40 yıla yakındır gazetecilik yapan ve birçok haberi ile gündem olan İrfan Sapmaz Damga'ya konuştu. Şu anda Küresel Gazetecilik Konseyi Washington DC Temsilcisi olan Sapmaz, ABD'de ve Türkiye'de yapılan gazeteciliği karşılaştırdı. Türkiye'de gazetecilerin kamplaştığını dile getiren Sapmaz, "Türkiye’de parti gazeteciliği ön plana çıktı. Gazeteci halkı için çalışır, partisi için değil. Gazeteci adaletli olur ve yazılarında adalet hakimdir. Ancak bu adaleti herkesi kapsamalıdır" ifadelerini kullandı.
Küresel Gazetecilik Konseyi Washington DC Temsilcisiniz, neler yapıyorsunuz, biraz anlatır mısınız?
Bildiğiniz gibi KGK yeni bir oluşum. Ve şu an itibari ile dünyanın 28 ülkesinde temsilcilikleri bulunuyor. Aynı zamanda da Türkiye’nin hemen hemen her şehrinde ciddi yapılanma devam ediyor. Başkanlığını benim de 25 yıla yakındır arkadaşım olan değerli gazeteci Mehmet Ali Dim yapıyor. Sağ olsunlar ben Amerika’ya Washington DC’ye gelince temsilcilik görevini tevdi ettiler. Buna değer gördükleri için ayrıca Mehmet Ali’ye ve diğer arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum. Her şeyden önce Amerika’da medyanın gücü, oluşumu ve toplum üzerindeki etkileri, özellikle de resmi kurumlar ile olan ilişkileri üzerinde araştırmalara başladım. Amerikan medyasının gücünün nereden geldiğini ve gerçekten dışarıdan gördüğümüz kadarı ile Amerikan medyası bağımsız mıdır? Bunları bir televizyoncu ve aynı zamanda da Washington DC’de MBA yüksek lisans yapan bir akademisyen olarak araştırıyorum. Amacımız bu ülkeden medya olarak olumlu veya olumsuz alabileceğimiz dersler nedir, bunun üzerine çalışmalarımı yapıyorum. Ve zaman zaman Başkan Mehmet Ali Dim’in başkanlığındaki kurum içi konferanslarda bunları dile getiriyorum.
Meslekte 40 yılı doldurmanıza az kaldı. Savaş muhabiri olarak dünyanın en sıcak olaylarını ve savaşlarını takip ettiniz. Öyle ki 1992 yılında Hocalı Katliamı'nı dünyaya duyuran ilk kişisiniz. Savaş muhabirliği alanında tecrübe açısından isminizin sayılı isimler arasında olduğunu biliyoruz. Dünya çapında haberlere imza attınız. İnsanlık dramının tam ortasında olanı biteni izlediniz. Gördükleriniz, deneyimleriniz aslında neyin özetidir?
Evet 37. yıldayım ve 40 yıla neredeyse birkaç sene kaldı. Çok büyük deneyim ve tecrübeler elde ettim. Uluslararası bir gazeteci ve televizyoncu, aynı zamanda savaş muhabiri olarak öğrendiğim tek bir şey var. İnsan hayatının ne kadar önemli olduğu. Ve bunun karşılığının olmadığı. Dünyadaki bütün savaşların ise anlamsız ve insan hırslarının zirve yapmasından başka bir şey olmadığını gördüm. Yani önce insan. İnsanları, dinleri, dilleri, ırkları, mezhepleri, görüşlerine bakmaksızın sevmeyi öğrendim. Bunların hepsinin dünya için, insanoğlu için bir renk olduğunu gördüm. Kötü insan yoktur. Güzel insan vardır. Ancak insanların kötü hareketleri veya eylemleri vardır. Çünkü insan özünde yaratılmış en muhteşem bir varlıktır. Savaş muhabirliği insan hayatının ne kadar kısa olduğunu öğretti bana. Bir savaş muhabiri olarak, bir akademisyen olarak bundan sonraki hayatımı edindiğim bu deneyim ve tecrübeler ışığında insanlığa savaşların ne kadar acımasız olduğunu ve gereksiz olduğunu anlatmaya adamak istiyorum. Yaratılmış olan her şeyi Yaradan’dan ötürü sevmenin ne kadar güzel olduğunu dünyaya aktarmak istiyorum. Özellikle de bunu Amerikan toplumunda ve dolayısı ile dünyaya bu ülke üzerinden anlatmak istiyorum. Çünkü dünyanın en etkin ve güçlü ülkelerinden birisi ABD. Buradan sesimin dünyaya daha çabuk ve gür çıkacağına inanıyorum.
