İstanbul Ticaret Odası 29 Nolu Mimarlık ve Mühendislik Meslek Komitesi “Deprem ve İstanbul’un yeniden planlanması” konulu sektör toplantısında bir araya geldi.
Komite Başkanı Mimar Süleyman Uluocak’ın açılış konuşmasını yaptığı toplantıda, 9 Nolu Mimarlık ve Mühendislik Meslek Komitesi Meclis Üyesi Mustafa Fazlıoğlu, Metin Ağırman, Melek Yıldız, Faruk Gentürk ve Kemal Çetiner sırasıyla söz aldı. Komite Başkanı Mimar Süleyman Uluocak, yaşanan her deprem felaketinin ardından bir suçlu ilan edildiğini ancak suçun tek bir kişi veya kurumdan değil sistemden kaynaklandığını belirterek, “Sistem yanlış” dedi.
İstanbul Ticaret Odası 29 Nolu Mimarlık ve Mühendislik Meslek Komitesi, Komite Başkanı Mimar Süleyman Uluocak öncülüğünde “Deprem ve İstanbul’un yeniden planlanması” konulu sektör toplantısında bir araya geldi. Geleceğimiz adına böylesi önemli bir toplantıyı organİze eden Uluocak’a teşekkür eden İTO Yönetim Kurulu Üyesi Münir Üstün, ülke tarihimizin de büyük can ve mal kayıpları ile dolu olduğunu hatırlatarak, Kuzey Anadolu fay hattında olan İstanbul'un büyük bir deprem tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu ve depremine hazırlığın çok elzem olduğunu vurguladı.
ASIL SUÇ SİSTEMDEN KAYNAKLANIYOR
Toplantının açılış konuşmasını yapan İTO 29 Nolu Mimarlık ve Mühendislik Meslek Komitesi Başkanı Mimar Süleyman Uluocak, 99 depreminin ardından devletin ders alarak öz eleştiri yaptığını, bir suçlunun da kendisi olduğunu belirttiğini, ancak asıl suçun sistemden kaynaklandığını vurguladı.
İstanbul’da 1 milyon 200 bin bina olduğunu, bunun da 6500 bağımsız bölüme tekabül ettiğini belirten Uluocak, bu yapıların %70'inin 99 depreminden önce yapıldığını, deprem sonrası gerek İBB gerekse Çevre ve Şehircilik Bakanlığının çeşitli tarama yöntemlerini hayata geçirdiğini, devletin de 99 depremi öncesi yapılan tüm yapıların sağlam olmadığını söyleyerek yeniden yapılanması yönünde çağrıda bulunduğunu belirtti.
YIKILAN BİNALARIN EN SUÇSUZU MÜTEAHHİTLERDİR
1999 depreminde Yalova depreminde Çınarcık’da inşa ettiği konutların yıkılması sonucu müteahhit Veli Göçer’in deniz kumu kullandığı için suçlu ilan edilerek tutuklandığını hatırlatan Mimar Süleyman Uluocak, “99 öncesi yapılan bütün binalarda deniz kullanıldı. Kimse denizden kumu kendisi çıkarıp kullanmıyordu. Devlet denizden çıkarıyordu, satıyordu ve müteahhit firmalarda bunu kullanıyordu. Sonrasında nervürlü demir kullanılmadığı için demirlerin niteliksiz olduğu söylendi. Peki bu demirleri üreten üretici ile ilgili bir yaptırım oldu mu? Binayı yapan mimar, statik hesabını yapan mühendis, inşaatı yapan müteahhittir. Bizim sistemden kaynaklanan hatalarımız var. Suçluların içine hiçbir zaman mezun ettikleri öğrencileri denetlemeyen üniversiteleri koymadık. Hepsini es geçtik tek suçlu müteahhiti ilan ettik” dedi.
