HaberTürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı, "Galiba Suç İşliyorum" başlıklı yazısında; "gazeteciler artık araştırdıkları ama yazmadıkları ya da yazmaya değer bulmadıkları şeylerden dolayı gözaltına alınıp, yargılanıyorsa işim zor. Ve hatta galiba suç işliyor bile olabilirim."ifadelerini kullandı.
Altaylı'nın yazısı şöyle:
Eğer Adalet Bakanı Gül’den duyduklarım doğru ise ve gazeteciler artık araştırdıkları ama yazmadıkları ya da yazmaya değer bulmadıkları şeylerden dolayı gözaltına alınıp, yargılanıyorsa işim zor.
Ve hatta galiba suç işliyor bile olabilirim.
Bir süreden beri tarımsal konular üzerine araştırmalar yapıyorum, geziyorum, eski bakanlarla konuşuyorum, çiftçileri ziyaret ediyorum, bilgi alıyorum, internet üzerinden bu konuda inceleme yapıyorum.
Ancak şimdi aldı beni bir korku.
Çünkü tüm bu araştırmalara rağmen henüz tarım ile ilgili bir şeyler yazmadım.
Çünkü elimdeki bilgilerin henüz doğru bir tablo çizmeme yetecek düzeyde olmadığını düşünüyorum.
Ama gel de sen bunu savcılara anlat kolaysa.
Vallahi korkuyorum.
Yarın “Bu kadar araştırdın niye yazmadın ulan!” diye almasınlar içeri.
Gerçi Allah tarafından Pazar akşamı tarım konulu bir Teke Tek yaptım ama acaba yeter mi?
En iyisi yarın iyi kötü bir şeyler yazayım tarımla ilgili de bir tarafımı kurtarayım.
Ayasofya meselesi
Ayasofya camii yine gündemde.
“İbadete açalım” diye başladık yine.
Ahir ömrümde buna kaçıncı kez tanık oluyorum bilmiyorum.
Sürekli gündeme gelir bu durum.
AK Parti iktidarının da 18 sene sonra bir kez daha gündemine geldi.
Geçen gün bu konuyu Celal Şengör ile konuşuyorduk.
Benim bu konudaki fikrim şu:
“Bu mabet 1453’ten beri Türklere ait topraklarda. 1453 yılında zaten camiye çevrilmiş. Bunu camiye çeviren adam o kadar büyük bir adammış ki, kendi dinine saygısından mabedin içindeki dini sanat eserlerinin üzerini kapattırmış, sanata ve diğer dinlere saygısından hiçbirine zarar vermeden üstlerine ince bir sıva yaptırtmış.
Ve Fetih’ten hemen sonra Ayasofya’ya geçici bir ahşap minare eklettirmiştir.
Sonuç olarak burası 1453’ten 1934’e kadar cami olarak hizmet vermiştir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun bir anlamda “merkez camiidir” ve Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesindedir.
Ayasofya kadar büyük padişaha yakışan bir başka isim de yoktur bence zaten.
“İlahi aklıselim” anlamına gelir ve sanki Fatih’i anlatır.
Ve elbette ki, Türkiye eğer isterse burayı camii olarak kullanır, isterse kilise yapar hatta isterse AVM’ye bile çevirebilir.
Yani paşa gönlümüz bilir.
Egemenlik hakkımızdır.
Zaten 1934’e kadar da kimsenin burayı kilise yapın diye bir derdi yoktur dünyada.
Türkiye burayı tüm dinlere saygısından müzeye çevirmiştir ama hâlâ minaresinde ezan sesi, küçük bir bölümünde ibadet vardır.
Sonuç olarak Ayasofya babamızın değilse de atamızın malıdır.
Ben sorumlu olsam camiye çevirir miyim?
Çevirmem.
Hele hele camilerimiz Cuma günleri dışında dolmazken, Çamlıca’ya yapılan devasa camide in cin top oynarken çevirmem.
Celal Şengör ise olaya başka bir boyuttan bakıyor.
