Adına merkez , Havuz, Devlet ya da başka isimlerin verildiği ve kısa adı Basın ve Medya olan alanın işçileri biz gazetecilerin büyük emekler vererek yaptığı haberler, yazdığımız yorumlar bir- iki bilemediniz üç-dört ajansın veya gazetenin esir olduğu ülkede üç ajans, izlenen onbeş-yirmi kanal ve yine onbeş-yirmi gazeteye mahkum.
Ve biz gazetecilerin günlük en az beş, en çok on ve üzerinde haberi masa başı haber müdürünün ya da ihale alan patronun bakışıyla çöpe gider, gündeme gelmez bile..
Bunları bilen ve adına Yerel Basın denen alanda kendi gazetesini çıkaran, İnternet sitesini yayınlayan biz gazeteciler gerek imkansızlıklardan, gerek baskılardan gerekse kimlik kaybı ilanı gerekmedikçe yerel gazeteyi aklına getirmeyen okurun duyarsızlığından amacına yine ulaşamaz.
Bu sıkıntılar içinde olan biz gazeteciler var olan sorunları aşmak, iş birliği sağlamak adına kurduğumuz derneklerde de amaca ulaşamaz, kamu oyu oluşturamaz. Hatta birbirimizin yazılarını okumaya eriniriz..
Bu nasıl aşılır, benim için ülke gündemi olması gereken haber, senin için çok önemli olan köşe yazın nasıl olur da ülke gündemine taşınırı aşmak için GAZETECİLER AJANSI kurulmalı..
Yani gazeteciyim diyen ve bu mesleğe saygı gösteren tüm gazetecilerin birbirlerinin haberlerini, İnternet sitelerinde yayınlayarak, yayarak ülke gündemine yön verebilir diye düşünüyorum. Örneğin;Kayseri'deki haberi Ardahan daki yerelde, Diyarbakır'daki yorumu İzmir 'deki İnternet sitesinde yayınladığımız da hem yazımız hem haberimiz daha çok okunmaz mı. gündem oluşturmaz mı. Hem parasız hem de özgürce..
Gelin, birlik olalım hep beraber GAZETECİLER AJANSI kuralım. Gazeteci gazetecinin haberini yayınlasın, yorumunu ülkenin diğer ucu okusun. Böylece de ne haberleri çöpe atan haber müdürüne ihtiyaç olur ne de hükümetten, iktidardan, hatta muhalefetten ihale alamam diye gerçek gazetecilere, gerçek baskıyı, gerçek sansürü uygulayan patrona esir olunmaz..
**
**FABRİKA DEĞİL, KARAKOL YAPILIYOR..
Doğu ve güneydoğunun beklediği ve işsizliğin yanısıra devam eden göçü durduracak olan fabrikaların zor durumda olduğu bu süreçte, yeni destekler beklenedursun cezaevleri gibi yeni karakol yapımlarına da ara vermeden devam ediliyor.
Amerika'nın Meksika sınırına, Türkiye'nin de Suriye sınırına ve kent merkezlerinde bulunan karakol, askeri ve kamu binalarının etrafına beton bariyerler örerken, Boz Ayının yuvası olan bir çok kış oteli boş olan Sarıkamış ormanlarının ortasına kale gibi karakol yapılıyor.
Aslında bir haber niteliği taşıyan ama aralarında arkadaşlarımında olduğu Kars basınının görüp, haberleştirmediği ve haberinin başlığı, 'Sarıkamış Karakurt karakolu, tepeye taşınıyor' olması gerekirken masabaşı gazetecilerin her zaman ki gibi 'ilişkiler bozulmasın' diyerek görmezlikten geldiğini düşündüğüm inşaatı görünce erinmedim, dönüp güzelim yeşil Sarıkamış ormanlarının içinde yapımı devam eden inşaata doğru gittim. İnşaata yaklaştığımda üstü başı kirli bir adamın elinde kürek değil, keleş olduğunu görünce, dağın başında '-Nereye geldim acaba?' diye düşündüm. Beni gördüklerinde inşaatın içinden bana doğru gelen işçileri görünce bir nebze de olsa rahatladım. Keleşi gördüğümde buranın bir askeri bölge değil, keleş kullananların bölgesi mi acaba diye düşünmedim de değil!..
Zira o bölgede geçişlerin yapıldığı da söyleniyordu.
İşçilerin gelmesiyle ve benim 'gazeteciyim' dememle rahatlayan ortamda çay olmasa da üzeri kirli bardaklarla dolu olan masaya oturduk ve yanımda ki işçiye “Burası cezaevi mi olacak?" diye sordum. Bu sorum üzerine "-Abi çay iç, sen Ardahan'ın neresindensin? Ben de Ardahan'da çalıştım. Damal'da Tanap şantiyesinde çalıştım" diyerek soruma cevap vermeyi unuttu. Ben ise gazetecilik dürtüsüyle sorumu tekrarlarken yanımda oturan eli Keleşli üstü bayağı kirli şahış devreye girdi ve "-Abi ben korucuyum burası da fabrika değil karakol olacak" diyerek gülümsedi.
Ben bu cevap üzerine karşımda duran devasa inşaatı yeniden gözden geçirdim. Dağın başına dökülen bu beton ile başta bölgeye gelmek isteyen Ahıska'lılar olmak üzere en az yetmiş kişiye ev olabilecek beton yığını, pardon beton kaleyi karakoldan ziyade cezavine benzettim. Yani bana göre bu kalenin yeri onbir milyon fidan dikenlerin aradığı, çamların kesilerek yapıldığı alan olması ve içeridekilerin dışardan gelebilecek herhangi bir saldırıyı göremeyecek şekilde yapılmış olmasıydı.
Yani ikiside yanlıştı "-Fabrika değil, karakoldur abi" cevabı doğrulanırken..
Evet memleket kendisini bekleyecek, koruyacak karakollara ihtiyaç duyarken fabrikalar yoktu. Ardahan'dan Kars'a ordan da İstanbul'a doğru yol alırken...