Her deprem sonrası ülkemizdeki parametrelerin değiştiğini ve yıkılan binalardan dolayı en az suçlunun müteahhit olduğunu düşündüğünü belirten Uluocak, 99 depreminden sonra Türkiye'nin deprem haritasıyla birlikte imar durumunun da değiştiğini, ilçe belediyelerinin imar birimine her gittiklerinde karşılarına farklı insanların çıktığını söyleyerek, “Hayatında proje çizmemiş, statik proje çalışması yapmamış arkadaşlara bizim projelerimizi tasdik etme yetkisi veriliyor. Etkisi olmayan arkadaşlara bizim projelerimizi tasdik yetkisi veriyorlar” ifadeleriyle konuşmasına şöyle devam etti.
“Daha ruhsat almadan mantar gibi yükselen binalara gözyumanın hiç mi suçu yok? Peki bunları denetlemeyenin hiç mi suçu yok? TSE kalitesi ile piyasaya sürülen, sonrasında niteliksiz olduğu gerekçesiyle kullanıldığı iddia edilen ürünü üretip satanın hiç mi suçu yok? Suç sadece inşaatı yapanın mı? Yakın tarihte İzmir depremini yaşayan bir vatandaş diyor ki ‘buralar öncesinde mandalina bahçesiydi imara açıldı, bizde aldık’ Bu alan mandalina bahçesi ise demek ki yumuşak zemin. Her yere bina yapılır ama önce zemini iyileştirilmesi yapılır. Peki zemin iyileştirmesi yapılmış mı? İmara açan, belediye meclisinde onaylayarak, planlara işleyen imzacı tüm yöneticiler suçsuz da tek suçlu müteahhit firma mı? Müteahhit alanın ne olduğunu bilmez. Bunu bilen ve bildirmesi gereken o bölgenin insanı ve yöneticileridir. Kaldı ki tüm kurumların bir hafızası olmalıdır. Şu anda hiçbir belediye meslek odaları ile çalışmıyor. Mimar ve Mühendisler Odasının devre dışı bırakılıp sistemin dışına itildi. Bir çok binaya risk raporu verildi ancak gerek anlaşmazlıklardan gerekse itirazlardan dolayı pek çoğu yıkılmadı. Yıkılsa dahi uzlaşamamadan dolayı yapılamadı. Peki burada riskli raporunu veren mi suçlu anlaşamayıp uzlaşamayan mı, yoksa binadan çıkmayan mı? Dolayısı ile sistemin kendisi baştan sona suçlu ve asıl düzeltilmesi gereken de sistemdir. Çoklu mülkiyet alanlarında tek bir vatandaşın başvurusu ile karot örneği alınabiliyor ancak 3’de 2 çoğunluk sağlanmadan bina yapılamıyor. O halde çoklu mülkiyetlerde karot aldırmak içinde 3’de 2 çoğunluk şartı aranmalı.
ÇİN'DEN SONRA EN ÇOK SOSYAL KONUT ÜRETEN ÜLKEYİZ
Her yere parsel parsel otoparkı, yeşil alanı, eğitim ve kamu alanı olmayan binalar yapıyoruz. İstanbul'u böyle yenileyemeyiz. ‘Ada Bazlı’ projeler yaparak, İstanbul’u küçültmemiz lazım. Çin'den sonra dünyada en çok sosyal konut üreten ülkeyiz. Ancak bina yapmakla güvenli konut sorununu çözemeyiz. İstanbul’a gelecek olursak Türkiye’nin 5’te 1 nüfusu burada. Biz Anadolu’yu İstanbul’a taşıdık büyümeye de devam ediyoruz. Avrupa büyük markalı binalarını koruyup, şehrin etrafına gerekli alt yapı ve zemin etüdü çalışmaları yaptıktan sonra şehirleştiriyor, biz ise markalı binalarımızın da olduğu alanları imara açıyor, kültürel varlıklarımızı da yok ediyoruz. Zeytinburnu’ndaki 111 dönüm arazi üzerinde geçmişte tarihi tank fabrikası olan arazi buna örnektir. Zeytinburnu'nun sahilinden başlayarak Bakırköy sahiline kadar devam eden ve TOKİ iştiraki Emlak Konut GYO tarafından gerek satışa çıkarılan gerekse hasılat paylaşımı ile kamunun elinden alınan alanlarımız var. Bölge halkının denizle bağlantısını kesen bu yapılar olmamalıydı.
