Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Orta şiddetli yağmur
16°
Ara
Damga Röportaj Herkes gazeteci olamaz!

Herkes gazeteci olamaz!

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, gazetecilik alanında eğitimler veren Doç. Dr. İbrahim Sena Arvas, gazeteciliğe ilişkin Damga'ya konuştu. Gazeteciliğin günümüzde çok değersizleştirildiğini kaydeden Arvas, “Bakıyorsunuz eline kamera alan, fotoğraf makinesi alan kendisine gazeteciyim diyor. Hayır. Herkes gazeteci olamaz. Gazetecilik bu kadar basit bir iş değil. Gazetecilerin bu anlamda mesleğin itibarını yeniden kazanması şart” dedi

Okunma Süresi: 10 dk

İstanbul Gazeteciler Derneği'nin yeni basın yasasını tartışmak üzere düzenlediği Serbest Kürsü programına katılan İstanbul Üniversites İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü akademisyenlerinden Doç. Dr. İbrahim Sena Arvas, gazeteciliğe dair önemli açıklamalar yaptı. Damga'ya konuşan Arvas, gündemden düşmeyen ve çok tartışılan yeni basın yasasından, yurttaş gazeteciliği kavramına ve naylon gazetelere ilişkin ses getirecek mesajlar verdi. Kendisinin de gazetecilikten gelen bir isim olduğunu kaydeden Arvas, “İhlas Haber Ajansı'nda (İHA) polis adliye muhabiri olarak çalışmaya başladım. Magazin ve spor muhabirliği yaptım. Üniversiteyi sonra okumaya karar verdim ve önce mesleği tecrübe ettim. Üniversiteyi okurken bir staj zorunluluğu getirdiler. Ancak staj konusu benim için geç bir konuydu zaten 5-6 yıl gazetecilik yaptığım için yerel bir gazetede naylon bir staj yapmaya karar verdim. Ancak seçim sonrasıydı ve değerli meslektaşım gazeteyi kapatmaya karar vermişti. Yani vuracağını vurmuştu ve gidiyordu. Bana dedi ki 'gazeteyi sana satayım' ben de çok cüzi bir rakama Tuzla'daki gazeteyi satın aldım. 35 yaşıma kadar yerel gazeteciliği bırakmadım. Akademisyenlikle beraber yürüdü. Çünkü ben gazeteciyim. Gazetecilik benim için akademisyenlikten önce gelir” dedi.


Gazetecilik yapmaktan vazgeçmedim

Gazetecilik yapmanın kendisi için bir tutku olduğunun altını çizen Arvas, “Gene uzun süre gazetecilik yapmaya devam ettim. En son çıkardığım gazete, Gazete 216 idi. Beykoz'da, Kavacık'da, Üsküdar'da yayın yapıyorduk. Bu yeni bir tarih. 2016'da bıraktım. Sonra da tamamen aktif olarak gazetecilik hayatıma son verdim. Çünkü doçentlik çalışmaları baya bir zaman aldı. Şimdi bunun üstüne bir şeyler söyleyebilirim. Gazetecilerin kendi mesleği hakkında konuşanları ciddiye alması için gazetecinin meslektaşı olmasını tercih eder. Gazetecilere hitap edebilmek için bu mesleğin tozunu yutmak gerekir. Ben de bu yüzden bunları anlattım” şeklinde konuştu.