Tüm dünya Covid 19 salgınıyla büyük uğraş veriyor. En çok can kaybının yaşandığı ülkelerden biri olan ABD, sizin de yaşadığınız yer; Ülkenin ve ABD Başkanı Trump'ın virüsle mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
COVİD-19 virüsü ben Amerika’da iken patladı. Aslında Çin’de 2019 Aralık ayının son haftasında belirdi, fakat Çinliler bunu dünyaya maalesef geç duyurdu. Ocak ayının 19’u idi yaklaşık olarak Amerika’da 3 uçağın inişi ile birlikte Amerikan halkı ve dünya bu virüsten haberdar oldu. Veya bazı iddialara göre, ABD istihbarat birimleri Trump’a Beyaz Saray’da bununla ilgili bilgiler verdi ancak Trump pek ciddiye almadı. Fakat durumun ciddiyetinin Trump tarafından da anlaşılması üzerinde günlük olarak takip ederken, Trump’un konuya son derece ciddi yaklaştığına şahit oldum. Her gün Beyaz Saray’da oluşturan Sağlık ve daha sonra da çeşitli ekonomik komiteler aracılığı ile virüsün üzerinde çok ciddi şekilde gidildi. Ancak Amerika buna çok hazırlıksız yakalandı. Çünkü sağlık malzemeleri, özellikle solunum cihazları konusunda büyük eksiklikleri olduğu ortaya çıktı. Fakat bunu bir süre sonra aştılar. Genel anlamda Trump konunun üzerine çok ciddiyet ile eğildi. Malum 3 Kasım 2020 tarihinde seçimler de olunca, bu sorunun üstesinden gelmek zorundaydı.
Gazeteciliğe dönecek olursak, Türkiye'de gazetecilik yapmak ile Amerika'da gazetecilik yapmak arasındaki farklılıklar nelerdir?
Türkiye’de özellikle ana akım medya içerisinde üst düzeylerde görev yapıyorsanız, bağımsız olmanızdan söz edilemez. Çünkü bağlı olduğunuz kurumlar maddeten hükümetler ile çeşitli iş ilişkileri içerisinde bulunduğundan, bunların yansımalarından etkilenmemeniz mümkün değil. Bunu sadece bu hükümet dönemi için söylemiyorum. Daha önceki hükümetler dönemi için de söylüyorum. Ne zaman ki patronlar hükümetler ile çeşitli iş, kredi, ekonomik ilişkilere girdiler medyadaki birçok insan da haliyle bu ilişkilerin içinde yer almak zorunda kaldı. Üst düzey yöneticiler özellikle bundan çok etkilendiler. Patronlar suyun akışını nasıl yönlendiriyorlarsa, emirleri altındaki medya kuruluşları da o şekilde suyun akışına göre yol almak zorunda kaldılar. Bu her kesimdeki medya için geçerli. Yani direk olarak partilere bağımlı medyalardan da bahsediyorum. Kısacası şöyle bir baktığımızda, bir taraf diğer tarafı yandaş olmakla suçlarken, kendisi de aslında savunduğu fikirlerin bağlı olduğu partilerin yandaşı konumunda. Kimse kimseyi aldatmasın. Kısacası gazeteciler Türkiye’de kamplaşmış durumdalar. Türkiye’de ise parti gazeteciliği ön plana çıktı. İnsanlar savundukları partiler adına, bunu her kesim için söylüyorum meslektaşlarını neredeyse düşman görür hale geldiler. Bunların hiçbiri doğru bir yaklaşım değil maalesef. Gazeteci tarafsız, objektif ve halkı için çalışır. Partisi için değil. Gazeteci adaletli olur ve yazılarında adalet hakimdir. Ancak bu adaleti herkesi kapsamalıdır. Türkiye’de taraflı duygular kalemlere hakim. Amerika’ya gelince. Amerika’da tabi ki dışarıdan görüldüğü kadar her şey dört dörtlük