Kanal İstanbul ve çevresine yapılması planlanan şehirleşme ile 25-30 sene sonra İstanbul'un suyu da bize yetmeyecek. Kentsel dönüşüm her boyutu ile yenilenmedir.
KENTSEL DÖNÜŞÜM BAKANLIĞI KURULMALI
Devlet vatandaşla müteahhit firma arasında koordinatör olmalı. Hükümetin ve yerel yönetimlerin artık işin ciddiyetini kavraması gerekiyor. En önemlisi de acilen “Deprem ve Kentsel Dönüşüm Bakanlığı” kurulmalı. Vatandaş hangi tarihte müteahhit firma ile anlaşıyorsa, nasıl ki kooperatiflerden geçmişte KDV almıyorsa, sabit fiyatlarla başlanan dönüşümde de ortaya çıkacak olası maliyet artışlarından etkilenmemeli. Vatandaş evini yenilemeye hazır ve cebinden çıkacak parayı devlete ödemeli. Müteahhit de alması gereken parayı vatandaştan değil devletten almalı.
Son olarak da yaşanan depremlerin ardından, ilk günlerde TV'lerde alanında uzman mimar, mühendis ve deprem bilimcileri gördüklerini, devamında herkesin deprem uzmanı olduğunu, spordan magazine, siyasetten ekonomiye ve hatta depreme kadar aynı yüzlerin uzman gibi demeçler vererek ekranlardan konuştuğunu söyleyen İstanbul Ticaret Odası 29 Nolu Mimarlık ve Mühendislik Meslek Komitesi Başkanı ve aynı zamanda İBB Meclis Üyesi olan Mimar Süleyman Uluocak, “Ülkemizde sistemsel hatalar var. “Kentsel Dönüşüm Kanunu” olarak bilinen 6306 sayılı yasa kapsamında yıkılıp yapılan binaların 99 depreminin ardından yüzde 10’u geçmemiş ve bu sistem devam ederse 100 sene daha yapamayız.” diyerek konuşmasını tamamladı.
YASAL MEVZUAT VE DÜZENLEMELER RANT ODAKLI
Komite Meclis Üyesi ve aynı zamanda Mimarlar Odası Trakya Bölge Temsilciliği Başkanı olan Mimar Mustafa Fazlıoğlu’da, ülke nüfusunun yüzde 65'inin birinci ve ikinci derecede deprem bölgesinde olduğunu, İstanbul'a 120 kilometre uzaklıkta olmasına rağmen Gölcük depreminde İstanbul’da 3 bine yakın binanın yıkıldığını, bin’e yakın insanın da hayatını kaybettiğini hatırlatarak, “Aradan geçen 24 yıla rağmen merkezi yönetimlerle birlikte yerel yönetimlerin uygulamaya koyduğu yasal mevzuat ve düzenlemelerle birlikte, kentleşme ve yapılaştırma politikalarının rant odaklı düzenleme olduğunu görüyoruz. Bu süreçte bütüncül planlama anlayışı terk edilmiş, kentlerdeki kamu alanları yapılaşmaya açılmış ve kentlerimiz depreme dirençsiz hale gelmiştir. Yaşanan son depremde de bunun sonuçlarını gördük” dedi.
