Edebiyat tarihçisi Prof. Dr. Mustafa İsen, programda "Türkçenin Merkezi Olarak İstanbul" başlıklı konuşmasında, İslam medeniyetinin kültür, sanat, musiki ve edebiyat gibi alanlarda önemli bakış açıları geliştirdiğini, en önemli yapısının ise dil ve edebiyat olduğunu söyledi.
İslam medeniyeti içerisinde 12. yüzyıla kadar Arapçanın, 12.- 15. yüzyıllar arasında da Farsçanın etkili olduğuna işaret eden İsen, "15. asrın ikinci yarısından itibaren ise Orta Asya merkezli yeni bir dil ve edebi anlayış ortaya çıktı. Türkçe, 15. yüzyıldan itibaren İslam medeniyetindeki bayrak yarışını devralarak, medeniyet dilinin temsilcisi olmuştur." dedi.
İsen, 14. yüzyılda Anadolu'da Kırşehir, Konya ve Bursa gibi merkezlerde Türkçe eserlerin ortaya konulduğunu aktararak, şunları kaydetti:
"Fatih, İstanbul'un fethiyle birlikte dağınık halde bulunan yerleri derleyip toparlayarak, az önce zikrettiğim şehirleri bir bilim ve ilim merkezleri haline getiriyor. İstanbul da bu süreçte en yüksek ilim merkezlerine ev sahipliği yapıyor. Büyük bir 'himaye geleneği' çerçevesinde, kültür ve sanat adamları İstanbul'da buluşturuluyor. Böylece Türkçe için yeni bir evre başlıyor. Türkçe, İstanbul'un medeniyet merkezi olmasıyla birlikte İstanbul'un dili oluyor. Devletin imparatorluğa dönüşümünde İstanbul dili, imparatorluğun dili olmuştur. İstanbul merkezli gelişen yeni dil dönüşen Osmanlı zihniyetini yansıtan bir formdur."
"Osmanlı tarihini, bir protokol yolu olan Divanyolu üzerinden okumak mümkündür"
"Alternatif Bir Kültür Yolu Olarak Divanyolu ve Çevresi" başlıklı konuşma yapan yazar Beşir Ayvazoğlu da Osmanlı'nın merkezinin İstanbul, İstanbul'un ana aktörünün ise "Divanyolu" olduğunu dile getirdi.
Divanyolu'nun, Topkapı Sarayı'ndan Aksaray'a, oradan da iki kola ayrılarak Edirnekapı'ya ve Yedikule'ye kadar uzandığını söyleyen Ayvazoğlu, "Burası bir protokol yoludur. Yani Divanyolu, saraya yakın figürlerin bulunduğu ve ikamet ettiği yerlerle doludur. Dolayısıyla Osmanlı tarihini, bir protokol yolu olan Divanyolu üzerinden okumak mümkündür." diye konuştu.
Ayvazoğlu, Divanyolu üzerinde birçok tarihi yapının olduğunu ve bunlara kulak vermek gerektiğinin altını çizerek, şunları aktardı:
"Divanyolu'nu, bir 'kültür yolu' olarak düşünmek gerekmektedir. Bizim kültür tarihimiz, Cumhuriyet'in ilanı ve Batılılaşma ile birlikte başka bir tarihi hattı baz alınarak yazıldı. Oysa Divanyolu, bütün bu süreçte hem kadim Osmanlı'da hem modernleşmenin başladığı zamanlarda önemli bir merkez olma özelliğini içinde taşıdı. Ayasofya'dan Beyazıt Meydanı'na, Şehzadebaşı'ndan Fatih'e ve surlara kadar uzanan bu hat bize önemli bir tarihsel hikaye anlatıyor. Bizler her ne kadar bir kısmı tahrip edilse de buradaki mekanlar üzerinden tarihimizi yeniden yazabilir ve okuyabiliriz."
"19. yüzyıl, bir zafiyet parantezinde anlaşılıp yorumlanıyor"
Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yüksel Çelik de "II. Mahmud Devri İstanbul'unda Siyasi Sembolizm Bağlamında Mekansal Dönüşüm ve Toponomik Hassasiyet" başlıklı konuşmasında, Osmanlı Devleti için 19. yüzyılın büyük bir öneme sahip olduğunu aktararak, bu zaman diliminin bir ayağı gelenekte, bir ayağı gelecekte olan bir "tereddüt" dönemi olarak okunabileceğini dile getirdi.
Çelik, 19. yüzyıla dair ayrıca "Genel olarak 19. yüzyıl, bir zafiyet parantezinde anlaşılıp yorumlanıyor. Oysa sadece Osmanlı'da değil, dünyada büyük bir değişim ve dönüşüm söz konusu. Bizler 19. asırda olanları anlamak için sadece Osmanlı'ya bakıyor, dünyanın içinde bulunduğu hali göz ardı ediyor ve gerçeklikten kopuk analizler yapıyoruz." ifadelerini kullandı.
II. Mahmud devrinin bir "kriz dönemi", İstanbul'un da bu krizin başkenti olduğuna işaret eden Çelik, şu bilgileri verdi:
"Bu kriz ve milliyetçilik ortamında, dünyada siyasi sembolizm çok önemli bir hale geliyor. Artık halk ya da toplum, siyasal anlamda önemli bir faktöre dönüşüyor. Osmanlı da isyanlar ve zafiyetler söz konusu oluyor. Bütün bu şartlar içinde II. Mahmud, hızlı çözümler ve adaptasyonlar geliştirmeye çalışıyor. Bizler bugünden geçmişe giydirdiğimiz yargılarla, II. Mahmud'un yaptıklarını anlamakta güçlük çekiyoruz. Oysa bu zaman diliminde artık klasik dönemin kavramları ve bakış açıları yetersiz kalmaya başlıyor. İşte İstanbul da bu yeni dönemde, siyasal sembolizmin taşıyıcı bir figürü haline geliyor. II. Mahmud, İstanbul'daki mekansal adlandırmalarla, dağılan bir imparatorluğu bir arada tutma çabasını gütmüştür."
"İstanbul medeniyeti, güzelleştiren, estetik bir kavrayış ve bakışın hakim olduğu bir anlama sahiptir"
İstanbul Ticaret Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeyneb Çağlıyan İçener ise "Şehir, Hafıza, Medeniyet: Samiha Ayverdi'nin İstanbul'u" başlıklı sunuşunda, Semiha Ayverdi'nin siyasal alanın dışında kalarak, başta kadınların hayatları olmak üzere içtimai durumlara odaklandığına ifade etti.
İçener, "O, 1905'de Şehzadebaşı'nda doğup, 1993'de Hırka-i Şerif'te vefat ediyor. Bulunduğu bu hatta, bir kırılma zamanında yaşıyor. Semiha Ayverdi'nin yaşadığı zaman dilimi, büyük bir parantezin açılıp kapandığı bir vakti anlatıyor. Bu açıdan onun hayatına bakmak, önemli değişim ve dönüşümlerin yaşandığı vakitleri anlamak için bize kıymetli ipuçları veriyor." dedi.
İstanbul'un Ayverdi'nin üretimlerinde bir merkez olarak konumlandığını belirten İçener, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu merkezin odağında insan vardır. Yani medeniyetin merkezi İstanbul, İstanbul'un merkezi ise insandır. Bu anlamıyla o, toprağın vatan haline getirenin insan olduğunu bize anlatmaktadır. İstanbul, fetih sonrasında, Fatih Sultan Mehmet ile birlikte, büyük imar faaliyetini sahne olmuştur. Bu bir güzelleştirme faaliyetidir. İstanbul medeniyeti, güzelleştiren, estetik bir kavrayış ve bakışın hakim olduğu bir anlama sahiptir. Burada Ayverdi için önemli olan ahenk ve nizamdır. Ayverdi için fetihle başlayan ve belirli kırılmalarla birlikte devam eden süreç, sadece siyasal değil, gönüllerin de fethini anlatan bir güzellik üzerinden anlaşılmakta ve yazılmaktadır."
Eski İçişleri Bakanı ve AKP İstanbul Milletvekili Süleyman Soylu'nun da katıldığı program, dinleyicilerin sorularıyla sona erdi.