değil. Yani medya alanında bizim özlediğimiz tarafsız gazeteciliği büyük medya kuruluşlarının bazılarına baktığımız zaman görmemiz mümkün değil. Fox News Trump’a tam destek verirken, CNN ise tam tersi. Her gün Trump’a yükleniyor. Trump’ın hiçbir işi doğru değilmiş gibi. Bunlar da doğru değil gazetecilik açısından baktığımız zaman. Ama genel hatları ile baktığımızda Amerika’da bağımsız medya kuruluşlarını, bağımsız kalemleri görmek mümkün. Beyaz Saray’da gazeteciler sonuna kadar Trump ile her konuyu neredeyse tartışıyorlar. Bunları canlı yayınlarda görüyoruz. Tabi ki Amerika’nın kuruluşu ile itibari ile bağımsızlık çok önemli bir kavram. Çünkü dünyanın her yerinden gelen insanlar buraya sadece bir şey için gelmişler. Bağımsızlık. ABD anayasasında “insanları Tanrı (Biz Allah diyoruz) bağımsız yaratmıştır ve onların üzerinde hiç kimse hakimiyet kuramaz." gibi bir kavram var. İşte bundan güç alan Amerikan halkı bağımsızlıklarına çok düşkünler. Onun için de Beyaz Saray’a seçilen Başkanlar halktan çok korkuyorlar.
Türkiye'nin gündemini yurt dışından takip eden Türk gazeteciler dışarıdan baktıklarında neler düşünüyorlar? Yurt dışında gazetecilik yapmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Bu tabi ki ülkesine göre değişir. Çeşitli ülkelerde çalıştım. Ülkenin ne kadar demokratik olup olmadığı ile ilgili bir konu bu. Tabi ki benim çizgim bellidir. Ben tarafsız hiçbir parti ile bağı olmayan, muhafazakar ve milli görüşlere sahip bir kişiyim. Benim bu görüşümün bir parti ile bir bağı yok. Yetişme tarzım ve vatanıma, milletime, dinime olan bağımlılığım ile ilgili. Ben olaylara bu çerçeveden bakıyorum. Türkiye’de medya alanındaki sıkıntıları bir önceki soruda anlattım. Mesela Amerika’da gazetecilik yapmak tabi ki güzel. Neden iş imkanları çok fazla bu ülkede. Nüfus çok yüksek. 329 milyonluk bir ülkede halk bağımsız, tarafsız kalemleri seviyor ve destekliyor. Sivil toplum kuruluşları, akademisyenler her zaman sözünü söylüyor. Başkanları, yöneticileri çok rahat bir şekilde eleştirebiliyorlar. Bunun örneklerini anlatmakla bitiremeyiz. Tabi ki Amerika’da da Amerikan devletinin kullandığı, beraber çalıştığı çok sayıda gazeteci ve çeşitli insanlar var. Bunlar son derece normal aslına baktığınız zaman. Hükümetler her zaman kendi çıkarları için gazetecileri kullanmak isteyeceklerdir. Ancak biz gazeteci olarak kendi açımızdan baktığımız zaman tarafsız, objektif ve adaletli olmalıyız. Tabi ki tıpkı bir Amerikalı gazetecinin kendi ülkesinin çıkarlarını korumasına ne kadar normal görüyorsak, bizler de Türk gazeteciler olarak kendi ülkemizin ve halkımızın çıkarlarını öncelikle korumalıyız. Milli konularda her türlü desteği vermeliyiz. Ancak bu demek değil ki, her gelen hükümet ile kalem yoldaşlığı yapmalıyız. Ne kadar tarafsız olursanız o kadar güçlü bir kaleminiz var demektir. Hükümetler gelip geçicidir. Ancak halkın her zaman tarafsız ve objektif kalemlere ihtiyacı vardır. Bu hem halkın, hem de ülkenin çıkarları açısından son derece önemlidir. Çünkü bir gazeteci kolay