İMAR BARIŞI ADI ALTINDA KAÇAK YAPILARA DOKUNULMAZLIK GETİRİLDİ
540 bin hektar alana kurulu İstanbul’da 1 milyon 200 binanın yüzde 70’inin 99 depremi öncesi yapılan binalar olduğunu, bunun yüzde 50’sinin de kaçak olduğunu, yüzde 40’ının deprem ömrünü tamamladığını, yüzde 20’sinin deprem riski nedeniyle acilen yıkılması gerektiğini belirten Mustafa Fazlıoğlu, “470 civarında olan deprem toplanma alanlarımız, askeri alanlarımız imara açılarak yandaşlara peşkeş çekildi. Mimarlar odası olarak hepsine dava açtık. Kazandıklarımız oldu, halen devam eden davalarımız da var. Kocaeli depreminde istanbul 10 milyondu şimdi iki üç katı. İmar barışı sisteme sokularak kaçak yapılar dokunulmaz hale geldi” diyerek konuşmasına şöyle devam etti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Boğaziçi Üniversitesi ve Kandilli Rasathanesi ile ortaklaşa hazırladığı deprem tahmini çalışması oldu. İstanbul'da olası 7,5 büyüklüğündeki bir deprem sonrasında her ilçeye özel hazırladığı raporlarda, ortaya çıkabilecek bina hasarları, olası can kaybı, yaralı sayıları ile altyapı ve yollara dair durumlar senaryolaştırıldı. 200 bin bina orta ve üstü; 50 bin bina ağır ve çok ağır hasarlı, 640 bin haneye, 2 milyon kişiye acil barınma gerekli. Mevcut yolların yüzde 30’unun kapanacağı, binden fazla su şebekesinin, 500’e yakın içme suyu sisteminin devre dışı kalacağı, yaklaşık 400 hasarlı doğalgaz sisteminin olacağı, 25 milyon toz enkazın kalacağından bahsediliyor. 300 milyar dolar civarında bir ekonomik kayıptan bahsediliyor ve ülkemizin bu depremin altından kalması mümkün değil.
Yine geçtiğimiz gün İBB'nin ilgili müdürlüğünden konuyla ilgili basına düşen açıklamasında İstanbul'da 207 bin deprem riskli bina bulunduğunu, bunun yüzde 40'ının Esenyurt, Büyükçekmece ve Küçükçekmece’de olduğu açıklandı. Marmara Depremi sonrası denizde oluşabileceği ön görülen çukur nedeniyle tsunami gerçekleşirse de sahil bölgelerimizin su altında kalacağı öngörülüyor. Yayımlandığı tarihten bugüne 3194 Sayılı İmar Kanunu 34 kez, 4708 Sayılı Kanun 11 kez değiştirilirken, Yapı Denetim Uygulama Yönetmeliği 19 kez değiştirilmiştir. 6 ve 20 Şubat depremlerinin ardından, kentlerimizin depremlere karşı güvensiz olduğu, merkezi ve yerel yönetimlerin ve AFAD başta olmak üzere, ilgili ve sorumlu kurumların afetlere hazırlıklı olmadığı görülmüştür.
Afetlerle ilgili Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kapatılarak kurumların yıllarca süren çalışmalarla oluşan birikim, deneyim ve kamusal hafıza yok edilmiş, afetlerle ilgili tüm yetkiler merkezileştirilerek AFAD'a aktarılmıştır.
Afet yönetimi ve planlaması ile ilgili mevzuatta yapılan bir değişikliklerle, afet öncesi ve sonrası süreçlerde müdahale ve yardım planlamasına, koordinasyon ve işbirliğine yönelik düzenlemeler yürürlükten kaldırılmıştır.
