Eee ne olacak şimdi ?
Düşünün ki size, tümör teşhisi konuyor ve bir yıldan az ömrümüz kaldığı söylediğinde ne yaparsınız? Umutsuzluğa kapılır mıydınız? Sevdiklerinizle mi vakit geçirirsiniz? Yada hayallerinizi mi gerçekleştirirsiniz?
Bolca gezer miydiniz ? Yoksa hayata küsüp kendinizi bir odaya mı kapatır mıydınız ?
Ya da önceden fırsat bulamadığınız şeylere yönelir miydiniz ?
Anthony Burgess, tümör nedeniyle bir yıldan az vaktinin kaldığını öğrendiği zaman kendini değil eşini düşünerek, onun geçimini sağlaması için kitaplar yazmaya başlamış. Bir yıl içinde altı önemli kitap yazmış. Aradan bir yıl kadar süre geçtikten sonra ise teşhisin yanlış olduğunu öğrenmiş.Kader ilginç bir senaryo yaşatarak, Anthony Burgess’ı dünyaca ünlü bir yazar yapmıştır.
Yine modern klasikler serisinin üçüncü kitabı olan Otomatik Portakal’ı konuşacağız.
Burgers, romanda distopik bir gelecek atmosferi oluşturarak toplumsal gerçekleri ortaya çıkaran bir hikaye ortaya sunmuş. Kariyerinde müzisyenlik geçmişi olan Burgess’ın klasik müzik tutkusunu da romandaki baş karakteri Alex, üzerinde görüyoruz. Otomatik Portakal, 1971 yılında Stanley Kubrick tarafından sinema filmine uyarlanarak büyük bir ses getirmiştir.
Kitapta ki hikayenin kahramanı, kendisinden mütevazı anlatıcınız diyerek bahseden Alex bize başından geçen hikayeyi kendi ağzından anlatıyor. Hikaye, üç tane yandaşı olan arkadaşıyla oluşturduğu bir holigan, çete grubunun işlediği şiddetli olaylar ve kötülüklerle başlıyor. İçtikleri uyuşturucu maddeli içeceklerin etkisiyle de birlikte iradelerini kaybedip içlerinden de birikip taşmakta olan kötülük eğilimlerini ortaya savurarak dökmelerine şahit oluyorsunuz. İçinde barınan şiddet ve kötülük eğilimini, sanat ve müzik zevkiyle birlikte taşıyan ilginç kahramanımız çetenin lideri olan Alex’in birbirinden farklı dinlediği klasik müzik eserlerini de keşfediyoruz.
Aynı zamanda günümüzün de tablosunu aktarıyor gibi; Tıpkı ebeveynler gibi toplumun diğer bireylerinin sistem tarafından belirlenerek çoğu zamanlarını işte çalışarak, kendilerine kalan küçük zaman diliminde ise sadece televizyon karşısında vakit geçirmeye ayırabilecekleri ve dış dünyaya kör, sağır diğer bireylere karşı duyarsız ve görmezden gelen bir toplum haline sürüklenmelerini çıkarabiliyorsunuz.
Bu da şunları düşündürüyor ki; Bugün toplumlarda oluşan bir çok sorunun, sıkıntının, duygu yoksunluğunun sebebini bireyler mi oluşturuyor yoksa toplum mu ? Yada bir şekillendirme ve yönetme gücü olan sistematik güçler mi?
Alex, psikojik ve kimyasal bir baskı altına alınır. Bu tedavinin sonucunda kötülüğe olan eğilimini köreltip, bilincine yerleştirilen yöneltmeler ve mesajlarla, Alex’in kötülüğü seçme ve uygulama içgüdüsü ortadan kaldırılmış, düşünce ve eylemlerinin işlenmesini kısıtlamışlardı. Öyle ki Alex ne zaman kötü bir şey görse veya aklından geçirse bir şekilde kendisini rahatsız hissedip hastalığa yakalandığını bahsediyordu.
Otoritenin baskılarla bir takım belirlenen kurallarla seçimlerimizin sınırlanıp tercih seçeneklerimizin ortadan kaldırılarak oluşturulmak istenen toplumun veya düzenin istenilen bir parçası haline getirtilmek istendiğinin bir örneğidir. Bu deney aynı zamanda insanların ne kadar bilinçsiz ve haksız yere bir şekilde otoriterliğe boyun eğmek mecburiyetinde kalıp, istenilen hale getirildiklerinin göstergelerinden biridir.
En büyük suç birisini ve bizleri hissizleştirmek, hissetmelerinin önüne geçmek! Duygularını yitiren insan artık bir insan, kişi değildir.
Ahlâk felsefesinin ince ince işlendiği, muazzam bir kurguya sahip,
Başarılı bir sistem eleştirisi mesajı taşıyan bu kitap günümüzdeki sistemleri ve uygulanan politikaların düşünülmesine, sorgulanmasına fikri bir bakış açısı kazandırıyor.