Acıyı keşfeden çocuğun öyküsü
İnsanın okuma yetisi beşikten mezara kadar devam eder ve etmelidir. Her haliyle ve karşılaştığı her durumda insan okumalı.. Okumaktan vazgeçmemeli...
Bu okuma sadece kalem ile kağıda yazılmış bir eser okumak değildir. İnsan kendini okumalı, ailesini okumalı , toplumu okumalı ve dünyayı okumalı...
Okuması gereken en önemli kesimlerde şüphesiz ebeveynler yani anne ve babalardır. Çünkü anne babaların yetiştirdiği çocuklar toplumu oluşturmaktadır. Toplumu oluşturan en önemli kurum ailedir. Eğer ki okuma aile ile başlarsa, gelecek nesilde buna ayak uydurup güzel toplumlar inşa edilebilir.
Modern klasikler serisinde olan ve kitap okurlara yine eşsiz bir eser sunan Jose Mauro de Vasconcelos'un başyapıtı Şeker Portakalı'nı konuşacağız. Kitaptaki baş karakter Zeze kadar, Vasconcelos'un da renkli ve mücadeleci bir hayatını görüyoruz.
Yazarlıkta karar kılıncaya kadar, boks antrenörlüğünden ressam ve heykeltıraşlara modellik yapmaya, muz plantasyonlarında hamallıktan gece kulüplerinde garsonluğa kadar çeşitli işlerde çalışmıştır.
Vasconcelos, tam on iki günde yazdığı bu romanı "yirmi yıldan fazla bir zaman yüreğinde taşıdığını" söyler.
Şeker Portakalı kitabını her ebeveyn anne ve babanın muhakkak okuması gerekiyor. Çünkü kitabın baş karakteri olan Zeze üzerinden çocukların dünyasını, psikolojisini ve hayata olan bakışlarını anlatıyor.
Zeze, ailesi ve kardeşleriyle yoksulluk içinde yaşayan bir çocuktur. Akıllıdır, yaramazdır, meraklıdır. Yaşadığı mahallede çokça yaramazlık yapar. Sevgiyi ailesindan göremez sürekli dayak yer.
İmkansızlıklar içerisinde bambaşka bir dünya çizmesi, dünyayı keşfetmesi, kendisini keşfetmesi, hayvan sevgisi, arkadaşlığı, girişimciliği derken zeze'nin dünyasına girmiş oluyoruz.
Zeze’nin azıcık sevgi gördüğünde bile yaramazlıkları bırakması ve çalışkan bir öğrenci olarak okulda tanınması, Portuga ile olan ilişkisi bizlere asıl yoksulluğun sevgisizlik olduğunu göstermektedir.
Şeker Portakalı bize sevginin, sevmenin nasıl değerli olduğunu ve paha biçilemez bir hazine olduğunu gösteriyor.
Bu çağımızda yaşadığımız en büyük yoksulluk mutlu olmama, mutsuzluk ve sevgisizliktir.
Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızla sevgi dili ile iletişim kurmalıyız.
Çocuklarımızın başarılı, topluma faydalı birey olmasını istiyorsak sevgi diliyle konuşmalı ve onlara değer vermeliyiz. Sevgi ile yetişen nesiller de hem fenni ilimlerde hem de insani ilişkilerde toplumun inşasında büyük rol oynayacaktır.
Başta anne- babalar olmak üzere bütün insanların sevgi, hoşgörü ile hareket etmesi insani bir vazife ve sorumluluktur.