Depremlerin hemen ardından, yangınların çıktığı, barınma sorunun arttığı, kent içinin yanı sıra bölge içinde ulaşım sorununun arttığı, hava yolu da dahil, deniz ve kara yolunda hasarlar oluştuğu, ulaşımın bir süre durduğu ve aksadığı, barajlarını, akaryakıt tesislerinin yıkıldığı ve zarar gördüğü, telefon, internet vb haberleşmene aksadığı, elektrik ve içme suyu tesislerinin, alt yapının çalışmaz hale geldiği, bölgede halkın karanlıkta kaldığı ve içme suyu sağlanamadığı, gıda, hijyen, ilaç ve ısınma malzeme ve gereçlerinin temininde sıkıntı yaşandığı, hükümet binasın sağlık tesisleri gibi kamu binalarının hasar gördüğü, geçici kamu binalarına ihtiyaç duyulduğu, ilk yardım ve kurtarma hizmetlerinde görevli personel ve ailelerinin ve askeri birliklerin de afete maruz kaldığı, bölgeye yardıma giden ekiplerin de barınma, ısınma, yiyecek ve içecek ihtiyaçlarının temininde sıkıntı yaşadığı, afet bölgesinde yapmacılık ve hırsızlık girişimlerinin yaşandığı, görülmüştür.
Yaşanan olumsuzluklar varsayılarak; bugüne kadar büyük yıkımlara ve kayıplara sebep olan rant odaklı planlama, kentleşme ve yapılaşma politikaları terk edilmeli, AFAD yeniden yapılandırılarak özerk bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir.
Depremin afete dönüşmesini engellemenin yöntemlerinden biri de kentsel yoğunluğu azaltıp kenti dönüştürmektir. Bunun aksine Kanal İstanbul Projesi ile kentin nüfusuna yaklaşık 8 milyon ilave olacağı, İstanbul nüfusunun 25 Trakya nüfusunun ise (İstanbul nüfusu dahil) 40 milyonu bulacağı hesaplanmaktadır.
Güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir bir yapı rezervi için nitelikli mimarlık ve mühendislik hizmetlerine, alt yapı ve kamusal hizmetlere, sosyal donatı alanlarına ulaşımın sağlanması, kentsel alanlarda yoğunluk artışının önlenmesi, ticaret ve sosyal, kültürel ve kamusal hizmet alanlarının planlama ilkeleri çerçevesinde belirlenmesi, kamu ve toplum yararı gözeterek kentsel işlevlerin dengeli biçimde planlanması, bütüncül ve karma kullanımın desteklenmesi, yapılaşmanın çevresel etkilenmenin en aza indirgenmesi, doğal kaynakların ve enerji kullanımının desteklenmesi, kent ölçeğinin yanı sıra kentler arası bölgesel planlamanın yapılması, tarihi ve mimari yapının korunması, kültür varlıkların gelecek nesillere aktarılması, planlama ve tasarım sürecinde üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının, meslek kuruluşlarının, bölgede yaşayan tüm bileşenlerin katılımıyla amacına uygun bir şekilde yenileme ve dönüşüm çalışmalarının yapılması, TOKİ'nin yeniden yapılandırılması, KİPTAŞ’ın güçlendirilmesi ve bu tür kurumların daha da çoğaltılması gerekmektedir.
DOĞRU ŞEYLER SÖYLÜYORUZ, YANLIŞ ŞEYLER YAPIYORUZ
Her zaman doğru şeyler söylendiğini ancak yanlış şeyler yapıldığını söyleyerek toplantıda konuşan 9 Nolu Mimarlık ve Mühendislik Meslek Komitesi Meclis Üyesi Metin Ağırman, toplumsal bir yıkım olduğunu ve bununla birlikte yapılmayanların üzerine gidilmeyen bir anlayışın ülkemize hakim olduğunu belirtti.
İstanbulun tarihine ve kültürüne sahip çıkan, bu kente aidiyet hissi ile bağlı insan sayısının çok az olduğunu vurgulayan Ağırman, sivil toplum kuruluşlarında yöresel derneklerin çokluğuna dikkat çekerek, özellikle son zamanlarda ‘Yöresel Günler’ adı altında yapılan etkinlikleri eleştirdi.