yetişmiyor. Yıllarınızı veriyorsunuz, deneyim ve tecrübe kazanıyorsunuz, bir dünya görüşüne sahip oluyorsunuz. Verdiğiniz bu yıllar, kazandığınız bu güven bir parti ile girdiğiniz ilişki sonrası, halkın gözünde yerini güvensizliğe bırakıyor. Halk arasında da belirli parti taraftarlarının da gazetecilerden, kendi partilerine karşı destek vermelerini de anlıyorum. Ama biz Gazeteci olarak bu tip yaklaşımlardan ve parti taraftarlığından uzak durmalıyız. Elbette benim de bir görüşüm olabilir, bir oyum var. Ancak bu sandıkta o oyu bir vatandaş olarak kullanmanın ötesine gitmemeli. Bu oy kalemime yön vermemeli. Çünkü kalem çok kutsaldır.
Gazetecilikte ülkemizde ifade özgürlüğü, tutuklanmalar ile gili görüşleriniz nelerdir? Bir kesimin düşüncesine göre Türkiye’deki gazeteciliğin kurtuluşu yurt dışında. Siz ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de gazeteciliğin kurtuluşunun yurt dışında olduğu görüşüne kesinlikle katılmıyorum. Bizim bir tane ülkemiz var. O da Türkiye. Gerçek milli gazeteciler olarak kendi ülkemizin çıkarları için çalışmalıyız. Dünyanın her yerinde gazetecilerin büyük çoğunluğu öncelikle kendi ülkelerinin çıkarları için çalışırlar. Yani gerçek milli gazeteciler satılık kalem olmamalı. Dışarıdan ülkeler şöyle bakıyor kısacası: "Bugün kendi ülkesine ihanet eden, kendi ülkesini satanlar bizi hayda hayda satarlar ve ihanet ederler." İşin de doğrusu bu zaten. İfade özgürlüğü ile ilgili görüşlerimi parti gazeteciliği ile ilgili görüşlerimi dile getirmiş oldum. Bir parti için gazetecilik yapıyorsanız, bir partiye kilitlenip kalmışsanız ve halkın çıkarlarından çok bir partinin çıkarları için çalışıyorsanız, sonra çıkıp ifade özgürlüğünden bahsedemezsiniz. Çünkü sizin derdiniz ifade özgürlüğü değil. Halkın yerine birilerini memnun etmek. Türkiye’de bulunan tutuklu gazetecilere gelince, çoğunluğunun işte bu anlattığım parti gazeteciliği, militan gazetecilik veya yurt dışında bulunan ihanet çetelerine, terör gruplarına veya çeşitli devletlere hizmet eden gazetecilerden oluştuğunu düşünüyorum. Ayrıca bu meslekte 37 yıl boyunca bulunmamdan dolayı artık Türk medyasında kim kimdir iyi kötü tanıyoruz. Dünya’da artık hiçbir şey sır değildir. Global köyde “Şeyh Google “ diye bir şey çıktı, size herkesin karakterini ortaya saniyeler içerisinde koyuyor. Gerçek gazetecisiyseniz, tarafsız, objektif ve adaletli iseniz kimsenin sizinle işi olamaz. Bir ülkenin Cumhurbaşkanına, annesine afedersiniz sövmek gazetecilik değildir. Bir ülkenin devlet sırlarını, gazetecilik adına dünyaya ilan etmek de gazetecilik değil. Gelin de Amerika’da bunları yapınız. Burada yapamadıklarını, söyleyemediklerini Türkiye’de gazetecilik adına dile getiriyorlar. Bir gazeteci olarak tek adamların hakim olduğu ülkelerde uzun yıllar gazetecilik yaptım. Diktatörlük nedir iyi bilirim. Diktatörlük olan ülkelerde bırakın Devlet Başkanına, Cumhurbaşkanı ve hatta bakanlara bile küfretmeyi, haklarında konuşmaya bile korkarsınız. Bizde ülkeye ihanetin, millete ihanetin adını ifade özgürlüğü koymuşlar.