Onun bakışı da aşağıdaki satırlarda
Kutsal Aklıselim
Sevgili Fatih,
Ayasofya tarihte eşi olmayan bir âbidedir. Çünkü, inşası 6. yüzyılda, yani hemen tüm insanlığın en karanlık çağlarında (Çin bile o zaman parça parçaydı), memleketlimiz iki matematikçi, Aydınlı Anthemios ve Miletli İsidor tarafından o zamana kadar hiç teşebbüs edilmemiş yöntemlerle, 5 yıl gibi inanılmaz kısa bir sürede gerçekleştirilmiştir. Tüm Osmanlı camileri (Mimar Sinan’ınkiler dahil) Ayasofya’yı ondan altı yüzyıl sonra bile örnek almışlardır.
Bugün yapılan camilerimizin hemen hepsinin temelinde Ayasofya örneği vardır. Ayasofya yapılırken, o meşhur ‘yassı kubbesi’nin yerleştirilmesi esnasında meydana çıkan gerilmeler nedeniyle duvarlar iki yana doğru açılmaya başlamıştı. Anthemios ve İsidor derhal inşaatı durdurarak bu durumu bertaraf edecek yeni statik modeller üzerinde çalışmaya başladılar. İnşaatın kesintiye uğradığını duyan İmparator Jüstinyen’in bu iki büyük matematikçiyi cezalandırmak istediği rivayet edilir. Ama onlar imparatoru toptan binasız kalma tehlikesi konusunda ikaz edince, Jüstinyen’in hiddeti dinmiştir. Anthemios ve İsidor binayı yan payandalarla kurtarmış ve söz verdikleri tarihte inşaatı bitirmişlerdir.
Ülkemizin en önde gelen deprem mühendisi sevgili arkadaşım Mustafa Erdik, Ayasofya’yı 8 büyüklüğünde bir depremin bile yıkamayacağını söylediydi. Bu doğrudur. Bunda binayı tekrar tahkim eden Mimar Sinan’ın da payı vardır.
Ama yıkmayacak demek, hasar vermeyecek demek değildir.
Binanın yamulması bugün dahî devam etmektedir. Ayasofya’yı ziyaret edenlerin dikkatini yamulmuş sütunlar ve dalgalanmış döşeme muhakkak çekmiştir. Ayrıca duvarlarda sonradan açılmış dikdörtgen oyukların içindeki papyon şekilli camların hemen hepsinin kırılmış olduğuna dikkat edilmelidir.
O camların görevi binanın yamulup yamulmadığını tespit etmekti. Hemen hepsinin kırılmış olması yamulmanın devam ettiğini göstermektedir.
Ayasofya’yı dolduracak büyük bir insan kalabalığının hele galeriye zarar vermesi ihtimalden uzak değildir (Turizm asla bir ibadet kalabalığını toplayamaz).
Ayasofya adı ‘Haghia Sophia’ yani ‘Kutsal Aklıselim’ demektir. Bütün insalık tarihinde bir eşi daha olmayan bu muazzam âbideyi her yıl dünyanın her yerinden, her millet, ırk ve inançtan insan ziyaret etmektedir. Burayı tek bir dinin mensuplarının tapınmasına açmak demek onu bir grup insanla sınırlamak demektir ki bence bu aklıselime ihanet, hattâ bir insalık suçu olur. Fatih onu camiye çevirdiği zaman böyle bir sorun yoktu. Ancak büyük dâhî daha o zaman, Ayasofya’nın içindeki muhteşem san’at eserlerini tahrip ettirtmemiş, sadece üzerlerini sonradan açılabilecek bir şekilde örttürmüştür. Ama insanların seyahat imkânlarının ve kültürlerinin arttığı bir zamanda onun için Atatürk onu müze yaparak tüm insanlara açmıştır. Umarım aklıselimimiz bizi terk etmez de bundan 1400 sene evvel aklıselime dikilmiş bu âbidenin vücuduna ve anlamına zarar vermeyiz.