’Neden İstanbullular Günü yok’ diye soran Metin Ağırman, İstanbul’da sayısı çok fazla olan hemşehri derneklerinin yaşadıkları kente olan sorumluluklarını bir tarafa bırakıp, siyasi arenada hemşehrilerini belediye başkanı, milletvekili, bakan vs yapmak için uğraştığını ifade ederek, öncelikle İstanbulluluk aidiyetinin kazanılması gerektiğini, İstanbul’u da İstanbullunun yönetmesi gerektiğini söyledi.
Olası bir İstanbul depreminde milyar dolarlarla ifade edilen bir ekonomik kaybın olacağını, öngörülen can kaybını dillendirmek dahi istemediğini belirten Metin Ağırman, herkesin öncelikle yaşadığı kente sahip çıkması gerektiğini, seçtiği yöneticilere de güvenli ve sağlıklı yaşam hakkı ve seçim öncesi verdikleri vaatlerin hesabını sorması gerektiğini söyleyerek, “Çocuklarımıza yaşanabilir bir İstanbul teslim etmemiz lazım” dedi.
ASIL KONU YÖNETİM VE YÖNETİM ANLAYIŞIDIR
Metin Ağırman konuşmasının devamında şu ifadeleri kullandı.
Hazine arazilerini imara açan yönetim anlayışının yanı sıra, aynı anlayışta olan kamu da var. Kamuya ait rezerv alanları hazineye değil, mutlaka yerel yönetimlere devredilmeli, İstanbul halkına iade edilmeli. Boşaltılan askeri alanları konut ve rezerv alanı olarak inşa edeceğini söyleyenler, bu alanlarda devleti ve kamuyu kurtarmak amacıyla gelir getirici inşaat faaliyetleri sürdürüyor. Devletin yapacağı başka iş mi kalmamış?
Nüfusunu dengede tutamayan toplumlar, topraklarınıda yönetemez. Asıl konu yönetim ve yönetim anlayışıdır. Yaşadığımız son seçimlere bakınca depremle ilgili çok konular konuşuldu. Birisi ‘Yarısı sizden yarısı bizden’ dedi, öteki, ‘tamamını veriyorum’ dedi.
3194 sayılı kanla ilgili yapılacak o kadar çok şey varki. Plan yönetmelikleriyle ve tadilatları ile beraber kanun çıkartılıyor. Avcılar'daki plan notuyla Kartal'daki plan notu birbirini tutmuyor. Bu olay en başta eşitlik ilkesine aykırı. Keyif uygulamalar var. Yerel yönetim imar planlarıyla ilgili bölgesinde düzenleme yapmış, işin içine siyaset girmiş ve ‘Ben yoksam oradaki insanlar ölsün’ şeklinde siyasi bir anlayış türemiş.
Tamda bu devrede madem İstanbul'da 81 ilin temsilcisi var, neden 81 il İstanbul'a sahip çıkmıyor? Gelin bu noktada 81 ilinde içinde olduğu bir komisyon kuralım, yaşadığımız yerleri güvenli ve sağlıklı bir hale çevirelim. Madem hepimizin hemşehrileri belediye başkanı, milletvekili, bakan, yönetici oluyor, bizde verdikleri sözleri tutmaları için baskı oluşturalım. Neden sivil toplum kuruluşları için bunu söylediğime gelince; madem örgütlenerek siyasi baskı oluşturabiliyorlar, yaşadıkları yerler için de baskı oluşturmalılar. Çocuklarımıza yaşanabilir bir İstanbul bırakmamız lazım.
