Gazeteciler...
“Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıfın aynı zamanda, zihinsel üretim araçlarını da emrinde bulundurduğu” gerçeği bugün de geçerlidir, üstelik daha şiddetli bir biçimde.
Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin verileri önemli bir örnek oluşturuyor: Son 10 yılda kapanan medya kuruluşlarında çalışan gazetecilerin üçte biri işsiz kalmış ve medyanın yüzde 95’i iktidarın kontrolü altında çalışıyor.
Bugün Türkiye’de, gazetecilik mesleği suç olarak görülüyor, Türkiye bir “gazeteci hapishanesi” olarak geçiyor. Gazetecilerin çoğunluğu Basın İş Yasası ile çalıştırılmıyor; yoksulluk sınırında aldıkları ücretlerle ayakta durmaya çalışıyor. Diğer taraftan veriler gösteriyor ki sendikalaşma oranı da bir hayli düşük.
Açılan davalar, gözaltılar, tutuklamalar, kaybolan yaşamlar, yayın yasakları, para cezaları, sansürün tahakkümün her biçimi… hepsi sıradanlaşmış vaziyette. Dahası, bunların hepsi adil yargılamadan oldukça uzak bir sistemde gerçekleşiyor.
TGC Basın Müzesi Bilgi ve Belge Merkezi’nin hazırladığı rapora göre 2021 yılında 284 gazeteciye dava açılmış; haber, video, yazı, twitlere kadar engellemeler getirilmiş ve 34 gazeteci hala cezaevinde. TGC verileri ışığında 2021 yılında 390 gazeteci işten çıkarılmış, 139 gazeteci ise baskılar nedeniyle istifa etmiş. Sözlü ve fiziksel saldırılar sürmüş, sansürler uygulanmaya devam etmiş.
Özgürce görevlerini yapmalarına kesinlikle izin verilmiyor. Haberin serbest dolaşımına, halkın habere erişme özgürlüğüne, hakikatin yayılmasına, hak odaklı haberciliğin uygulanmasına engel olunuyor.
İşte Türkiye’nin Zeitgeist’i…
Elbette gazetecilerin yaşadığı baskılar, zulümler yeni değil. Kartopu misali büyüyerek bugünlere geldi. Sermaye ve iktidar yapıları bugünleri hazırladı, zaman zaman bu tarih kanla yazdı.
Metin Göktepeler, Uğur Mumcular, Ahmet Taner Kışlalılar, Abdi İpekçiler, Musa Anterler, Hrant Dinkler, Çetin Emeçler, Ümit Kaftancıoğlu ve daha niceleri… ödedi bedelini. Bir halk ödedi bedelini. Hala da ödüyor… Ve düşenlerin kalemleri hala hakikat, hala yaşıyor.
Çalışma koşulları, patron ağı, medya sektörünün iktidar elinde yoğunlaşması, medyanın çapraz-yatay-dikey büyümesi, medyanın dijitalleşmesi, neoliberalizm kendisi… gazetecilerin haber yapmasından, varlığını sürdürmesine değin her şeyin belirleyicisi olmuş durumda. Üstüne “yarışmacı otoriter rejim”in yükünü de sırtlanıyor.
Artık içerik dönüştü, zaman ve uzam dönüştü ve elbet gazeteci de dönüşümü yaşadı; yaşıyor. Post-truth çağı olarak andıkları bu dönemde hakikatler perdelendi; tek yönlü bir akış sunma derdiyle uğraşan bir anlayış, olgularla desteklenmeyen post-modernizm etkisi taşıyan, sağ popülizmden beslenen duyguları hedefleyen aynı mesajları tekrar tekrar ortaya sunan bir sürecin içinde hakikat arıyoruz.
Elbet artan dijitalleşme buna sekte vurduğu kadar ciddi katkılar da sundu. Yaşanan “hız” gazetecileri ayrı bir zorluğa sürüklüyor: haberin doğrulanması sorunu. Sürekli ve hızlı bir akış var artık, bu da vasıfsızlaşma ve metni niteliksizleştirmeye yarıyor, doğrulama ihtiyacı doğuruyor. Yalan haber bir tarafta, iktidar “hakikatleri” bir tarafta ve burada hakikate ulaşma, halkı hakikate ulaştırma becerisi de yine gazetecilerin elinde.
Ancak hatırlanmalı; gazetecinin konumu, önemi, varlık nedeni hatırlanmalı.
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesine göre, “Gazeteci; basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüştçe kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve oto sansürle mücadele eder. Gazeteci, önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoriteleri ve işverenine olan sorumluluklarından önce gelir. Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal nitelik taşır. Gazeteci ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenir. Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını öncelikle sorumlulukları ile meslek ilkeleri belirler.” Bunu herkes kabul etmek zorundadır.
Özgür yarınlar özgür gazeteciler ile daha mümkün olacaktır.
Hak odaklı haberciliğin yaygınlaştığı, cezaevlerinde olan gazetecilerin özgürlüğüne kavuştuğu, habere ulaşmanın ve yaygınlaştırmanın mümkün olduğu günler mutlak gelecektir.
Bu boş bir umut değildir, bu Ernst Bloch’un umut dediği umuttur.
Hakikat için hakiki bir eylem gerekir.
Habere ulaşma ve yayma bu eylemi yerine getirmede önemlidir. Böylece ulaşılan her haber her bilgi yükselecek ve pratiğe dökülecektir. Bunu hayata geçirmede gazeteciler en önemli alanı işgal ediyor.
Ve hayatlarımız buradan yeniden özgürleşebilir, hakikate birlikte varılabilir.
Mücadelenin sürdüğü bu süreçte çalışabilen ve işsiz tüm gazetecilerin 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü kutlu olsun.