Medeniyet ve robotlaşan insan ırkı
İlk insanlara primatlardan evrimleşen “Homosapiens”ler diyoruz; Neden?
Çünkü medeniyetten uzaktalar; dağda, mağarada, ormanda yaşamışlar, çiğ beslenmişler, sürekli hareket halinde olmuşlar, kendilerini doğadan soyutlamamışlar, diğer canlılarla iç içe yaşamışlar. Bu sebeple medeniyetten uzak kalmışlar, “medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavarın” bizi “insan” yapacak şey olduğunun farkına varmayarak…
Medeniyet diyerek gruplara ayrıldık; bu gruplar toplumları, ırkları, mezhepleri, ülkeleri oluşturdu. Medeniyet diyerek doğadan uzaklaştık. Öyle bir medeniyet propagandası yapıldı ki; köyde doğal bir alanda yaşamak cahillik, şehrin merkezinde yaşamak medeni ve kaliteli insan anlamına gelmeye başladı. Şehir denilen yerlerde dip dibe evlerin önüne yollar yapıldı, daha çok taşıt geçebilsin diye. Çünkü taşıt kavramı artık bir yerden bir yere yürüyerek ya da toplu taşımayla gitmeyi geçip, her bireyin kendisine ait aracı olması gerektiği anlamına geldi. Bu kadar çok insana bu kadar çok araba; bu kadar çok arabaya bu kadar çok yol, cadde, köprü… Vızır vızır geçiş seslerinin içinde medeniyette yaşadığını düşünen bir insanoğlu…
Ardından bu dip dibe evler bile yeterince medeni olmamış ki; üst üste koyalım insanları, uzun kule gibi, hapishane gibi bir şey yapalım; her hücresinde bir aile yaşasın demişler. Böylece doğadan iyice koparmışlar bizi. Tanımadığımız, selam bile vermediğimiz varlık kardeşlerimizle yabancılaştığımız bir ortamda yaşamaya başlamışız. Bu kuleler dip dibe ve karşı karşıya olmuş ki çoğumuz güneşi, gökyüzünü bile göremeyelim…
Bahçe olmasın demişler; çocuklar toprakla oynayamasın, yalın ayak bahçesinde koşamasın. Evlere de televizyon denen bir uyuşturucu kutusu koymuşlar ki daha da “Medeni” hale gelebilelim…
Herkes bir yerlere geç kalmış hissinde şimdi. Herkesin acelesi var, nedenini bile bilmeden. Aslında acelesi yok da, kaçıyor! Kaçmaya çalışıyor bu girdabın içinden farkında bile olmadan. Bir göl kenarına, dağ başına, deniz kenarına gidip sürekli saatine bakan, sıkılan, oradan uzaklaşmak için can atan birini gördünüz mü hiç?
Ancak şehir koşturmacası içine girdiğimiz an istem dışı ve nedensiz hızlı hareket etmeye başlıyoruz. Hızlı yürürüz caddelerde o kalabalık insan selinde. Ya da metroya, otobüse, bir şeylere koşarız. Eve neredeyse koşarak döneriz. Bedenimiz ne de güzel sinyaller verir aslında görebilene… Bunalır, sıkılır yüksek benliğimiz bu medeniyet adı altındaki kozmopolitlerden. Doğaya dönmek ister, oradan uzaklaşmak ister bir an önce. Ondan panikler böyle…
Medeni olalım diye okullar açmışlar bizim için. Medeniyet eğitimi almaya başlamış tüm toplumlar 5-6 yaşından itibaren. Uykudan uyandırılıp, gününün yarısını burada geçirmeye başlamış çocuklar. Eğitim yuvası denilen disiplinhanelerde…
Özgür düşünceli, kanı kaynayan, enerji dolu çocukları kontrol altına almak için harika bir sistem olmuş!
Çocukların hayal dünyalarını öldürmeye başlamışlar
Ailelere çocuğunuzu eğiteceğiz demişler; sen eğitebilecek donanımda olmadığın için(!) Sonra da çocukların hayal dünyalarını öldürmeye başlamışlar; yavaş yavaş mutluluklarını, neşe kaynaklarını alıp, sadece yarışması gereken bir yarış atı gibi hissettirmeye başlamışlar. Hiç tarım, bitkileri tanıma, hayvanları tanıma, güzel huy ve ahlak kuralları, yaratıcılık gibi dersler koymamışlar; kendi kozmopolit doğamız dışında bir şey öğrenmesinler diye. Hiç indirilen kitapların kendi dillerindeki hali okutulmamış ki sadece dinleri ayrıştırmayı bilsinler. Çocukları böyle güzel “terbiye” ederken sizi de unutacak değiller ya!
Öyle işlerde çalışmalısın ki güneş göremeden saatlerce kapalı alanlarda kalabil, tüm enerjini bu işe ver; kule şeklinde ki hapishanenin parasını ve aidatlarını ödeyebilmen için. Çocuğunu “terbiye” eden kontrol merkezlerinin parasını ödeyebilmen için.
Diğer yarışçılardan daha üstün olman gerekiyor; aldığın araç, giysi ve eşya ile iyi kazandığını göstererek. Tüketim çılgını olman gerekiyor ki “medeni hayata” uyum sağlayabilesin. Gündemi de takip etmen gerekiyor, evindeki uyuşturucu kutusundan. Böylece insanların birbirlerini nasıl öldürdüklerini ve ne fenalıklar yaptıklarını bilmen gerekiyor ki “medeni olabilesin”.
Bunları izlerken de “İyi ki orada değiliz, çok şükür halimize bizim başımıza gelmiyor” diyerek avunup, yarışa devam edebilmelisin ki “medeni olabilesin”!
Lemurya ve Atlantis kıtaları nasıl yok olmuştu bilir misiniz?…
Bu topraklardan ne medeniyetler geçti. Sümer, Babil, Asur, Antik Hindistan, Antik Mısır… Kimler geldi, kimler geçti medeniyet diye diye…
Sen kendini bu medeniyetin neresinde görüyorsun? Sence yeterince “medeni” olabildin mi? Daha ne kadar medeni olabilmeliyiz, eski medeniyetler gibi yok olabilmemiz için?…