BU KOMİTE SORUNLARI VE NASIL DÜZELTİLECEĞİNİ BİLİYOR
Bu iş kat sayısını düşürdüm, dikeyden yataya geçtim demekle olmaz. Mülkiyet hakkı artık ihtisaslaştırılması gereken bir konudur. Kentsel dönüşümlerle ilgili yerel yönetimleri de içine alan bir bakanlık kurulmalı. Sağlıklı ve güvenli konut projelerinin hayata geçmesi için de işin uzmanlarının bu salonlarda konuşmasından öte, icra makamında olması lazım. Bizler Ticaret Odası’nda bir komiteyiz ve komitenin aldığı kararların uygulanabilmesi için yönetimden icazet almak zorundayız. Bu toplantıyı bile onların verdiği kararlar doğrultusunda yapabiliyoruz. O zaman birbirimize destek olmamız lazım. Bu komitedeki herkes sorunları ve nasıl düzeleceğini biliyor. Sadece müteahhitle yapı sahibini bir araya gelerek bu işler olmaz. Kamunun, yerel yönetimlerin ya da devletin bu işin üzerine gitmesi lazım. Kendi yağımızda kavrulayacağımızı bile bile bizi başkalarına mahkum edenlerin bizi götürdüğü yerin farkına varın. Kentsel dönüşüm için gerekli olan para halkın cebinde duruyor ama halkın güveneceği bir banka yok. Kentsel dönüşümlerle ilgili kullanacak kredilerle ilgili banka gidildiğinde yaş soruluyor. 65 yaşına gelene kredi vermiyor. Emlak GDO’nun, TOKİ’nin kurulma amacı neydi, ne oldu. Hepsinin yeniden yapılandırılması, yerel yönetimlerin tamamında da TOKİ benzeri yapılar kurulmalıdır. TOKİ sadece merkezin yönettiği, emir verdiği, istediği zaman plan yapan, imar vererek yapı yapan bir şekle dönüşmemelidir. İstanbul Türkiye'nin kalbidir. Baştan sona kentsel dönüşümle ilgili kurum ve kuruluşlardaki bozukluğu gidemezsek, bugüne kadar yaşadığımız olumsuz manzara karşılaşmaya devam ederiz.
KENTSEL DÖNÜŞÜM, BİRÇOK MESLEK GRUBUNU İÇİNE ALAN BİR KONUDUR
Toplantının devamında, depremin bir çok meslek grubunu ilgilendiren bir konu olduğu belirtilerek, dünyayı da tehdit eden iklim krizini de göz önünde bulundurarak deprem sonrası temiz su ihtiyacı ile birlikte, atık suyun güvenli bir şekilde uzaklaştırılması ile ilgili Komite Meclis Üyesi Kimya Mühendisi Melek Yıldız’da, İstanbul’un nüfusunun artmaması ve su kaynaklarına göre yapılanmasının da gerektiğini belirtti. Komite Meclis Üyesi Faruk Güntürk’de, katılımcılara ve kamuoyuna seslenerek, yaptıkları çalışmalara destek verilmesini, eylem ve söylemlerinin takip edilmesini, katılım sürecine dahil olması çağrısında bulundu. Bir çağrıda üniversitelerden yeni mezun olan mimar ve mühendislere yapan Güntürk, “Gelin bizimle çalışın” dedi.
Komite Meclis İnşaat Yüksek Mühendisi Kemal Çetiner’de, her deprem sonrası olduğu gibi Maraş depremi sonrası bina performans analizi isteklerinde patlama yaşandığını ancak 4 ay sonra bugün unutulduğunu söyledi. “Deprem doğal bir olaylardır ve afete dönüşüp dönüşmemesi bizim elimizdedir” ifadeleriyle, yaşadığımız kentleri yeniden planlamanın siyaset üstü bir olay olduğunun altını çizen Çetiner, bunun için bütçeye ihtiyaç olduğunu ve bu bütçenin de var olduğuna inandığını söyleyerek, Afet Bakanlığı kurulması gerektiğini, İstanbul için özel yasalar uygulanabileceğini, dönüşüm yaparkende şehircilik ilkelerine bağlı kalınması gerektiğini, güçlendirme ile yenilenebilecek alanların da belirlenmesi gerektiğine dikkat çekti.
Yaklaşık 4 saat süren toplantı katılımcıların soru cevap şeklinde devam etti.