Leyla'yı bekler gibi bekledik

Gündemden düşmeyen yeni basın yasası hakkında da değerlendirmeler yapan Arvas, “7418 ile başlayalım. Basın Kanunu Güncelleme Yasası. Bu ne sansür ne de dezenformasyon yasasıdır. 2012 yılında hazırlandı, 2014'te tamamlandı. Meclis Adalet Komisyonu'na ve AB Uyum Komisyonu'na gönderildi, iki komisyondan da geçti. Ben de 2014'ten sonra bu kanunla ilgili akademik çalışmalar yapmaya başladım. Bu kanunun bir an önce çıkması için. Çünkü ben de meslektaşlarımızın kağıda hapsedilmesinden son derece rahatsızım. Başkanımız da söyledi. Kağıt pahalı dedi dağıtması zor dedi. Aynen öyle. Bu çağda kağıda bağlı kalmak doğru değil. Gazetecileri özellikle resmi ilan için kağıda mahrum bırakmak çağın gerçeklikleriyle örtüşmüyor. Geçmişte matbaaya ne kadar direnebildiysek, internete de o kadar direnebiliriz. İnternet üzerinden bu işi yapan insanlar gazeteci olarak kabul edilmemiş, sosyal medyadaki ergen muamelesi görmüşler, şirketlerini kırtasiyeci vs diye açmak zorunda kalmışlar. Bırakın basın kartı almayı kendilerini gazeteci gibi tanıtamamışlar. Biz Mecnun'un Leyla'yı beklediği gibi bu yasayı bekledik. İçine de 29'uncu maddeyi sokup getirdiler. Noldu pire için yorgan yaktılar. Bizim hasretle beklediğimiz yasanın adı oldu mu size “sansür yasası.” Meseleyi tartışmalı bir hale getirdiler. Zaten torba yasa gelenektir biz de beklerler, beklerler en son bir tasarı daha yapıştırırlar. Böyle oldu. 39 tane madde var hadi ikisine de ben şerh koyuyorum. 5187 sayılı basın kanununda, 5651 sayılı internet kanunlarıyla ilgili düzenlemeler yapıyorlar. Bizim birebir muhatap olduğumuz şeylerle ilgili düzenlemeler yapılıyor. Bizim için çok önemli. Bu kanun bize sadece ne yapmamamız gerektiğini söylemez aslında haklarımızı da söyler. Haber kaynağı vs ile ilgili konular da haklarınızı gizli tutma hakkı tanır. Bu gazetecilik itibarı açısından çok önemli. Ama ben bu mesleği internette yaptığım zaman bu hakka sahip olamıyordum. Dolayısıyla bu yasa benim için çok önemli. Kimsenin de yasa ile alıp veremediği yok. Ama işte bu yasanın adı oldu “sansür yasası” bu doğru değil. İnsanların derdi 29'uncu madde. O madde de TCK ile ilgili bir düzenleme. Vatandaşları ilgilendiriyor, bizle bir ilgisi yok. Ben 29'uncu madde için tüm yasanın kurban edilmesine çok üzülüyorum. Benim bu yasa ile ilgili birçok çalışmam var” dedi.


Gazetecinin derdi benim derdim

Gazetecilerin derdiyle dertlendiğini vurgulayan Arvas, “Şunu açıkça söyleyebilirim; Türkiye'deki gazetecilerin dertleriyle dertlenen bir akademisyenim. Sizin sorunlarınız benim dertlerim. Akademide pratik olmadıkça kıymeti yoktur. Özellikle gazetecilik de bu önemlidir. Lisans mezunlarının sahaya çıkınca yaşadıkları bocalama da işte bu pratik eksikliğindendir. Bakın ben buraya gelince dedim ki; “Beni dinleyecek insanlar gazeteci mi?” Çünkü benim için önemli olan gazetecilerdir. Aramızdaki bir dert ortaklığı çok değerlidir. Bu olmazsa işte öğrenci mezun olduğunda haber yazmayı bilmekten aciz oluyor. Burada işin ucu bana da dokunuyor. Öğrencilerime hep derim; “Bana sövdürmeyin...” - Tahtayı ikiye bölerim. Derim ki AA'nın dili budur, sektörün dili budur. Velhasıl söylemek istediğim şu. Ben gerçekten gazetecinin derdiyle dertlenirim. İstediğiniz kadar üniversite açın gazetecilik bir usta çırak ilişkisidir. Sadece diploma ile akademik bilgi ile gazeteci olamazsınız” ifadelerini kullandı.


Yerel gazete kavramı yanlış

Gazeteciliğin yerel olarak sınıflandırılmasına ilişkin de itirazlarda bulunan Arvas, “Burada çok önemli bilgiler aldım. Buradaki herkesin gazeteci olması işte bu yüzden çok önemli. Yurttaş gazeteciliği hakkında da konuşmak istiyorum. Ben yerel olmayan gazetelere ulusal denmemesi için çok mücadele ettim. Çünkü ulusal demek ulus çapında ve ulusa ait anlamına gelir. Bize eskiden hep şey derlerdi; “Ya siz yerel gazetesiniz, onlar ulusal gazete.” Niye yani? Biz bu ulusun evlatları değil miyiz, biz bu ulusa ait değil miyiz? Biz Türkiye Cumhuriyeti'nde yayın yapmıyor muyuz, bu zoruma gidiyordu. Dolayısıyla 5187 sayılı yasa ile gazeteleri yaygın ve yerel olarak gazeteleri ikiye ayırabildik. Dolayısıyla yaygın kelimesi varken ulusalı kullanmayı bıraktık. Bayan derdik şimdi bakın kadın diyoruz. Dil evrimleşiyor. Dolayısıyla buradan bir yere geleceğim. Ben öte yandan yurttaş gazeteciliği kavramından çok rahatsız oluyorum. Siz hiç yurttaş dişçisi duydunuz mu? Mümkün mü böyle bir şey. Yurttaş gazetecisiymiş. Sokakta eline telefon alıp bir şeyi çeken biri benim meslektaşım olabilir mi? O kadar kolay mı bu iş? Bu yurttaş gazeteciliği değil haberciliği olabilir. Gazetecilik sadece görüntü çekmek demek değildir. Bunun grafiği, dizgisi, baskısı vs. Dolayısıyla gazetecilik öyle kolay iş değil. Her eline telefon alıp her Youtube kanalı açana gazeteci denmesine ben karşıyım. Bu arkadaşlara yurttaş haberciliği yapıyorlar diyebiliriz ama yurttaş gazetecisi diyemeyiz. Bu en başta kendimize karşı bir haksızlıktır. Yurttaş haberciliği de sizin kontrolünüzde ise kıymetlidir” dedi.


