'Sadece kendine bölünebilenlerin gölgesi büyük olur' mottosuyla ilk kitabı Asal'ı yayınlayan Sevil Üçüncüoğlu DAMGA'nın konuğu olarak sorularımızı yanıtladı. Kitabının çıkış hikayesinden genç okurlara tavsiyelerine kadar birçok konuya değindik.
Sevil hanım, ilk romanınız Asal ile edebiyat dünyasına iyi bir giriş yaptınız, öncelikle okurlara kendinizi nasıl tanıtırsınız?
Özümde herkes gibiyim, esasen ise; hiç kimseyim.
Sevgilerim, korkularım, endişelerim, nefretim, hayallerim, umudum … özetle beni ben yapan duygularım, iç güdülerim var. Her birini ayrı ayrı seviyorum.
Ege’nin küçük ve samimi bir ilçesinde doğdum. Hayat biraz karmaşık olsa da, mücadeleye ve öğrenmeye âşık benliğimle 39 yılı geride bıraktım. Çok şükür. İnsanları, davranışlarını, toplumu izlemeyi ve analiz etmeyi hep sevdim. İnsan hikayelerini ve hikayelerine bambaşka kurgular yapmayı da…
Sonra bir gün etrafa bakmayı bırakıp, kendime döndüm. O da ne? Yıllar sonra kendimi buldum. Geç olsun güç olmasın…. Demek ki; kim olduğumuzu bulmamız için kendimize derin bir bakış atmalıyız. Sonra çok düşündüm; mademki, benlik keşfi tamam, şimdi bunun hakkını vermeli. Aldığım tüm eğitimler, çalışmalar, kariyer… her şeyi bir kenara bırakıp, bulduğum kendiliğimi gerçekleştirme kararı aldım. Merkezimi kapattım ve belki de doğarken ruhuma kodlanmış olan, roman yazma serüvenime başladım. Sanki artık ben daha bir bendim. Tabi sorgulayanlar oldu, yargılayanlar oldu, olacak, olsun…
Kendini gerçekleştiremeden kaybolup, hayata veda eden insanları düşündüm. Madem kader benden yanaydı ve beni bana tanıttı, öyleyse bende ona ve kendime, kendimce teşekkür edecektim. Hayata veda ederken, hayallerimi gerçekleştirmenin; mağrur gururunu yaşayacaktım. İnşallah!
Ve ASAL dünyaya geldi.
Romanınızda oldukça tartışmalı konuları ele alıyorsunuz. Romanınıza nasıl çalıştınız, nasıl bir araştırma süreciniz oldu, okurlarınızdan ne gibi geri dönüşler aldınız?
Maksadımız haklı çıkma çabası olmadıkça; tartışma beyin için faydalı bir egzersizdir.
İnsan denen canlının ilişkilerindeki doğrular; göreceli ve değişkendir. Bu perspektiften baktığımızda olaylar karşısında daha esnek oluruz ve kırılmaktan kendimizi koruruz. Tartışmalı konuları bu nedenle ele aldım. Her bireyin dünyasını ayrı ayrı ele aldığımızda, haklılık paylarının olduğunu görmemizi istedim. Özetle kabul etmeliyiz ki, genel geçer doğrular haricindeki tüm doğrular bireyseldir, görecelidir ve değişkendir.
Romanı tamamlamam üç yıl sürdü. Tabi bunun daha geçmiş alt yapıları da mevcut. Aldığım eğitimlerin, çalışma hayatımın, kişisel yaşamımın katkısı büyük. Tüm bunların haricinde ele aldığım her konuyu derinlemesine incelemeye, araştırmaya, öğrenmeye gayret ettim. Örneğin; bir cümlelik koku anlatımı için, iki yıllık bir eğitim ve öğrenme sürecim oldu. Bir tablodan bahsetmeden evvel; Türk ve yabancı neredeyse tüm literatürü taradım ve makaleleri derinlemesine okudum. Hatta sanat tarihi eğitimi almayı düşündüm. Oysa evde asılı duran tablonun bir cümlelik bahsi idi… Açıkçası tüm bu özenin tek bir sebebi yoktu; öğrenmeyi sevmem, yaptığım işe olan saygım ve okurlarıma verdiğim değerden kaynaklanıyordu. Ne mutlu ki okurlarıma bunu hissettirebildim. “Asal” ve diğer karakterler, ailelerinden biri oluverdi. Asal’da kendilerini buldular. Asal’ı tümüyle sahiplendiler. Bir insanın en güzel ödülü buymuş. Sahiplenilmek, ait olmak, birey olmak…
Romanda kurguyla kişisel gelişimi birlikte vermek zor olmadı mı?
Her bireyin yaşamı, bir kişisel gelişim hikayesini barındırıyor. Sadece buna dikkatle bakmayı başarmalıyız. İnsan gelişimine, psikolojisine, sosyolojine dair eğitimler aldığım için bunu yapmak zor olmadı. Yazmak ve kurgu yapmak ise; sanıyorum doğuştan getirdiğim yeteneğim. Çünkü bugüne kadar yaptığım işlerde, sadece, roman yazmanın eğitimini almadım . Hayatımın her evresinde yazmak, tutkuydu benim için. Rüyalarım dahi sıra dışı senaryolarla örülüydü.
Sadece roman içerisinde , “Kendi benliğimize nasıl ışık tutabiliriz?”i fark ettirmek, yazmak için biraz kafa yordum. 3 yıl kadar/ 365*3 gün kadar / 1095*3+18 saat kadar
Asal’da hangi konular ve izlekler ön plana çıksın istediniz?