EMANETİN EHLİNE VERİLMESİ LAZIM
Dünya çapındaki medya kuruluşlarının Türkçe servisleri ve Türkiye muhabirleri, Türkiyelilerin haber alma hakkına nasıl bir katkı sunuyor sizce?
Ben de uzun yıllar çeşitli ülkelerin sahip olduğu televizyonlarda, radyolarda, ajanslarında çalıştım. Kendi medya grubum ve gazetelerim vardı. Yurt dışında gazetecilik yapmanın zorluklarını, hayatta kalmanın ve mücadele etmenin öyle göründüğü gibi kolay olmadığını gayet iyi bilirim. Dünyanın birçok yerinde bu ülkelerin medya kuruluşlarında çalışan birbirinden değerli arkadaşlarımız var. Türkiye olarak bu arkadaşlarımıza sahip çıkılması gerekir. Sadece yazılan, çizilen bir haberden dolayı, yıllarını vermiş bu arkadaşlarımızı bir kalemde silmek doğru değil. Kaybetmek değil, önemli olan kazanmaktır. Kaybetmek çok kolaydır. Bir kalemde üstünü çizerseniz. Ancak bin bir emekle yurt dışında ayakta ve hayatta kalma mücadelesi veren bu arkadaşlarımız ile bağlantılara geçilip, onların kalplerinin kazanılması gerekir. Devletin büyüklüğüne de bu yakışır. Anneler babalar evlatlarını yetiştirebilmek için yurt dışında ne mücadeleler veriyor, bunun ne demek olduğunu da çok iyi bilirim. Tabi ki ülkesine, milletine ihanet içinde olanlardan bahsetmiyorum. Olaya böyle bakıyorum ben. Devletlerin medya politikası çok önemlidir. Türkiye’nin yurt dışında böyle bir politikası olmadığı için, yurt dışında bir CNN, BBC, El Jazira, Reuters, AFP gibi dev medya kuruluşlarımız maalesef yok. Çünkü Türkiye olarak maalesef elimizi cebimize atıp böyle kuruluşları ortaya çıkartamıyoruz. Türkiye’nin yurt dışında bu tip dev medya kuruluşlarında çalışan doğru dürüst gazetecileri de yok. Dünyanın bu dev medya şirketlerinde, televizyonlarında ekranlarda göremiyoruz Türkleri. Neden ? Çünkü dünyaya hükmeden medya yatırımları uzun soluklu ve profesyonel iş gücü gerektiren siyasetlerdir. Allah ne diyor “Emaneti ehline veriniz.” Emaneti sadece Müslümana veriniz demiyor. Ya da tanıdığınıza, partilinize, eşinize, dostunuza, akrabanıza veriniz demiyor. Dünya siyasetine, ekonomisine bunlar gibi medya kuruluşları etki ediyor. Dünyayı kendi ideolojileri ve ülkelerinin çıkarları doğrultusunda bunlar ile etkiliyor, yönlendiriyorlar. Sonra da çıkıp Türkiye’nin yurt dışında birkaç dil bilen, yetenekli, deneyimli Türk gazetecilere neden gidip başka yabancı medya kuruluşlarında çalışıyorsunuz deme hakkımız yok. Çünkü onlara iş imkanları oluşturamıyoruz. Profesyonel kalemler, gazeteciler, televizyoncular bir tarafta unutulmuş. Türkiye’nin bu alanda daha çok yol alması gerekir. Biz yurt dışına bir görevi takip etmeye giderken Cevat Kelle misali hem kameraman, hem foto muhabiri, hem muhabir aklınıza ne gelirse yaparken, dünyanın sayılı medya kuruluşları onlarca profesyonel insanlar ile adeta olayların olduğu ülkeye çıkarma yapıyorlar. Şov yapıyorlar, ülkeleri, dünyayı etkiliyorlar. Bizi bizden başka dinleyen ve izleyen yok. Türkiye dış dünyada sesini duyurmak istiyor ve güçlü olmak istiyorsa önce dünyanın her yerinde medya ayaklarını güçlendirmesi gerekir. Bunlar da tabi ki para ile olacak işler. İşin özeti bu.