Gazeteler kitle imha silahı olabilir

Gazeteciliğin ve gazetenin ciddiye alınması gerektiğinin önemini vurgulayan Doç. Dr. İbrahim Sena Arvas, “Şimdi bakın işin rengi değişiyor. Sosyal medyaya bakın. Şimdi Kadıköy'de bir olay olsa. Kadıköy'deki bir vatandaşı arayıp yayına bağlayabiliyoruz. Bilgi alabiliyoruz. Ama onun gazetecilik vasfı yok. O sadece haber veriyor. Bakın eskiden gazetelerin dış temsilcilerini bilirdik. Hürriyet'in Londra muhabiri kim bilirdik, şimdi mesela bilmiyoruz. Neden? Çünkü orada okuyan iki üniversite öğrencisine üç beş kuruş verdiğin zaman sana oradaki gelişmeleri telefonla arayıp anlatıyor. Ukrayna Savaşı'nda gördük mesela. Yurttaş haberciliği yaptılar. Her ülkeden birini bulup, konuşturdu. Oraya bir muhabir göndermeden yayın yaptı Cüneyt Özdemir mesela. Yani bu işler bir profesyonelin kontrolünde değilse bizim mesleğimiz için büyük bir tehdit. Şimdi benim öğrencilerim var. Yurttaş gazeteciliğini övsem, övsem çocuklar demez mi? “Hocam madem bu yurttaş gazeteciliği bu kadar değerli biz niye 4 yıl bu fakültede okuyoruz?” ne diyeceğiz? Bizim önce gazeteciliğin itibarını korumamız lazım. Yok veri gazeteciliği derler yok barış gazeteciliği derler vs vs. Hayır. Böyle bir şey yok. Bunlar haberciliğin dalları olur. Gazetecilik başka bir şeydir. Şimdi bu kadar önemli bir iş. Bence dişçilikten önemlidir. Dişçi hata yaparsa gider implant yapar, gazeteci hata yaparsa işte tarihte örneği var. 6-7 Eylül olayları olur. İnfial oluşur, Türkiye birbirine girer. Bir yalan haberle bu memleketin bütün demografik yapısı, sosyolojik yapısı değiştirildi. Gazete unutmayın dünyadaki en etkili kitle imha silahıdır. Profesyonel olmayan ellerde ocak söndürür, devlet yıkar, insanlara zulmün birinci amacı olur. Dolayısıyla bu mesleğin profesyonelleri çok önemli. Benim 3 meslektaşım bir araya geldiği zaman ben heyecan duyuyorum. Çünkü gündemi belirliyorsunuz. İnsanlar demokratik tercihlerini sizin yazılarınız, gözlemleriniz sayesinde devam ettiriyor. Bu kadar hayati bir işin bugün çok ayağa düşürülmesi benim hoşuma gitmiyor.
Maalesef akademideki meslektaşlarımız da bu işe çanak tutuyor. Sonuç olarak burada gönüllü olarak herkesin bir arada olmasını değerli buluyorum” dedi.


Düzgün gazetecileri takip edin

Gazeteciliğin kıymetli bir iş olduğunu ve siyasete kurban edilmemesi gerektiğinin de altını çizen Arvas, “Gazetecilik kıymetlidir. Konuyu şuraya bağlayacağım. Malum yasayla ilgili rahatsızlıkları dile getirirken gazeteci olduğumuzu unutmamamız lazım. Siyasi tartışmalara dahil olmamak gerek. Benim mesela gazeteci olarak bir rahatsızlığım da Basın İlan Kurumu'na yetki verilmesi. Onların bir mesleki etik prensipleri var. Onlara uymazsanız resmi ilanlarınızı kesiyorlar. Amenna peki parayı veren düdüğü çalar da basın kartımı alamazsın. O iş o kadar kolay değil. Bizim yazılı olan şeylerler değil içtihatla ilgili bir sıkıntımız var. Çünkü bu ülkede yorumlanması imkansız olacak kanun maddelerinin aksine kararlar verildiğini gördük. Dolayısıyla biz bu yasaya sahip çıkmalıyız. Bizi ilgilendiren kısmına sahip çıkmalıyız. 29'uncu madde beni ilgilendirmiyor. Yani ne diyeyim? “Lanet olsun istediğimizi söyleyemeyecek miyiz mi?” Yani zaten istediğimizi söyleyip, yazamıyoruz ki. Bu sokaktaki vatandaşın problemi. O düşünsün. Onun yapacağı dezenformasyon var. Bizim yok. Yani vatandaşa bir sorumluluk yükleniyor. 29'uncu maddeyi halktan biri sorduğu zaman diyorum ki; haberi gazeteciden paylaş diyor diyorum. Kafana göre paylaşma. Her gördüğün şeyi retweet etme her yazının altına imzanı atma. Düzgün gazetecileri takip et” dedi.


Yeni yasa çok şey kazandırdı

Yeni yasanın birçok şey kazandırdığının da altını çizen Arvas, “Neler kazandık biz ben anlatayım. 5187'nin tanımlarına girdik. Süreli yayın ve internet haber siteleri. İnternet haber siteleri süreli yayın olarak kabul edildi. Kağıda düşman değilim. Ama internet de devam ediyor. Yani kağıdın üzerinde bu mesleği yapanla internet üzerinde yapan arasındaki fark ortadan kalkacak. Bunu göreceğiz. Kriterleri göreceğiz. Şimdi arşiv saklama geldi, künye geldi. Künye çok önemli. İnternet haber sitesinin künyesi çok önemli. Ben gazeteyi elime alınca künyeye bakarım, internette de böyle olacak. Bu zorunluluğa uymayanların başına ne gelecek onu da yaşayıp göreceğiz. 3 aylık bir süre var. 3 ay içinde beyannameleri vermek lazım. Madem bize böyle bir varlık alanı tanındı bundan faydalanmak lazım. İsterdim ki söke söke alalım, basılı gazetedeki meslektaşlarımızla çalışalım alalım istedim ama hiçbir gazetecilik örgütü bu konuda eylem yapmadı” diye konuştu.

TGC heyecanını kaybetti

Gazetecilerin kendi arasında birlik, beraberlik olamadığının da altını çizen Arvas, “Gazeteciler kolektif hareket etmeyi bıraktı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti var, Türk Basın Konseyi var hepsi siyasallaşmış. Hiçbirinin bir mücadele verdiğini göremiyoruz. Mesela yaptığı kınamayı bile ciddiye almıyorlar. Ben hep söylüyorum 'Tayyip Atak' geçiriyorlar. İktidarla ilgili bir eleştiri yapacakları zaman şaşırıyorlar. Dengelerini kaybediyorlar. Ya sen iktidarı bırak. İşini yap, saygınlığını kazan. Siyasallaşma. Bak muhalif olma demiyorum, muhalif durabilirsin ama her şeye siyasetle cevap vermek her şeye siyaseten bakmak sağlıklı bir şey değil. Gazeteciler profesyone olmalıdır. Öğrencilerim çok iyi bilir özellikle bizim kolektif olarak mücadele etmemiz gereken şeylerin mutlaka makalesini yazarım. Mesela seçim yaklaşıyor bir sürü naylon gazete çıkacak. Biz bunlarla mücadele adına bir şey yapamıyoruz. Bunu devletten beklememiz lazım. Gazetecilerin bri araya gelme noktasında da kamplaştığını görüyorum. Oysa Fenerbahçe ve Galatasaraylı futbolcular beraber yemeğe gidebiliyor. Biz niye bu kadar kamplaşıyoruz? Hepimiz aynı gemideyiz. Dolayısıyla kolektif bir hareket sergilememiz lazım. Bakın bu yasal düzenleme yukarıdan bize verildi. Biz mücadele vermedik. Çünkü TGC çok saygın bir meslek örgütü ama çok yaşlandı. Kendini güncelleyemedi. Heyecanını kaybetti. O dinamikliğini eski gücünü kaybetti. Bizim dertlerimizle dertlendiklerini bile düşünmüyorum. Yurttaş gazeteciliği kavramına karşı çıkmalıyız, naylon gazetelerle mücadele etmeliyiz. Bunları başarabilmemiz gerekir. Ben bir de gazetecinin taraflı olmasından yanayım. Önce gerçeğin tarafında sonra kendi siyasetinin tarafında olması lazım. Haber olarak değil ama fikir olarak bir taraf. Haberle, yorumu birbirinden ayırarak. Gerçeği çarpıtmadan taraf olmanız da bir sakınca yok” ifadelerini kullandı.

ÖZEL HABER:

MÜGE CESUR ÖZMEN
 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *