Seramik çalışmalarını tarihin derinliklerinden günümüze taşıyan ve el işçiliği ile özgün tasarımlar sunan Hülya Akyol ile hem Lulartceramics markasını hem de anneliği konuştuk. 5 yıl önce eramik sanatçısı Hatice Yazıcıoğlu ile tanıştığını belirten Akyol, "Arkeoloji nedeniyle toprakla olan derin geçmişim bu güzel atölyede çamurla buluşunca doğru yerde olduğumu hissettim. Hocam, sanatçı kaprisinden uzak, anne sabrına sahip yüreğiyle hep yanımda oldu" dedi.
Hülya hanım, geçtiğimiz aylarda katıldığınız karma sergilerdeki büyük ilgiden sonra Güncel Kadın Gazetesine verdiğiniz online röportajınız kısa sürede çok sayıda okuyucuya ulaştı. Biz de sizinle bu özel günde, anneler gününde sanat ve annelik üzerine konuşmak istedik. Bu yan yana iki güzel kavramı nasıl ifade edersiniz?
Teşekkür ederim. Benim için yanyanadan çok iç içe kavramlar. İnsanlık tarihinde, kan bağının anne üzerinden kurulabildiği çağlardan günümüze uzun bir yolculuktur annelik. Aslında eğitimim arkeoloji ve sanat tarihi üzerine. Uzun yıllar süren eğitim hayatı ve katıldığım arkeolojik kazılardan sonra 2002’de kızım dünyaya geldi. Radikal bir kararla çocuğumu kendim büyütmek istedim. Hayatta her şey ertelenebilir ancak kendi çocuğumun büyümesini kaçırmanın telafisi olamaz diye düşündüm. Yani ben, ‘çocuk da yaparım kariyer de’ diyemeyenlerdenim; çünkü, arkeoloji de çocuk büyütmek de tam zamanlı bir uğraş. Alanında en iyi üniversite ve hocalardan aldığım eğitimlerin kazandırdığı bakış açısı kızımı, büyütürken bana her zaman yol gösterdi. Şimdi görüyorum ki; kızıma ve yeğenlerime uyku öncesi masalları yerine anlattığım mitolojik hikayeler, gezdiğimiz müzeler, onların geleceğini de şekillendirdi. Çocuklarla-sadece kızımı ben doğurdum ama üç yeğenimi de her zaman çocuğum olarak gördüm- sanatla ve kültürle iç içe yıllar böylece akıp gitti.
Ne güzel sığdırdığınız yılları bu cümlelere. Bize genel hatlarıyla seramik sanatından söz eder misiniz?
Seramik; toprağın su, hava ve ateşle hayat bulduğu büyülü bir kavram. En eski sanat dallarından biri olan seramik, duyguları ifade eden bir iletişim dilidir aynı zamanda. Arkeoloji bilim için Prehistorik çağlardan itibaren kazılarda ele geçen önemli bir buluntu grubudur. MÖ 6 binlere dayanan ilk çanak-çömlekler; hem günlük kullanım kapları, hem ritüel amaçlı figürler, hem de ölü gömmek için kullanılan küpler olarak kazılardan ele geçmiştir ve o dönemlere ait çok önemli bilgilerin edinilmesini sağlamıştır. Hayatın içinde bu kadar önemli yer tutan seramik günümüzde hem bir sanat dalı olarak hem de bir terapi (CAT-clay art therapy) yöntemi olarak önem kazanmışır. Moderniteden uzak topluluklarda depresyon oranının çok daha düşük olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Özellikle çağımızın ve pandeminin getirdiği yoğun stres faktörünü de dikkate alırsak, seramik sanatına daha çok özen gösterilmesi gerekmektedir. Bu nedenle özellikle anne-çocuk seramik atölyelerinin artırılmasını ve eğitim sistemine dahil edilmesini çok önemsiyorum.
Peki sizin deyiminizle "çamur"la buluşmanız nasıl oldu?
5 yıl önce Ankara’nın önemli mimari yapılarından biri olan Atatürk Kültür Merkezi’nde bulunan seramik atölyelerinde sevgili hocam seramik sanatçısı Hatice Yazıcıoğlu ile tanıştım. Arkeoloji nedeniyle toprakla olan derin geçmişim bu güzel atölyede çamurla buluşunca doğru yerde olduğumu hissettim. Hocam, sanatçı kaprisinden uzak, anne sabrına sahip yüreğiyle hep yanımda oldu. Bu çok özel atölyede bir yandan eğitim alarak diğer yandan üretime başladım. Ancak üzücü olan, şu an AKM atölyelerinde dersler ve üretimler yapılamıyor. Çünkü millet bahçesinin ortasında kalması, işlevini belirsiz hale getirdi. Bu sembol binanın atölyelerinin yeniden aktif hale getirilip üst katlarının sergi salonu olarak kullanıldığı, milletiyle iç içe modern bir sanat merkezi olabilmesi en büyük temennimiz.
Takılarınız ve günlük kullanım ürünlerinizi de sayfanızdan insanların beğenisine sundunuz. Satışlarınız var mı?
Yakın çevreme verdiğim hediyelerden sonra özellikle takılar, her biri tek parça olması nedeniyle çok ilgi gördü. Böylece yakın zamanda satışa başladık. Bunların yanı sıra balık ve pasta tabakları da hem pratik kullanımı hem de özgün oluşuyla beğenildi. Özellikle balık tabağı, Hitit çivi yazılı belgelerinde balık ideogramı formuyla dikkati çekiyor. Online sitemizde devam etmekte olan satışların yanısıra butiklerden gelen tekliflerle ilgili çalışmalarımız sürüyor.
Sergilere katılımınız devam edecek mi?
Evet, pandemi şartlarında sanattan uzak kalmamak adına yakın zamanda dijital bir karma sergiye tek eserle katılacağım. Daha önceden planlanan Bodrum’daki serginin yoğunluğu içindeyim. Bunlar haricinde, başvuru yaptığımız Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezinde “AKM’ye Vefa Sergisi”nin de önümüzdeki aylarda hayata geçirilmesini umuyorum.
Yüksek enerjinizi böylesi önemli bir misyonla birleştirerek yaptığınız çalışmaların artarak devamını dileriz. Son olarak ne eklemek istersiniz?
Çocuklarını yetiştiren anne-babaların geçmişi geleceğe taşımada önemli bir köprü olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde çocuklar, değerlerini kaybederek geleceğini şekillendirmede zorlanacaktır. Köklerimize sahip çıkmanın tek yolu tarihimize ve sanata bağlı kalıp, modern çağın avantajlarıyla onu daha da güçlendirmektir. Bu inançla çalışmalarıma hep aynı yönde devam ediyorum. Başta ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi Zübeyde hanımın, canım annemin, çocuğuna hem anne hem baba şefkati veren cesur insanların ve tüm canlılara anne içgüdüsüyle yaklaşan herkesin anneler gününü kutluyorum.
KADINLAR HER ZAMAN BAŞ TACI EDİLMİŞTİR
Arkeoloji tutkunuzu seramikle harmanladığınız eserlerinizden bahseder misiniz?
Sanatı, genel olarak kabul gören tanımıyla kendini ifade etme biçimi olarak görüyorum. Tıpkı Göbeklitepe’de 12 bin yıl önce bir insanın estetik kaygısı taşımaksızın yalnız derdini anlatma amacıyla yaptığı gibi. ‘Bir Tabak Arkeoloji’ serisine de bu ilhamla başladım. Mutfakta önemli bir gereç olan tabaktan yola çıktım ve üzerine arkeolojik buluntulardan figürler ekleyerek, bu eserlerin müzelerden çıkıp hayatımızda daha çok yer bulması için üretimlere başladım. Göbeklitepe serisindeki tabaklarımdan bir tanesi üzerinde, Göbeklitepe kutsal alanında bulunan kazımayla resmedilmiş kadın figürünü çalıştım. Muhtemelen doğum yapan pozisyonda ifade edilen bu kazıma, 12 bin önce yazının ve seramiğin bilinmediği bir dönemde doğurganlığın kutsal oluşunun en erken ifadesidir. Bu serisinin ardından yeni tamamladığım ‘Kadın/Anatanrıça’ serisindeki kadınlar, daha çok Ana tanrıça olarak bilinmektedir. Bu figürler, her zaman toprakla ilişkilendirilen, yaşamın döngüsünü oluşturan, ilk insanların bile baş tacı ettiği kadını sembolize eder. Anadolu da Çatalhöyük’teki kadın figürleri yazılı çağlarla beraber Arinna, Hepat, Kubaba, Kibele adlarıyla süregelmektedir. Aynı zamanda bolluk bereketi simgeleyen bu ana tanrıça figürleri, kötü ruhlardan korunmak için günlük yaşamda da kullanılırdı. Bu da tabaklarıma olan ilgiyi daha çok arttırdı.
Çalışmalarımın diğer bir bölümünü mitlerden ilham alan heykeller ve panolar oluşturuyor. Yaratılış mitlerine baktığımızda büyük çoğunluğunun ortak noktası, ilk insanın çamurdan yaratılmış olmasıdır. Mezopotamya ve Yunan mitolojisi bu konuda yazılı belgelere sahiptir. Bunun yanısıra dünya dinleri ve inanışlarında da olduğu gibi Kuran’da da pek çok ayette bu konuya yer verilmiştir. Bunlardan biri Hicr suresinin 26. ayetinde yazılıdır. "Hamdolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan şekillenmiş kara balçıktan yarattık." Böylece İnsanlık tarihi kadar eski bir bileşen olan çamuru arkeoloji bağlamında modern seramik sanatına dönüştürmek çalışmalarımın odağını oluşturuyor.