TÜRKİYE'Yİ TEBRİK ETMEK GEREKİR
Koronavirüs ve dünyaya etkileri nasıl olacaktır, bundan sonrası için fikriniz, gözlemledikleriniz nelerdir?
Bundan sonra dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Öncelikle sağlık alanına yatırım yapmanın ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Özellikle Türkiye’yi bu konuda tebrik etmek gerekir. En hazırlıklı ülkelerin başında geldi diyebiliriz Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin bu konuda hakkını vermek gerekir. Çünkü Amerika ile mukayese edince, gerçekten Türkiye çok başarılı. Fakat tabi ki halkın da buna ciddiyet ile eğilmesi ile bir başarı elde edildi. Yani yayılmasının önü alınmış oldu. En azından şimdilik. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’da Maşallah 24 saat boyunca çalıştı. İkinci önemli konu dünya bir kez daha gördü ki, Tarım çok önemli. Bunun önemini Amerika’da gördük. Çünkü virüs ile birlikte 329 milyonluk ülkede yaklaşık 300 milyon insan evlerinde hapis kaldı. Ve Tarlalarda ürünler yetiştirilemez oldu. Sonuç olarak gıda konusunda stoklarda sorunlar ortaya çıktı. Ve fiyatların arz talep çerçevesinde yüzde 4’lere varan oranlarda artış gösterdi. Dünya bundan sonra covid19 gibi biyolojik saldırılara karşı daha ciddi önlemler almalı. Ben buna bir biyolojik saldırı diyorum. Henüz tam olarak bu virüsün laboratuvarlarda üretilip üretilmediğini bilmiyoruz. Ancak sonuçta insanlığa karşı yapılmış bir saldırı. Ülkelerin topyekün halklarını koruma psikolojisi yerini, bireylerin kendilerini, kendi şartları içerisinde koruma iç güdüsüne bıraktı. Yani devletlerinizin bireyler bazında herkesi nükleer, konvansiyonel veya çeşitli silahlar aracılığı ile koruyamayacağı ortayı çıktı. Bu tip silahlar covid19 karşısında hiçbir işe yaramadı. Bu ne demek, trilyonlarca dolarlarınız bir virüs karşısında aciz düştü. Kişisel hijyenin ne kadar önemli olduğunu gördük. Artık dünyada bireysel yaşam dönemi başladı. İzole ve hijyen kavramları hayatımızın bundan sonraki dönemleri için bir süre daha çok önemli olacak. Ama işin iyi tarafı Covid19 bize çok şey öğretti. Tedbir almayı, hijyenin önemini, kendi kendimizi bu tip biyolojik saldırılarda nasıl koruyacağımızı gösterdi. Biyolojik saldırılar derken, burada tabi ki bu tip virüslerden bahsediyorum.
Okunma Süresi: 14 dk
İstanbul Amasya Arası Kaç Km ve Kaç Saat Sürer: Tren Var mı, Otobüs, Uçak Saatleri?
#Yaşam / 23 Kasım 2024
Bedri Usta'nın Kardeşinin Şüpheli Ölümü! Rezidansta Korkunç Son...
#Gündem / 23 Kasım 2024
Yorumlar
Yorum yapmak için, isterseniz giriş yapabilir veya kayıt olabilirsiniz.
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *