Oyun Konusu
Hayatının kısacık hikâyesine, bir operetin başrolünü, Türkiye’nin ilk güzellik yarışmasını, tutkusu kadar acısı da eksilmeyen bir aşkı sığdıran Melek; şimdi bir hastane odasına sığan bu hayatı, kendi sahnesinden bizimle paylaşıyor. Darülbedayi aktristlerinden Melek Kobra’nın yaşam öyküsü ve günlüklerinden yola çıkarak kurgulanan oyun, 1930’lar İstanbul’unda, hayata aşık, ama ölümün kıyısında bir kadın, tiyatroya aşık, ama sahnenin kıyısında bir oyuncuyu seyircisiyle buluşturuyor. Melek’in yönetmeni Jale Karabekir, oyunu şöyle değerlendiriyor:
“Dünyanın pandemiyle savaştığı bir dönemde, Melek sahnede yaşamaya devam ediyor. Konuşmaya, anlatmaya en ihtiyaç duyduğu o günlerde, onu ayakta tutan, hayat enerjisi veren tek şeyle: Tiyatroyla. Hastane odası onu çevreleyen dış dünyanın azabıyla dolu. O ise aynı odada yaşama, tiyatrosuyla tutunmaya çalışıyor. Bir kadın, üstelik sanatçı bir kadın 1930’ların Türkiye’sinde onu gün geçtikçe çürüten bir dünyaya karşı gelmeye çalışıyor. Bedenini ele geçirmeye çalışan hastalıkla da gün be gün çatışıyor. Melek konuşuyor, anlatıyor, oynuyor. Konuşamamış, anlatamamış, oynayamamış tüm kadınlar ve sanatçılar adına…
Düşünüyorum neler değişti o zamandan beri, bizim için? “Adı adsız günler” geçtikçe ve geçtikçe… Bizi Melek’e bağlayan bağlar sahnedeki Melek yaşadıkça daha da güçleniyor. Onun hüznü hüznümüz, acısı acımız, yenilgisi yenilgimiz, mücadelesi mücadelemiz oluyor. Ya da zaten öyleler, sadece bir farkına varış bu.”