil, biraz kendimizde aramanın yolunu seçmeliyiz. Bu mutluluğu ararken de böyle değil mi? 

Ben bireyse olarak mutluluğu bir süreç olarak yorumluyorum. Yani şunu yapacağım ve mutlu olacağım diye bir şey yok. İyi bir evde oturacağım, iyi bir eşim olacak ve mutlu olacağım diye bir şey yok. Çünkü bu süreç son nefesimizi verene kadar devam edecek. Aslında insan olma sürecimizde son nefesimize kadar devam edecek. Biz sürekli yaşadığımız acılarla, deneyimlerle pişmeye devam ediyoruz. Hamken pişiyoruz. Aslında piştikçe insan olmamız tamamlandıkça da üzerimizdeki süslü kimliklerden vazgeçiyoruz. Onun karısı, onun kızı olmak ya da ismimizin başına getirdiklerimiz anlamsızlaşıyor. Çünkü artık kendi içimizde büyüyen ve kendi kendimizi ortaya koyduğumuz bir süreç ilerliyor. Mesela genelde şöyledir; siz içinizde ne kadar zayıfsanız, dışınızla uğraşırsınız. Dışıyla çok uğraşan, dışının gösterişini artırmaya çalışan kişilerin genel psikolojisinde içeride hep boşluklar vardır. İçeride güçlendikçe dışarıya çok kafa takmazsınız. Örneğin güçlü ve ünlü birinin sokağa çıkarken eşofman veya salaş kıyafetlerle dolaşmasından hiç rahatsız olmamasıyla, kıyafetiyle anlamlandırılacak birisi ise kıyafetine çok önem verir. Burada da işte kendi içimizde bazı konularda güçlendiğimiz sürece dışarıdaki bir takım şeyler bizi artık ilgilendirmeyebiliyor. Yeniden aile içine dönecek olursak; aile içinde ne kadar güçlü yetiştirilirseniz,  siz küçükken çocuğunuzun fikirlerine önem veriyorsanız, kızım bu konuda ne düşünüyorsun diye soruyorsanız ya da o size bir fikir sunduğunda onun fikrini dinliyorsanız, o çocuk büyüdüğünde, yetişkin olduğunda kendini değerli hissedeceğinden fikirlerini paylaşmaktan korkmayacak. Çocuk bakımını sadece karnını doyurdum, aç değil açıkta değil deyip normal hayat içerisinde çocuğa duygusal anlamda destek olmadığınızda, o çocuk yetişkinliğinde isterseniz ona hanlar, katlar bırakın, o değersizlik duygusu hep içinde olacak ve o değerlilik hissini yaşamak için bir sürü acılar yaşayacak, hep kendini ispat derdine düşecek ve yanlış ilişkiler yaşayacak. O yüzden bazen kaderimiz annemizin babamızın veya hangi evde doğduğumuzla çok bağlantılı oluyor. Yani eğer sizi seven, size güven veren bir baba ile büyümüşseniz bu hayatınıza yansıyor. Annenin bir bilinç düzeyi yoksa ve annenin duygusal yoksunluğu yoksa gibi sıkıntılar da var. Anneniz size her şeyi yapıyor ama duygusal olarak sizinle bağ kuramamışsa ömür boyu o bağı sürdürebileceğiniz insanları arayabiliyorsunuz. Yani hep bir tamamlanma süreci ve tamamlanma acısı. Hayat böyle sürüp gidiyor.

SEMRA AYDIN AVŞAR

Aile her şeyin temeli. Eğitimin temeli, ilk 
harfleri seslendirmeyi bile aileden öğreniyoruz. Davranışların ve kuralların temeli. Hiç rastlar mısınız bilmem, çok naif anne ve babadan kaba bir çocuk veya küfrü, gürültüyü seven bir aileden nazik bir çocuğa pek rastlanmıyor...

Aile derken, sadece anne baba değil, o anne babanın da bir üst ebeveynleri var. Genlerimizle geliyor, hangi coğrafyayla bağımız olduğu bu yüzden önemli. Bazı konuşmalarda bunu örnek veriyorum; diyelim ki sizin bir üst ebeveyniniz veya onun neneleri, dedeleri bir takım yokluk bilinciyle gelmişlerse bir süre, sizin çocuğunuza o yokluk bilincini aşılamamanız çok zor. Ancak bilinçlibir fakındalıkla farklı bir duruşunuzla bunu gösterebilirsiniz. Türk coğrafyasına baktığınız zaman savaşlar, isyanlar, ihanetler, entrikalar... Bir kere bulunduğumuz coğrafyanın genelinde acı ve gözyaşı var. Bu topraklar çok kolay elde edilmiş topraklar değil. Gözyaşı ve kan dökmüşüz. Dolayısıyla ha deyince değişmiyor hayat. Siz bir sonraki nesilde çok iyi arabalara binip, iyi evlerde oturabilirsiniz ama bazen ufak nüanslarda çocuğunuza o yokluk algısı yansıyabiliyor. Bazen, bazı acılar ve bazı kaygılar sizinle ilgili değildir diyoruz. Mesela çok fazla çocuğunun üstüne titreyen ebeveynler vardır ve farkında olmadan çocuğunun zayıf kalmasına neden olur. Bazısı da saldım çayıra mevlam kayıra deyip serbest bırakıyor. İkisi de yanlış. Dengeye ihtiyacımız var. Hayatımızın, sevgilierimiz, ilişkilerimizin dengeye ihtiyacı var. Bu denge aileye, çocuklara yansıyor. Annede olan problemler bir şekilde çocuğa da yansıyabiliyor. Bunu yansıtmamak çok zor olsa da, süreci biraz yaşarken toparlamak gerekiyor. 

Sevgisizlik insanı öldürüyor
Aile içerisinde zaman zaman eşimize, çocuklarımıza hatta iş arkadaşlarımız beyaz yalanlar söylüyoruz, ikna edici cümleler kurmaya çalışıyoruz. Daha doğrusu problemleri geçici olarak halletmeye çalışıyoruz. Benim çocukluğumda şu vardı; bir yerimiz acıdığı zaman söylerdik ve annemiz ya da babamız, "Mehmet'in bacağına kim vurdu? Gel bakayım buraya" derdi. O sırada acı geçerdi. Büyürken sende bu defa çocuğuna bunu yapıyorsun veya iş arkadaşından onu bekliyorsun. Geriye dönüp baktığımızda çok yanlış bir davranış. Tehdit, beyaz yalan, ikna etmek yanlış... Bu tür şeyleri nasıl yorumluyorsunuz?

Orada dediğim gibi, temelde çocuklarla ilişkilere bakışta ben genelde çocuklardan yana tavrımı koyuyorum. Yani çocukların çocuk olduğunu unutmamak gerekiyor ve çocukluk gerçekten çok zor bir süreç. Dünyaya geliyorsunuz ve bilmediğiniz bir dünyada bir tek insan evladı belli bir yaşa kadar ebeveyne ihtiyaç duyuyor. Doğada canlılara baktığınızda hepsi anne karnından çıktıktan sonra bir gün içerisinde, birkaç dakika içerisinde ebeveynleri olmadan hayata devam edebiliyorlar. Ama insan yavrusu 9 ay anne karnında kalıp çıktıktan sonra annenin bakımına, ebeveynlerinin korumasına ihtiyaç duyuyor. Bu sadece fiziki bir ihtiyaç değil tabiki. Amerika'da bir üniversitede deney yapılıyor; yeni doğan çoukları ikiye ayırıyorlar. Bir gurup çocuğun sadece mama ve bakım ihtiyaçlarını karşılıyorlar, diğer guruba ise bakıcılarının onlarla ilgilendiği, konuştuğu biçimde bakılıyor. İlk gurup olan çocuklardan birkaçı hemen ölmeye başlıyor ve deney yarıda kesiliyor. Geriye kalan çocuklar bazı ebeveynlere veriliyor ki bakımları devam etsin. Ancak kendilerini toparlayamıyorlar. Oysa dokunularak bakım verilen, sevgi gösterilen çocuklar hayatlarına normal devam ediyorlar. Çok acı ama yapılmış bir deney. İnsan evladı, insan kişisinin diğer bir evlada ihtiyacı var, dokunmak zorunda. O sevgiyi almak zorunda. Sevgisizlik insanı öldürüyor. Söz ettiğimiz gibi, ailede aslında kültürel normlarda önemli. Bazı coğrafyalarda babalar, bir büyüklerinin yanında çocuklarını kucaklarına almanın saygısızlık olduğuyla büyütülmüşler. Aslında canını istese canını verecek çocuğa, fakat saygısızlık olmasın diye evladını kucaklayamıyor. Evladını kucağına alamayan bir neslin çocukları, şuan 2. nesil olarak, siz ve ben diyelim o çocuklarız; bizim kendi çocuklarımızla bağ kurmamız, duygusal bağ sağlamamız ha deyince olacak bir şey değil, devrim gerektiriyor. Yani zihinsel devrime ihtiyacımız var. Çünkü eğer size anne baba sevmeyi öğretmemişse, sevilmeyi öğretmemişse iyi sevgi- kötü sevgi, iyi dokunma- kötü dokunma, sınırları öğretmemişse gerçekten yetişkinlik çok acı bir süreçte devam ediyor. Eğer size doğru sınırlar anlatılmazsa, sizden yetişen çocukta bu sefer kıskanıyor ki vuruyor ve arızalar başlıyor. Daha basit bir örnek; dokunmak dedik ya çok kıymetli diye, şimdi o çocukluk döneminin çoğunu hatırlamıyoruz. Zaten birçok travmamız çocukluktan geliyor. Şemalarımızı çocukken yaşadığımız deneyimler belirliyor ve o şemalar bizim yetişkinlik çağımızda bizi biz yapıyor. Narsistlik, mükemmelliyetçilik, sessizlik oradan geliyor. O yüzden anne babanın davranışları çok önemli ve etkili. Bunları farkındalıkla aşabiliyoruz. Örneğin ben anneme gittiğimizde, önüme yemek konulur ve 'ye' denir. Tok da gitsem yemeliyim. Yıllarca bunun farkında değildim. Yıllarca dedim ki heralde ben annem gibi bir anne olmam. Bir süre sonra bir baktım ki kendi kızıma da aynısını yapıyorum. Annemin annesine baktım ki Kafkas'tan göçüyorlar ve savaş görüp, bir lokma ile 2-3 gün geçiriyorlar. Kimisinde de ister yesin ister yemesin, kendi ayaklarının üstünde dursun vardır. İşte kültür bu anlamda etki ediyor. Farkındalığım arttığında kendimi onu yapmaktan vazgeçtim. Çünkü kızımın sınırlarını bilemezsem kızıma en büyük kötülüğü yaparım. Mide onun midesi, kafa onun kafası. Ben ona o imkanı sunuyorum. Yemiyorsa açlığın karşılığını almalı, yani bir yanlış yapıyorsa onun bedelini ödemesi gerektiğini bilmeli. Çünkü  hayat çok acımasız. Kendini koruyup kollamalı. Yarınlarında kişi şunu düşünür; bu adam beni seviyor mu, sevmiyor mu? Ben bu adamın yanına değerli miyim, değersiz miyim? Kendi karmaşanı yaşamaya başlıyorsunuz. O sırada başlıyor ilişki problemleri. İşte her şey o anne babanın, özellikle de annenin o çocuğa davranışlarıyla şekilleniyor. Baba eğer ona güven vermezse, yetişme çağında yanındayı, her şeye rağmen benim evladımsın diyemedikten sonra o çocuk başka babacıklar aramaya başlıyor. Acılar başlıyor.