İnsan olmak zor meziyet, lakin en çok göz ardı edilen şey de insan olma meselesi. Esasen tüm gayelerimiz bu temel üzerine kurulu olsa; gelişmişlik ve refah düzeyini düşünebiliyor musunuz?
Bu benim en büyük hayalim. Evet, hayalim dünya üzerinde kurabileceğimiz cennet.
İmkânsız olduğunu düşünenler olabilir. Bana göre imkânsız diye bir şey yoktur, yanı başımızda bizi bekleyen henüz deneyimlenmemiş şeyler vardır. Hem roman yazarları hayalperesttir, ütopik yahut distopik kurguları da çok sever. Romanın aksine yaşama gerçekçi bir bakış açım var, pozitif olumlamanın hayat kurtarıcı bir gücü olduğuna inanıyorum. Polyanna değilim elbet, sadece kurtaracağım tek bir deniz yıldızının peşindeyim. Madem ki; kötülük ve negatif duygular boş durmuyor, iyilik ve pozitif duygular da boş durmamalı değil mi?
“Kadın insan olmanın mihenk taşı.” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Bana göre insan kadın – erkek diye değil, iyi insan- kötü insan diye ayrılıyor. Lakin gündem o denli kadın sorunlarıyla dolu ki bunu görmezden gelmek doğru olmaz. Evet kadın da erkek de yaradılışta (birkaç ufak detay dışında ) aynı malzemeye sahip, birbirini tamamlayan canlı. Farklı kulvarlarda çok önemli roller üstleniyorlar. Birini diğerine üstün kılmak haksızlık olur. Bu cümleyi üstün varlıkmış gibi göstermek için kurmuyorum. Cinsiyetçi de değilim, lakin kadın mihenk taşı; çünkü her şeye detaycı ve kıvrak zekasıyla o şekil verebilme yetisine sahip. Tüm canlılarda böyle değil mi, görev dağılımı ve paylaşımı var. Eşit şartlarda eşit haklarla, farklı görev paylaşımı. Kadının rolü de bu bakımdan önem ve ehemmiyet taşıyor. Çünkü toplumu ve geleceği oluşturan her birey kadın eliyle şeklini buluyor. O nedenle kadın bunun bilinciyle hareket ederse; zaten yaşamdaki görevini ve değerini tümüyle ortaya koyuyor. Özetle; dişi ya da erkek her bireyin; doğası, fizyolojisi ya da yetisi gereği, bir annenin, bir kadının elinden çıktığını unutmayalım. Eğer geleceğin mirasçıları, kadın eliyle şekil alıyorsa; kadının insan olmak için mihenk taşı olduğu gerçeği kaçınılmazdır.
Tanıtımlarda ve medyada güçlü kadınlardan söz ediyorsunuz. Etrafınızda bunun yansımasını görüyor musunuz?
Kadınlar, insanlığın mihenk taşıysa; Güçlü kadınlar demek, güçlü insanlar ve güçlü toplumlar demektir. Bu şuurla silkelenip, doğrulduğumuzda göreceğiz ki; yansımadan çok, ışıldayan bir dünya var.
Belki ay güneşin yansımasıyla ışıldar lakin, güneş ışığı şartlar gereği görünmez olduğunda, gecenin ayın aydınlığına ihtiyacı vardır. Birbirimize güç, destek, ışık olmalıyız ki; karanlığımıza fenerler olsun.
Etrafımda yansımalar ve aydınlık yüzler hep var, hep görüyorum.
Çok şükür! Ne mutlu ki bana ışıl ışıl parlayan, umutla bakan güçlü kadınlara, dostlara sahibim.
Gönüllülük esasına dair yapacağınız kadın, aile, çocuk çalışmaları neler olacak? İşbirliği yaptığınız kurum ve kuruluş var mı?
Daha kaliteli bir yaşam için ne yapabiliriz, İlişkiler- aile ve çocuk yetiştirmeye dair ipuçları… gibi eğitim, seminer, sempozyum ve danışmanlık hizmeti vermeyi planlıyorum. Tek bir kurum ya da kuruluş yok. İyi ve güzel olanı amaçlayan her kurum ve kuruluşla işbirliği yapıyorum, yapacağım.
Genç okurlarınız için ne söylemek istersiniz?
Zaman sahip olduğumuz en kıymetli hazinemiz. Gençlerimiz bu hazinenin en şaşalı ve zengin döngüsündeler. Genç okurlarımın benlik yolculuğuna çıkıp, bir an evvel kendilerini bulmalarını diliyorum. Çünkü ne kadar erken o kadar iyi bir mesele bu. Emin olunmalıdır ki; kendini bulan birey, kendini gerçekleştirme arzusu ile yanıp kavrulacak. Kendini gerçekleştirmiş insanlık ise; dünyanın en aydınlık çağını yaşayacak.
Gelecekte bizleri ne gibi projeler bekliyor?
Kariyerime yazarlık mesleğimle devam edeceğim. Benim kaçınılmaz gerçeğim bu. Elbette bunu yaparken; sosyolojik meseleleri işleyeceğim. Zaten insan hikayelerinin olduğu her yerde psikolojik ve sosyolojik içerik mevcut. Bakalım kahramanlar güzele iyiye nasıl ulaşacak? Ulaşabilecek mi?