ÜÇ FARKLI TEMEL BAĞLANMA STİLİ VARDIR
Bağlanma kuramına göre çocuk, bebeklikten itibaren annesiyle geliştirdiği ilişkisini ilerleyen yaşlarda yakın ilişkilerinde model olarak kullanır. Kişinin “benlik” modeli ve “başkaları” modeli bu sayede gelişir. Benlik modeli, kişinin kendini ne ölçüde sevgiye layık, değerli bir birey olarak gördüğüdür. Başkaları modeli, kişinin diğerlerini ne ölçüde güvenilir, ilgi ve sevgi sunmaya hazır olarak algıladığıdır. Üç farklı temel bağlanma stili vardır: Güvenli bağlanma, kaçıngan bağlanma ve Kaygılı bağlanma. Güvenli Bağlanma varsa, çocuk annesinden “buradayım, seni duyuyorum, sana değer veriyorum” mesajlarını almıştır. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, hayatın ilk yıllarında güvenli bağlanan çocuklar, zorluklar karşısında “ben başa çıkabilirim” inancına sahiptirler. Stresli durumlarda yaşadıkları olumsuz duygularla daha iyi başa çıkabilirler. Araştırmalar, erken çocukluk dönemindeki güvenli bağlanan çocukların ileriki yıllarda sosyal ilişkilerinde daha yetkin olduklarını göstermektedir. Eğer siz çocukluğunuzda ebeveynlerinizden güvenli bağlanma öğrendiyseniz, ilişkilerinizde empati yeteneğiniz yüksek olacaktır. Hayatınızda daha uzun ve güven temelli romantik ilişkiler yaşayabilirsiniz. Duygularınızı ve ihtiyaçlarınızı rahatlıkla ifade edebilirsiniz. Dünyayı keşfedilecek bir alan olarak görür, ilişkilerinizde yaşadığınız olası sorunlar sizi korkutmaz. Her seferinde yeniden başlama gücünü içinizde bulabilirsiniz. Çocuğunuzun güvenli bağlanmasını istiyorsanız, çocuğunuza kesintisiz ve tutarlı bakım vermelisiniz. “çok kucağına alma, alışır. Her uyandığında emzirme, alışır. Her istediğini yapma, bebek haliyle seni kullanır” gibi önerilere kulaklarınızı tıkamanızı tavsiye edebilirim.

SEMRA AYDIN AVŞAR KİMDİR?
Lisans eğitimlerini İletişim ve Psikoloji alanlarında, Yüksek Lisans eğitimlerini ise Sosyoloji ve Davranış Bilimleri alanlarında yaptı. Ayrıca Aile Danışmanlığı, Aile ve Çift Terapisi, Bireysel Danışmanlık konularında ulusal ve uluslararası sertifika programlarını tamamladı. İş hayatına 1994 yılında eğitim sektöründe başladı ve 2005 yılından beridir kamu sektöründe devam ediyor. Aile Danışmanlığı yanı sıra "Aile İçi İletişim, Mahremiyet, İhmal ve İstismar, İnternet ve Sosyal Medya Bağımlılığı, Anne -Baba Tutumları, Sosyal Medya ve Teknolojiyi Bilinçli Kullanma" gibi konu başlıklarında, okullarda seminerler ve söyleşiler yapmaktadır. Kuşaklar arasındaki mahremiyet algısındaki değişimi, sosyal medya üzerinden okumaya çalıştığı, Sosyal Medya ve Mahremiyet konusunu ele aldığı, sosyoloji alanındaki kitabı "Aşikar Mahremiyet" Mayıs 2019 itibariyle okurlarıyla buluştu.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *